İnsanların Telif Hakkı Var da, Allah’ın Yok mu?

Kültür ve Turizm Bakanlığımızın Telif Hakları Genel Müdürlüğüne göre telif hakkı:

Kişinin her türlü fikri emeği ile meydana getirdiği ürünler üzerinde hukuken sağlanan haklardır.
 5846 Sayılı Kanunda da telif hakkı doğan Eser Sahiplerinin maddi ve manevi bazı hakları vardır.
Manevi haklar:
·         Umuma arz hakkı
·         Adın belirtilmesi yetkisi
·         Eserde değişiklik yapılmasını men etme yetkisi
·         Eser sahibinin malik ve zilyede karşı haklar

Her türlü görsel, müzikal ve yazılı eserlerin telif hakkı söz konusudur.

Kişi ve kurumların emeği ziyan edilmesin ve eser üretmeye devam edebilecek maddi-manevi tatminleri olsun isteniyor.

Maddi hakları bir yana bırakalım;

Manevi hakların içeriğine bakınca, Rabbimizin biz kullarından beklediği görevler ve saygınlığının ifade edilmesi aklıma geliyor.

Yüce Allah bizden hükmünün yer yüzünde bilinmesini, yayılmasını ve uyulmasını istiyor. Bu yüzden yerine getirmemiz gereken asgari ibadetler ve diğer sorumluluklarımız var. Taha Suresi 14. Ayet-i Kerime:

Muhakkak ki ben, yalnızca ben Allah’ım. Benden başka ilâh yoktur. Bana kulluk et; beni anmak için namaz kıl.

Allah-u Teala mümkün olan her zaman ve her yerde O’nu anmamızı istiyor. Ahzab Suresi 41.-42. Ayet-i Kerimeler:

Ey inananlar! Allah’ı çokça zikredin. Ve O’nu sabah-akşam tesbih edin.

Söz ve emirlerinin eğilip bükülmesini, değiştirilmeye çalışılmasını şiddetle men ediyor. Yarattıklarının ise, makul ve mecburi nedenler olmadıkça değiştirilmemesini istiyor. Gereksiz estetikler, dövmeler ve ucube misali piercing uygulamaları bu yüzden haram kılınıyor. Yunus Suresi 15. Ayet-i Kerime:

Âyetlerimiz kendilerine apaçık birer delil olarak okunduğunda, (öldükten sonra) bize kavuşmayı ummayanlar, “Ya (bize) bundan başka bir Kur’an getir veya onu değiştir” dediler. De ki: “Onu kendiliğimden değiştirmem benim için olacak şey değildir. Ben ancak bana vahyolunana uyarım. Eğer Rabbime isyan edecek olursam, elbette büyük bir günün azabından korkarım.”

Nisa Suresi 118.-119. Ayet-i Kerimeler:

Allah o şeytana lânet etti ve o da, “Andolsun ki senin kullarından elbette belirli bir pay alacağım” dedi. “Onları mutlaka saptıracağım, mutlaka onları kuruntulara sokacağım ve onlara emredeceğim de (putlara adak için) hayvanların kulaklarını yaracaklar. Yine onlara emredeceğim de Allah’ın yarattığını değiştirecekler.” Kim Allah’ı bırakıp da şeytanı dost edinirse şüphesiz o, apaçık bir hüsrana düşmüştür. 

Mülkün Allah’a ait olduğunun hiç bir zaman unutulmamasını ve onun rağmına hükümranlık tesis edilmemesini mutlak surette bekliyor. Furkan Suresi 2. Ayet-i Kerime:

O, göklerin ve yeryüzünün mülkü (hükümranlığı) kendisine ait olandır. Çocuk edinmemiştir. Mülkünde hiçbir ortağı da yoktur. O her şeyi yaratmış ve yarattığı O şeyleri bir ölçüye göre takdir etmiştir.

Şimdi, en basit bulduğumuz sinema eserlerinde dahi, yüzlerce insanın emeklerinin olduğunu, yapımcı firmanın korsan satış ve gösterimlere karşı son derece duyarlı ve korumacı davrandığını biliyoruz. Emek ve hakların korunması adına yüksek para ve hapis cezaları ile caydırıcı önlemler alınıyor ve sürekli takip ediliyor.

Müzik eserlerinin nerede ve ne kadar çalınacağı dahi telif hakları ile korunuyor.

