Zoraki Kahramanlar: Çalışan Anneler

Kadınlar hakkındaki duygu ve düşüncelerimi daha önce bazı yazılarımda ifade etmeye çalışmıştım. Kadınların hayatımızdaki yeri ve önemi kutsal kaynaklar başta olmak üzere, her platformda dile getirilen saf bir gerçekliktir. Kadınlığın zirve noktası ve insanlığın bekasını sağlayan durumda anneliktir. Bir eş ve anne olarak üstlendikleri sorumlulukların dışında, ayrıca yaşam şartları ve diğer nedenlerden dolayı çalışma hayatında da yer almaları, onları inanılmaz bir yük ve stresin altına sokuyor. Üstelik, çalışan annelerden beklentilerimiz çalışmayanlardan farksız olunca, kaçınılmaz şekilde zoraki kahraman rolüne giriyorlar.

Çalışan anneler, bir kadın olarak, hemcinslerinin iş hayatında yaşadıkları bütün zorlukları doğrudan paylaşıyorlar. Annelikten kaynaklanan ek sorumlulukları ise, iş ve duygu yüklerini arttırdığı gibi; yoğunlaşan baskı ve dayatmalara karşı daha fazla sabır gösterip, ailelerinin hatırına katlanmak zorunda oldukları azapların içine sokabiliyor. Annelik ve kadınlık görevlerinin yanına, sorunlu bir iş ortamının da eklenmesiyle kadınların bedenen ve ruhen güçlü ve hızlı bir ivme ile yıprandıklarını rahatlıkla görebiliriz. Bazı kadınlar, zorlu ev ve annelik görevleri nedeniyle, nispeten rahat olan iş yerlerinde resmen dinlenircesine çalışırlar. Bu kadınlar şanslı sayılabilen gruptadır. Büyük bir çoğunluğu ise, ağır iş mesailerinden sonra tıpkı erkekler gibi dinlenebilecek bir ortam ve zaman bulamadan, 2. ve 3. mesailerini yapan işçiler gibi ev ve annelik görevlerine devam ederler.

İş hayatı ekonomi ile doğrudan ilgili olduğu için, özel sektörün ekonomik çıkarlarını zedeleyecek şekilde, çalışan annelere yönelik etkili koruma ve ayrıcalıklar göstermesini beklemek safdillik olur. Anne ve kadın dostu uygulamalar yapan ve bazen diğer firmaların çok önüne geçebilen firmalarda dahi, bu uygulamalar bir nevi sosyal sorumluluk ve marketing faaliyeti gibi üretildiğinden, sembolik ve kota limitleri içinde kalıyor. Piyasaların temel yönetmeni ve kural koyucusu olarak, kamu gücünü kullanan devletin ve devleti yöneten Hükumetin politik söylemleri ile pratik uygulamasının en kısa süre içinde örtüşmesi ve çalışan anneler özelinde hayata geçmesi sağlanmalıdır. Nüfus yapımızı korumak için her ailede  en az 3 çocuk hedefini fiilen gerçekleştirebilecek güven ve imkan ortamını hazırlama işi, büyük ölçüde devletimize düşüyor. Bu yazı ile bazı sorunlu noktalara dikkat çekerek, çözüme yönelik katkıda bulunmak istedim.

Yetersiz ücretler, kötü çalışma koşulları, nitelikli tatil yoksunluğu gibi genel sorunların dışında, çalışan anneler açısından iş yerleri ile ilgili temel sıkıntıları şöylece sıralayabiliriz:

  • Ev ve iş yerleri arasındaki mesafe ve ulaşım zorlukları,
  • Mesai saatleri ile okul saatleri arasındaki uyumsuzluk,
  • İş yerlerinde kreş olmaması, diğer kreşlerin uzak veya pahalı olması gibi sorunlar,
  • Mesai saatlerinin uzunluğu nedeniyle eş ve çocuklarına yeterince vakit ayıramamaları,

