Bir Zulmün Hikayesi: EYT

15 Temmuz’da vatanımıza ve birliğimize kast eden hain ve katilleri,  çoluk çocuğumuzun namusunu kirleten aşağılık sapıkları, hunharca cinayet işleyebilen gözü dönmüş cânileri idam edemedik.

Çünkü idamı kaldırmışız. Geri getirsek de edemeyiz. Çünkü kanunlar geçmişe dönük işletilemez!

Emeklilikte Yaşa Takılanlar ise, ne kadar zararlı ve kötü bir grupmuş ki(!); hainler için dahi geriye işletilemeyen kanunlar EYT’liler için bir şekilde uygulanmış oldu.

Nereden çıktı bu EYT? Kimlerden oluşuyor ve neresi zulüm diye soranlar için kısaca açıklayalım.

1999 yılı ve öncesindeki iktidarların basiretsiz ve hesapsız uygulamaları sonucu, SSK tamamen batma noktasına gelerek emekli maaşlarını ödeyemez hale getirildi.

Günü birlik çözümler ve oy devşirme uyanıklığı için, erken süper emeklilik gibi haksız-yersiz icatlar çıkartarak zaten çökmüş olan sosyal güvenlik sisteminin tamamen yerle bir olmasını sağladılar.

Hazıra dağ dayanmaz. Akılsızca yapılan işler mutlaka duvara toslar. Nitekim böyle de olunca, 1999 yılında emeklilik yaşı kanunla değiştirildi. Anayasa mahkemesinde iptal edilince de, 2002 yılında yeniden düzenlenerek yürürlüğe konuldu.

Eskiden Emekli Sandığı, SSK veya Bağ-Kur’un her birinde, prim ödeme süresine göre Emeklilik vb hesaplamalar yapılırken, ayrıca birde yaş faktörü eklendi.

Erkekler 60, kadınlar da 58 yaşından önce emekli olamaz şartı konuldu. 08.09.1999 tarihi milat kabul edildi. Yeni işe başlayan herkes için geçerli kılındı.

Zulmün başladığı nokta, kanunun 08.09.1999’dan önce çalışmaya başlayanları da kapsayacak şekilde geriye dönük işletilmesidir.

Örneğin, erkek bir devlet memuru en az 25 hizmet yılını ve Emekli Sandığı prim ödemesini tamamladığında emekli olabiliyorken, üstüne birde kademeli yaş sınırlaması getirilmiş oldu.

İşe giriş tarihi 1999’a ne kadar yakınlaşırsa o kadar çok etkilenilmesi sağlandı.

Zulüm bunun neresinde diye soranlar için;

  • Zulüm, emeklilikte yaş engelinin katillere bile uygulanamadığı şekilde, geçmişi de kapsar şekilde işletilmesidir.
  • Zulüm, işinde en az 20 ve 25 yıl çalışan ve primlerini eksiksiz ödeyen kadın/erkek çalışanların emeklilik hakkının gasp edilmesidir.
  • Zulüm, beceriksiz ve basiretsiz politikacıların israf faturalarının çalışan masum insanlara zorla ödettirilmesidir.
  • Zulüm, devletine güvenerek işine başlayan ve hayatını planlayan insanların, maç ortasında kural değişikliği gibi tuhaf bir muameleye maruz bırakılmasıdır.
  • Zulüm, sorunları çözmek üzere seçilen yeni yöneticilerin bu zulmü devam ettirmesidir.
  • Zulüm, yaşını beklemek istemeyenlerin en temel insani ihtiyaçlarının bile yok sayılması, sağlık hizmetinden mahrum bırakılmasıdır.
  • Zulüm, yaşını beklemek istemeyenlerin dışarıda çalışmaları halinde emekli maaşlarının düşürülmesidir.
  • Zulüm, devletin EYT’lileri emeklilikte genç görürken, işe alımlarda  ise hem devletin hem de özel sektörün yaşlı bulmasıdır.
  • Zulüm, her soruna çare bulunurken, sayıları binlerce olan mağdurların görmezden gelinmesidir.