Yazılım üreticileri lisanssız kopyalama ve fikri yapının çalınmasına karşı doğal olarak sert tepkiler veriyor. Hatta iş yerlerine polis eşliğinde baskınlar yapılıp her bilgisayar tek tek kontrol edilebiliyor.

Kendi haklarımız söz konusu olduğunda böyle keskin ve kararlı olabiliyoruz.

Madem insanların telif hakkı öyle de,  Allah’ın telif haklarını kimler savunuyor ve koruyor?

Sırf hastalıklı sevgilerimizin ne kadar derin olduğunu ifade edebilmek için,

sapkın şarkılarımızda kadınına tapacak kadar sevdiğini, saçının bir teline Cennet’i değişmeyeceğini,

onsuz Cennet’in bile sürgün sayılacağını söyleyen cesur cahillerimiz var!

Kültür Bakanlığımız, Diyanet İşleri Başkanlığımız böylesine basit, küstah ve İslam dışı ifadelerin geçtiği sözüm ona eserler için ne yapıyor?

Ben kendi vergilerimle Allah’ıma, Kitabıma ve Peygamberime hadsizce hakaret eden yayınların himaye ve teşvik edilmesini, resmi mecralarda yayınlanmasını istemiyor ve yapanlara da hakkımı helal etmiyorum.

Eğer, lafa gelince %99’u Müslüman olduğumuzu söylediğimiz bir ülkede yaşıyorsak, %99 yazılı ve görsel medyada böylesine küfür ve aşağılama içeren sözde eserlerin yer almaması gerekir. Kendi paramızla Cehenneme odun alıyoruz farkında mıyız?

Bütün ressamlar eserlerinin bir köşesine adını yazmaya dikkat eder ve eserin sahibinin bilinmesini, duyulmasını ister.

Bizlerde kavuştuğumuz her bir nimet için, mümkün olduğu kadar Allah’ı anmak ve şükretmek zorundayız. Yemek yerken, su içerken, yola çıkarken, evladımızı severken, hülasa bizi mutlu eden ve ihtiyacımızı gideren her şeyin onun eseri olduğunu bilmek ve hatırlamak zorundayız. Bismillah, Elhamdülillah demek zor değil ama bu kadarına bile tenezzül etmeyenler, yarın Hakkın huzurunda nasıl rahatça af ve mağfiret dileyebilir?

Dünyada biraz mal mülkü olanlarımız, sanki ebedi kalacakmış gibi mağrur ve kibirle dolaşıp, etrafına caka satarak gezebiliyor. Lüks arabalarında ve konutlarında şatafatlı hayatlar sürerken Allah’ı anmak ve şükrünün gereğini zekat ve diğer maddi ibadetlerle yerine getirmek aklına bile gelmeyebiliyor. Zenginlerin çokça yaşadığı yerlerde, aç yatan fakirlerin ahları ateş olup hem dünyalarını, hem de ahiretlerini yakabilir. Zekat verecek fakirlerin bulunamadığı dönemlerden, açlıktan ölen masum ve çocukların zamanına gelmişiz. Böyle medeniyet olmaz olsun!

Şüphesiz biz sizi, kişinin önceden elleriyle yaptıklarına bakacağı ve inkarcının, “Keşke toprak olaydım!” diyeceği günde gerçekleşecek olan yakın bir azaba karşı uyardık.

Buyuruyor, Şanı Yüce Rabbimiz Nebe Suresi 40. Ayet-i Kerimesinde. Bilmeyerek itaat etmeyen cahillerden olduğumuzu iddia edemeyeceğimize göre, bilerek yapmayan zalimler olarak yargılanma riskimiz var.

Eyy Şanı Yüce Kudreti sınırsız Allah’ımız, bizleri Sen’in hakkını, Sana itaat ve ibadetle teslim edenlerden eyle. Amin…

 

 

Kaynaklar:

  1. Yazı görseli: https://www.nasa.gov 
  2. http://www.telifhaklari.gov.tr/Telif-Hakki-Nedir
  3. http://kuran.diyanet.gov.tr
  4. http://www.ilayevmilkiyame.com/2014/sarki-sozleri/



Yaşadığımız İslam Bizi Hesap Gününde Kurtarır mı?