İş yerine yakın yerde ikamet etmek, esasen bütün çalışanlar için gerekli ve değerli bir kolaylık demektir. Söz konusu kadınlar ve çalışan anneler olunca, bu durum daha da kritik hale geliyor. Uzak yerde çalışan annelerin; erken kalkıp geç gelmesi gerektiği için, ailesinin günlük yaşantısından kopması, kendisine ve ailesine daha az vakit kalması, uzun yolculuklar nedeniyle daha çok yıpranması, gün içinde ailesi ile ilgili acil bir durum geliştiğinde hızlı şekilde yanlarına gidememesi gibi kronik sorunlara yol açıyor. İstanbul’un Anadolu yakasında oturup Avrupa yakasında çalıştığım dönemde, günlük ortalama 3 saatim yolda geçiyordu. Mesai sırasında ailemden birisinin acil ihtiyacı olduğunda, en erken 2-3 saatte ancak yanlarına gidebiliyordum. Bu durum bir baba olarak beni yıpratıp aileme karşı faydasız kaldığım duygularına neden oluyordu. Aynı şartlarda çalışan kadın iş arkadaşlarımızın ıstırabını da her zaman gözlemliyordum. Önerilerim: Başta kadınlar olmak üzere çalışanların iş yerlerine yakın oturabilmesi için teşvik ve kolaylıklar sağlanmalıdır. En azından aynı ilçe sınırları içinde ikamet edebilmeleri için; gerek tayin noktasında, gerekse yeni ev alımı gibi durumlarda teşvik edici kolaylıklar ve vergi indirimi gibi destekler verilmelidir.

Sabah saat 08:00‘de işe başlayan bir kadın çalışan, evinde kimsesi yok ise (artık hepten çekirdek aile yapısına döndüğümüz için, kentlerde geniş aileler yok denecek kadar azaldı) ilk öğretimde saat 08:50‘de dersi başlayan çocuğunu ne zaman ve nasıl okula götürecek? Servis tutsa bile servise kim teslim edecek? Daha da kötüsü, öğleden sonra saat 14:30‘da dersi biten çocuğunu kim alacak? Rica minnet etüd uygulaması yapan okullarda saat 16:00‘da biten etüd derslerinden sonra yine kim alacak çocukları? Mesai saat 17:00‘den önce bitmiyor çünkü. Önerilerim: Kadın çalışanların mesaileri ile okulların ders başlangıçları ortak şekilde dikkate alınarak düzenlenmelidir. Çocukların gelişim ve ihtiyaçları nedeniyle ders saatlerinin başlangıç ve bitişleri mesai saatlerine eşitlenemiyor ise çalışan annelerin ilk öğretim çağında çocukları olması halinde onlara özel mesai uygulaması yapılmalıdır. Devlet sadece süt bebekleri için günlük 1,5 saat izin vererek sorumluluğunu yerine getirmiş olamaz. Lise çağına kadar, çocuklu annelere özel imtiyazlar tanınması gerekir. Arada oluşan mesai kaybı, bütün toplumun karşılaması gereken bir bedeldir.

Çalışan kadınlar için, çocuk sahibi olmak katlanılamaz ölçüde zorlukların altına gönüllü girmek gibi, ağır bir duygudur. Bir yandan eşiyle birlikte evlat sahibi olmanın getireceği mutluluk ve tamamlanmış aile özlemi yaşanırken, diğer yandan hem çalışıp hemde çocuğun büyütülmesi sürecindeki zorluklar anne ve baba adaylarını yıldırıp bağırlarına taş bastırarak mecburi ertelemeye neden olmaktadır. Bu durumda; ya ileri yaşlarda çocuk sahibi olmayı ya da 1 veya en fazla 2 çocukla yetinmeyi mecbur görürler. Doğum sonrası memur veya işçi annelere verilen ücretli izin bir kaç aydan fazla değildir. İznin bitmesi ile ilk sıkıntılı karar verilir. Bebeği büyütebilmek için 1-2 yıllık ücretsiz izin alınır veya bebeği ücretli/ücretsiz bakabilecek birileri ayarlanarak işe başlanır. Bebeğini bırakıp işe giden annelerin her zaman bir kanadı kırık olur ve aklı bebeğinde kalır. Evde bakım aşaması bitince bu sefer kreş/çocuk yuvası koşturmacası yaşanır. Kreş fiyatlarının yüksekliği, çocuğu kreşe bırakıp mesaiye yetişmenin stresi, çocukların yaşadığı travmalar gibi etkenler bezginlik ve mutsuzluk kaynağıdır. Önerilerim: Okul öncesi yaşlarda çocukları olan kadın çalışanlar için, 0-6 yaş arası çocuklarını getirebilecekleri kreşlerin iş yerlerinin standart bir birimi olarak açılması gereklidir. Çocuklu anneler için kreş hazırlanması bir lütuf değil temel ihtiyaçları için gerekli bir durumdur. Çalışan kadınlara kendi iş yerlerindeki kreş hizmeti ücretsiz olmalıdır. Kreşin personel ve diğer giderleri çalıştığı kurumun döner sermayesi veya genel bütçesinden karşılanmalıdır. Özel kurumlarda kendi sermayelerinden karşılayarak işletme gideri şeklinde gösterebilmelidir. Çalışan annelerin günün belirli zamanlarında çocuklarını ziyaret edebilmelerine fırsat verilmelidir.