 

Allah’a şükürler olsun ki, ülkemiz şu anda çok daha güçlü ve zengin hale geldi.

Son yıllardaki güzel gelişmeleri görmezden gelmek için ancak nankör olmak lazım.

Geçmişte, tam bir bataklık halindeyken, sınırlar zorlanarak çıkarılmış bulunan EYT uygulamasının, bugün de devam ettirilmesi için makul bir neden kalmamıştır.

Dünyanın neresinde olursa olsun, mazlumlara el uzatan devletimizin ve milletimizin, kendi evlatlarına karşı da aynı duyarlılığı beklemek çok olmasa gerek.

Tıpkı tasarruf teşvik fonu bataklığının kurutulması gibi, EYT mağdurlarının da sesine kulak verilmesini ve bu mübarek günlerde binlerce ailenin gönlünün ve duasının alınmasını bekliyoruz.

Zulüm bitsin diyoruz! Çok şey mi istiyoruz?!




Erkeklere Sakal ve Kıyafet Özgürlüğü Gelmeli Artık

Son iki aydır sakal bırakmaya başladığım için; hem huzur ve mutluluk, hem de sanki bir kabahat işliyormuş gibi tedirginlik duygularını birlikte yaşıyorum.

Dile kolay, yatılı okula başladığım 14 yaşımdan beri devletin himayesinde gelişip çalışmış ve kurallarını içselleştirmiş birisi olarak, fiilen ortadan kalkmış ama resmen geçerli bir yasağı çiğnemiş oluyorum.

Memurların sakal ve kıyafet yasaklarının, tıpkı şapka kanunu gibi hayatın gerisinde kalarak önce fiilen sonra resmen kalkacağı bir süreçten geçiyoruz.

O şapka kanunu ki, uğrunda alimlerin asıldığı, Rize’nin Hamidiye savaş gemisiyle topa tutulduğu meş’um zamanların bir tanığı gibi halen yayımda ve geçerliğini koruyor. Kimse uygulamıyor ama kaldırmaya da cesaret edemiyor ne hikmetse.

Rabbim biz erkekleri böyle yaratmış, sakallı ve bıyıklı olmak doğal, yani fıtridir.

Anormal olan, her gün ısrarla suratımızı kazımak ve tahrip etmektir. Keyfi olarak kazıyanlar olabilir. Sonuçta kendi tercihleridir. Ama kanun ve yönetmelikle kazıtmak zulümden başka bir şey değildir.

Cilt kanseri gibi hastalıkları arttırması, kesikler nedeniyle enfeksiyonlara yol açması vb. sağlık sorunları bir yana, kadın ve erkek görüntüsündeki en önemli farklardan birisini konuşuyoruz. Bana göre bu durum, kadınların sürekli 3 numara tıraş olmaya zorlanmasıyla aynı derecede hoyrat ve hayata aykırı bir haldir.

Egemen güçlerin, ekonomik vampirlerin çıkarlarına bir halel getirmeyeceği için, önce nazlansalar da sonunda sakal ve kıyafet serbestliğinin geleceğini biliyorum. Hatta tıpkı Başörtüsü gibi olacak ve; sakal bile bırakabiliyorsunuz, Allah’tan daha başka belanızı mı istiyorsunuz, oturun oturduğunuz yerde ve düzene iman ile koşulsuz biat edin diyecekler. Baş örtüsü ve sakal gibi sorunlarda çözülünce İslam’ın başka bir sorunu kalmamış gibi davranmamızı bekleyerek, İslam dışı hükümlerin dolu dizgin koşturulmasına, faiz ve sömürü düzeninin devamına çalışacaklar. Biraz homurdanmaya başlayanları da nankör ve hain ilan ettirerek haklarından gelecekler. Daha da ilerisi, sözde verdikleri bu izinler sayesinde bizim de daha açık fikirli ve hoşgörülü olmamızı isteyecekler. Mesela eş-cinsellik ve türevlerini sapıklık ve hastalık olarak değil, bir yaşam tarzı ve tercih olarak görmemizi, eş-cinsel evliliklerini ve diğer kurumsal sapıklıklarını kabul etmemizi bekleyecekler.  Söylemedi demeyin.