Lafa gelince, büyük bir çoğunluğumuz

Elhamdülillah Müslümanım

diyerek; hem kendimizle hafiften övünüyor,

hem de Müslümanlar zümresinden sayılarak, inşallah kurtuluşa erecekler arasında olduğumuzun umuduyla,

bir güvenlik ve esenlik duygusunu yaşıyor.

Müslümanım demekle iş bitmiyor ki!

Müslümanca yaşayabiliyor muyuz?

Yaşadığımız İslam, gerçek İslam niteliklerini taşıyor mu?

Temel naslarından koparılmış ve beşeri sistemlerin keyfi kadar uygulanmaya mahkum edilmiş bu haliyle, Allah’ın emrini ve Peygamber aleyhisselamın kavlini karşılıyor mu?

İman ettiğimiz Kur’an-ı Kerim’de, Yüce Allah “Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyat/56) şeklinde buyuruyor. Bizlerde Müslüman olarak İla-yı Kelimetullah  ile, yani Allah’ın hükmünü yaymak ve yüceltmekle yükümlü olduğumuzu biliyor ve görev kabul ediyoruz.

Peki öyle mi yapıyor ve yaşıyoruz?!

Daha da kötüsü, yapamadıklarımızın ve yaşayamadıklarımızın hiç olmazsa sancısını hissederek, derdiyle dertleniyor muyuz?

Belki de en kötüsü ve tehlikelisi, yaşadığımız çarpık durumu normalinde  ötesinde, ideal İslam zannederek, üstelik pazarlamasını yapmaya da kalkmıyor muyuz?

Bizlere normal durumu hatırlatanlara ise, deli muamelesi yaparak nereye gittiğimizi zannediyoruz?

Rabbimiz de, Tekvir Suresi 26. Ayet-i Kerimesinde hepimize soruyor zaten:

Nereye gidiyorsunuz?

Sorunumuzu doğru teşhis edebilmek için, acizane tespitlerimi arz edeyim:

Allah’a karşı olan kulluk vazifelerimiz 3 temel daire içinde şekilleniyor. Bu dairelerin birbirlerine etkileri olmakla beraber, belirgin çizgilerle ayrılabilecek yapıyı da gösteriyorlar.

En içte ve merkezde, doğrudan nefsimizle birlikte ve en muktedir olabildiğimiz kulluk halkamız var. Hemen her konuda karar alıp uygulayabildiğimiz, nefsimize olan hakimiyetimiz ölçüsünde takvaya sahip olabildiğimiz yeri kastediyorum. Namaz kılmak, oruç tutmak, haramdan kaçınmak, meşru ve faydalı işlere yönelip hayra çalışmak gibi.

İkinci halkada, sorumluluğumuz altında olan veya sorumluluğu altında yaşadığımız en yakın aile ve akrabalarımız geliyor. Onlarla birlikte olan yaşantımızda, İslami değerleri koruyup gözeterek yaşamanın zorlukları olsa da, nefsimizden sonra en çok etkileyebildiğimiz çevre olduğu için, gücümüz ve etkimiz oranında sorumlu tutuluyoruz. Aile büyüklerinin helal rızık getirmesi, eğitim, barınma, evlendirme ve iyiliği emredip kötülükten sakındırması gibi.

Üçüncü halkada toplumsal rolümüz ve Allah’ın muradını toplumsal uygulamalara yansıtmamız değerlendiriliyor. Toplu ibadet ve sorumluluklar, sosyal adalet ve dayanışma, kamu hukuku bu halkada oluşuyor.

Balığın baştan kokması misali,

bizler kendi nefsimizde zaaf göstermeye devam ettikçe,

tıpkı göle atılan taş gibi, yansımaları dalga dalga etrafa yayılıyor,

önce aile yapımız fesada maruz kalıyor,

sonra toplumsal dinamiklerimiz sarsılıyor ve başkalaşmış tuhaf bir cemiyete dönüşüyoruz.

Toplumsal yaşantımızda İslam’dan vazgeçeli çok oldu,

sembolik ritueller düzeyinde ve suya sabuna dokunmayan etkinlikler ve değerler dışında,

İslami hayat tarihte nostalji, bugün için söylendiğinde ise ütopya ilan edilir hale geldi.

Ailemizde İslami hayat can çekişiyor!

Çünkü yoğun saldırı altında.

Şeytan ve şeytanın en etkili askerleri TV, sosyal medya, moda, trend, internet vb süslü isimlerle gelip zehrini kusuyor 7 gün 24 saat durmadan.