Kadınların mesaileri toplumun geleceği de dikkate alınarak özenle hesaplanmalıdır. Mutsuz kadınlar ve anneler; toplumun temel yapısı olan aile kurumunun temelden sarsılmasına, evliliklerin çabuk yıkılmasına, genç nüfusun yetersiz kalmasına ve var olan çocuklarında sağlıksız şartlarda verimsiz eğitimle büyüyüp toplumun geri kalmasına neden olacaktır. Kadınların ve özellikle çocuğu olan çalışan kadınların tam gün mesai yapmaları toplum kültürünün ve geleceğinin altına konulmuş dinamit gibi tehlikelidir. Önerilerim: Kadınlar çocuk sahibi olduktan sonra günlük en fazla 6 saat mesai yapmalıdır. Ayrıca evden çalışma ve yarı zamanlı çalışma halleri işlerin durumuna göre anneler için kolay uygulanabilir şekilde teşvik edilmelidir. Fazla mesaiye zorlayan kural ve yönetmelikler kanun gücüyle düzeltilmeli ve istismar edenler için kayda değer cezai yaptırımlar ön görülmelidir.

Bütün bu yorumlarımdan sonra denilebilir ki, kadınlar özellikle anne olanlar hiç mi çalışmasın? Bende diyorum ki; Kadınlar bizim rahatlıkla istismar edebileceğimiz ucuz iş gücü kaynağımız değildir. Toplumun temel yapı taşlarından ve en kıymetli değerlerimizdendir. Sağlıklı bir kadın ve anne ögesinin olmadığı toplumlar bozulmaya ve dağılmaya mahkumdur. Kadınların ve özellikle annelerin piyasada kuralsız ve kolayca istihdam edilmesi tıpkı likit para gibi geçici bir rahatlık ve refah etkisi yapabilir. Ancak kaynaklar sınırsız değildir. En değerli varlıklarımızı nakde çevirip, günü kurtarmak için harcadığımızda yerine koyamayacağımız kayıplar yaşayabiliriz. Kadınlara özel hizmetler veya kadınların yüksek değer katacağı meşru işler nedeniyle mutlaka kadın çalışanlara ihtiyaç duyuluyor ise bunun bedeli uygun şekilde ödenmeli ve toplumun geleceği açısından güçlü kurallar ile kadınlar ve anneler koruma altına alınmalıdır. Kadın emeği gibi değerli bir ürünü sağlamak isteyen kurum veya işletmeler hakkını vermeye de razı olmalıdır.

TÜİK’in 7 Mart 2016 tarihli “İstatistiklerle Kadın, 2015” Haber Bülteni çok önemli sorunlarımıza işaret ediyor. Okuma yazma bilmeyen kadın nüfus oranı erkeklerden 5 kat fazla! Kadınlar ortalama 24 yaşlarında evlenip, 35 yaşlarında boşanıyor. Kadınların eğitim oranı yükseldikçe çalışma oranı daha fazla artıyor ama her eğitim seviyesinde kadın çalışanlar erkeklerden daha az ücret alıyor. Yani açıkçası kadınlar halen sömürülüyor.

İdeal durum ile fiili durum arasında fersahlar boyu mesafe olduğunu görüyoruz. Öyleyse yapacak çok işimiz var. Zoraki Kahramanlarımıza sahip çıkmalı ve onlara layık oldukları değeri her açıdan göstermeliyiz. Neden bu kadar ilgiliyim? Bizim evde de harika bir zoraki kahraman var da ondan…

 

Kaynaklar:




Denetimli Serbestlikle İlgili Duygu ve Düşünceler

Görev yaptığım kurumda, resimdeki yelekten giyerek çalışan bir kaç kişiyi görünce merak edip durumlarını sordum. Kendilerinden öğrendiklerim ve  ilgili kurumun resmi sitesindeki açıklamalar beni farklı duygu ve düşüncelere götürdü. Hislerimi böylece yazmaya karar verdim.