Erkekler sadece kanun ve yönetmelik baskısı altında değil. Moda ve modernizm denilen sanal canavarlar toplumu çoktan pençesine almış ve istediği gibi giydirebiliyor. Kadınların bozulan tesettür algısı ve kıyafet şekilleri gibi, erkeklerin de kıyafetlerinin tesettür özelliğini kaybetmeye başladığını görüyor ve yaşıyoruz.

Kaç tane normal mağaza gezerseniz gezin, pileli erkek pantolonu bulamazsınız. Sadece hac-umre kıyafeti satan yerlerde ve gerçekten şalvar gibi kıyafetler alabilirsiniz. Halbuki; normal gömlek ve ceketle birlikte giyebileceğimiz, streçe sarılmış gibi  organlarımızın belirgin olmadığı, basen ve baldır kısmı yeterince geniş ve rahat bir pantolon giymek, bizim de hakkımız değil midir? Bu hakkı bize çok görürler çünkü modası geçmiştir.

İnsanlar almadığı için mi moda değil, moda olmadığı için mi üretilip satılmıyor tartışmasına girmek çok anlamlı değil. Hepimizde kabahat var. Demek ki yeterince yüksek sesle istemiyoruz veya isteğimizi belli etmiyoruz. Israrcı olamadığımız için, bize neyi layık görürlerse razı olup kuşanıyoruz. Günün sonunda, kadınlardan beklediğimiz haya ve tesettür davranışlarına ve görüntüsüne, biz erkeklerin de dikkat etme sorumluluğu vardır. Gözümüze sahip olmalı, kıyafetimize dikkat etmeliyiz. Unutmayalım ki, daracık pantolon ve benzeri kıyafetlerle kıldığımız namazlardan dahi güzel bir haya ve huşu duygusu alamayız.

Düşük bel, aşırı dar, bacaklar fora kıyafetlerin baskınlığından, bir süre sonra korkarım erkekler içinde tesettür kıyafetleri mağazaları açılır hale gelecek.

Sözün özü, sakal erkekler için fıtri bir durumdur ve hor görülmeden, dileyen herkes tarafından bırakılabilmelidir. Medeniyeti kıravat bağına indirgemek medeniyete hakarettir. İnsanlar temiz, derli toplu ve ortama uygun giyinebilecek şekilde özgür olmalıdır. Aşırılığa kaçanlar zaten iyot gibi sıyrılıp toplumsal gözetim altına girdiklerinden, kendiliğinden düzelme yoluna girecektir. Bir Müslüman erkek olarak hem Sevgili Peygamberimizin (s.a.v.) sünnetine icabet etmeyi, hem de kılıma, kıravatıma değil işime odaklanabildiğim huzurlu bir ortamda çalışmayı talep ediyorum. Sendikalarımızın gayreti ve yöneticilerimizin iyi niyetli yaklaşımları ile kronik sorunlarımız aşılmaya başlandı ve lakin, kanun ve yönetmeliklerle de  özgürlüklerin tanımlanmasını sağlamalıyız.

Rabbim milletimize yardım etsin, iyilik ve güzelliklerde buluştursun, şer işlerden uzak eylesin. Amin…

 

 

Kaynaklar:




Fransızlar Kudurmuş da, Bizler Masum muyuz?

Malumunuz olmuştur. Aralarında Fransa eski Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, üç eski başbakan, Yahudi ve Hristiyan cemaati temsilcileriyle yazarların da bulunduğu 300 kişi, Kur’an-ı Kerim’den “şiddet ve Yahudi karşıtı fikirleri yaydığı gerekçesiyle bazı ayetlerin çıkarılması” yönünde bir bildiri imzalayıp yayınladılar.

Tarihi gerçekler değişmiyor, Rabbimizin uyarıları da aynen tecelli ediyor.