Erkekleşen kadınlar ve kadınlaşan erkekler arasında, herkesten başkalaşan çocuklarımızı çoktan ele geçirmişler de haberimiz yok.

Geriye, her fırsatta azmaya namzet olan nefsiyle mücadele edebilmek için baş başa bile kalamayan,

çünkü etrafı kuşatılmış ve İslam’a dair ne varsa zor gösterilmiş zamane Müslümanları kalıyor.

İnandığı gibi yaşamayan Müslüman, yaşadığı gibi inanmaya başlıyor.

Allah’ın ve Resulünün hayata dair emirlerinin büyük bir kısmını görmezden geldiğimiz gibi, haddimizi çok aşan, mahşerdeki hesabı da korkunç olacak işleri yapmaktan geri durmuyoruz.

Buyurun size bir örnek:

Vakıflar, İslam’ın en köklü müesseselerinden birisidir. Sadece Allah rızası için kurulmuş hizmet, sosyal dayanışma ve hayır kurumlarıdır.

Faiz ise, Allah’ın ve Peygamberinin şiddetle lanetlediği ve Bakara Suresi 278. ayetinde de ifade edildiği üzere, faizcilere karşı Allah ve Resulünün savaş açtığı pis bir iştir.

Peki biz ne yaptık?

Osmanlı’dan miras kalan vakıflardan; satılan, işgal edilen veya talan edilenlerin dışında ayakta kalabilenlerin kaynaklarıyla Vakıflar Bankasını kurduk.

Yani, Allah rızası için kurulan vakıfların imkanlarını kullanarak, Allah’a ve Resulüne savaş açan en büyük faiz merkezlerinden birisi haline getirdik.

Bundan daha büyük bir manevi cinayet olabilir mi?

Hristiyan Batı ülkelerinden devşirilen kanunlarla yaşamaya zorlanıyoruz. Bu yüzden en büyük günahların aleni işlenilmesinde bir sorun görülmediği gibi, kumar ve faiz gibi haramları kurumsal işletmeler haline getirmişiz.

Domuzu resmen kasaplık hayvan ilan etmişiz, daha ne olsun!

İslam sadece bireysel ibadetler ölçüsünde yaşanabiliyor, İslamın hayata dair esasları gündemimizden çıkalı çok olmuş.

Birileri gerçeği hatırlatmaya kalktığında ise rahatımız bozuluyor,

zorumuza gidiyor,

buz gibi gerçekler karşısında titreyip kendimize geleceğimize,

inkar ve karalama yoluna giderek sadece kendimizi kandırıyoruz.

Ahiret ve hesap günü zannettiğimizden çok daha yakındır.

Ölüm her an ensemizde ve dünya imtihanı her an sona erebilecek durumdadır.

Cennet ucuz değil, cehennem dahi lüzumsuz değildir.

(Bediüzzaman Said Nursi)

Kendi nefsimden kaynaklanan günah ve sorumluluklarımı az çok biliyor ve ümit ile korku arasında yaşıyorum zaten.

Beni asıl endişelendiren konu, İslam’ın geçersiz kılındığı, İslami değerlerin ve kurumların yerle bir edildiği bu halden payıma düşen hissenin, ne kadar büyük ve hesabının da korkunç olabileceğidir.

Geçmiş kavimlerin ayrı ayrı helak edilmelerine neden olan her bir günah ve haramların,

günümüzde alenen, toplu halde, hayasızca yapılmasından dolayı,

payımıza düşen azaptan ancak Allah’a sığınırız.  Yoksa halimiz nice olur?

Allah kulunu imtihan eder de, kulları bu kadar ölçüsüz ve kayıtsız davranarak,

Allah’ın sabrını ve merhametini imtihan etmeye cür’et edebilir mi?

Cahil cesur olur derler. Bizler hem cahil, hem de nefsimize zulmedenlerden olduk.

Allah’ım;

Sen bizleri gerçek hidayete erdir, kendisine ve nesline zulüm edenlerden ayır.

Bizleri ve yöneticilerimizi doğrulukta birleştir, haram işlerden uzaklaştır.

Sen’in ve Sevgili Resulünün hükmünü her yerde kaim eylemeyi nasip et.

Amin…

 

 

Görsel kaynağı:

https://www.theatlantic.com/photo/2017/12/2017-the-year-in-volcanic-activity/548273/