Önce, konuyu fazla duymayanlar için kısa bilgilendirme yapayım. Adalet Bakanlığının Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne bağlı Denetimli Serbestlik Daire Başkanlığı var. Uygulama hakkındaki bilgi ve belgelere aşağıda bağlantısını verdiğim resmi sitelerinden ulaşabilirsiniz. Buradaki tanımı ile Denetimli Serbestlik; “Mahkemece belirtilen koşullar ve süre içinde, denetim ve denetleme planı doğrultusunda şüpheli, sanık veya hükümlünün toplumla bütünleşmesi açısından ihtiyaç duyduğu her türlü hizmet, program ve kaynakların sağlandığı toplum temelli bir uygulamayı ” ifade ediyor.

Denetimli serbestlik tedbiri uygulanmak suretiyle cezasının infazına karar verilen hükümlünün, cezasını koşullu salıverilme tarihine kadar;
– Kamuya yararlı bir işte ücretsiz olarak çalıştırılması veya,
– Bir konut veya bölgede denetim ve gözetim altında bulundurulması,
– Belirlenen yer veya bölgelere gitmemesi,
– Belirlenen programlara katılması,
Şartları dikkate alınarak süreç işletiliyor. Eğer hükümlü veya tutuklu bu şartları ihlal ederse ertelenen cezalar hapis gibi en ağır halleri ile uygulamaya geçiliyor.

Sizleri bilmem ama, ben kendimi dünyada Denetimli Serbestlik içinde dolaşan bir kul gibi hissettim. Çünkü heva ve heveslerime uyacak olursam yapabileceğim çok şey var. Bunları yapabilmek için gerekli şartların bir çoğunu da sağlayabiliyorum ama, tıpkı Denetimli Serbestlikte olduğu gibi bunun acı sonuçları ile yüzleşmem gerekecek. Allah‘ın rızası ve korkusu nefsime uymaktan men ediyor. Her şeye rağmen nefsime uyduğum hallerin cezası ve affı için şanı yüce ve hakiki adalet sahibi olan Allah‘a sığınıyorum. Gayri meşru yer ve ortamlardan uzak durmam lazım. Topluma ve ümmete faydalı işler yapmam gerek. Bireysel ve toplu ibadetlere katılım sağlayarak, tıpkı imza verir gibi, günde en az 5 vakit Rabbimin makamını manen ziyaret edip, buradayım Ya Rab!, eksiklerimle, günahlarımla, acziyetimle yine sana geldim, ne olur beni razı olduğun kulların zümresine yaz, demem lazım.

Denetimli serbestlik içindeyken imkanınız olduğu halde istediğiniz seyahate çıkamazsınız, kayıt dışı işlem ve eylemlerde bulunamazsınız, mallarınız ve diğer varlıklarınız üzerinde istediğiniz tasarrufu yapamazsınız. Ta ki, mahkemenin tayin ettiği ceza/ıslah süresini tamamlayıncaya kadar. Süreniz bitince, yine beşeri kanunlar açısından haddinizi aşmamak şartı ile istediğinizi yapabilme özgürlüğüne kavuşursunuz. Aynen bu şekilde, kul olarak sınırlarımızı ve dünyadaki denetimli serbestlik kurallarımızı dikkate alarak yaşarsak, Allah’ın izni ve keremi ile Cennet‘le müjdelenenlerden olup, dünyada sınır koyduğumuz her türlü meşru arzu ve hayallerimize kavuşup yapabileceğiz inşAllah.

Denetimli Serbestlikte olduğu gibi, kulluğumuzu en iyi şekilde yapabilmemiz için, Allah’ın bir memuru ve elçisi olarak Sevgili Peygamberimiz  Hz. Muhammed (s.a.v.) bizlere en güzel rehber ve yol aydınlığı olmuştur. Peygamberimizin vesilesi ile Allah’ın bizlere bahşettiği Kur’anı Kerim‘de temel anayasamız olarak hakikat yolunu belirlemiştir. Yaratılışımızın asıl amacı olan Allah’a kulluk görevimizi layıkıyla yaptığımızda, kavuşacağımız nimetleri sayan bir çok ayet-i kerime ve hadis-i şerifte bu durumu teyit ediyorlar. Denetimli Serbestlik şartlarına uyulmadığında dünyada karşılaştığımız ceza ve yaptırımlar Allah’ın gazabı ve cezaları karşısında güllük gülistanlık kalacaktır. Rabbimiz cümlemizi şaşırtmasın ve dünya imtihanını kazananlardan eylesin. Amin…

Kaynak:

http://www.cte-ds.adalet.gov.tr/