Gayri Müslimler tiynetlerini belli ediyor, her zaman ve her fırsatta.

Onların gavurluğuna haklı olarak kızıyoruz da, onlara bu cesareti veren bizlerin, yani mevcut İslam ümmetinin hiç mi kusuru yok?

Adamlar bu hadsiz ve seviyesiz taleplerine gerekçe olarak; Müslümanlar zaten Kur’anı Kerimi dikkate almadan yaşıyor, bari bizleri rahatsız eden kısımları da çıkarmış olalım da resmiyet kazansın derlerse ne yaparız?

Allah bizlere akıl fikir ve gerçek hidayet nasip etsin ki maalesef;

  • Müslümanların yaşadığı devletlerin hemen hepsi, Kur’anı Kerim’in ayetlerini gündeminden ve hukukundan çıkarmış.
  • Hayatlarını İslama göre değil, Hristiyan-Yahudi ülkelerden devşirilen kanunlara göre düzenliyorlar.
  • Sözde İslam ülkesi olduğunu iddia edenler ise ya mezhepçilik peşinde, ya da İngiliz fitnesiyle kurulan Vehhabi hegamonyalarıyla ABD ve İngiliz kuklalığı yapıyor.
  • ABD ve diğer alçakların kurdukları sapık örgütler ile sürekli Müslümanlar katlediliyor.
  • Bizlerde, sırf Hristiyan Avrupa Birliğine girebilmek için 50 yıldan fazladır bekliyor ve arsız taleplerini karşılamaya çabalıyoruz.
  • Hristiyanlara şirinlik olsun diye, Atamız Fatih Sultan Mehmet Hanın emanetine hıyanetlik ederek, Ayasofya’yı müze-kiliseye çevirdik.

 

Daha neler var, neler!

Yediğimiz naneler sayıp dökmekle bitmez.

Hristiyan ve Yahudilere kızmadan önce, onlara bu cesareti verdiğimiz için kendimize kızmalıyız.

Fransızlar bizden sinsice bir intikam da alıyor.

Ceddimiz Kanuni Sultan Süleyman, bir mektubuyla Fransa’da yeni çıkan dans modasını yıllarca durdurmuştu, hatırlasanıza!

Biz unutsak da onlar unutmuyor.

Nereden nereye gelmişiz, eyvahlar olsun bize!

Kurt kocayınca köpeklere maskara olur hesabı.

Bizler kendi değerlerimize sırt çevirir ve gereğince yaşamazsak, Hristiyan – Yahudi  Avrupanın herzeleriyle işte böyle muhatap oluruz.

Sonradan hamasi tepkilerle de ancak kendi kendimizi avuturuz.

Elbette, tahrif edilmiş İncil ve Tevrat kitaplarında bir sürü uydurma ve tuhaf sözler var.

Elbette, tarihi katliamlar dizisi ile dolu Fransa ve benzeri ülkelerin bizlere karşı hezeyanları dikkate alınamaz.

Ancak bu durum, bizim kendimizle hesaplaşmamız gerektiğini örtemez ve erteleyemez.

Belli ki düşman uyumuyor.

Uyan ey Müslüman!

Boş bıraktığın yerleri İslam düşmanları çoktan işgal etmiş de, maddi-manevi katliamlar yapıyor ayan beyan.

Sen hala lüzumsuz işlerle, senlik-benlik kavgalarıyla, kısır siyasi çekişmelerle mi vakit öldüreceksin?

Öyle bir kalk ki, değil böyle alçakça bildiriler ve karikatürler yayınlamayı, akıllarından bile geçirmeye cesaretleri olamasın!

Ya Rabbi, Müslümanları derin gaflet uykusundan uyandır, ihlas ve uhuvvet bağlarını güçlendir.

Şüphesiz ki, Sen her şeye Kadir’sin…

Amin…

 

Kaynaklar:

https://www.yenisafak.com/kultur-sanat/fransizlara-dansi-100-yil-unutturan-mektup-437628

-Görsel: http://en.rfi.fr/france/sarkozy