Duruşumuz Belli Olsun!

 

Derdimi dermanın sahibine açarım,
Kendini Rab sananlar ırgalamaz beni!

Zulmü durduramazsam yanından kaçarım,
Şeytanın askerleri dost bilemez beni!

Zorbalığı hak sananlara çok şaşarım,
Yalancı şahit gibi alamazlar beni!

Zulmü durduramazsam bari bağırırım,
Dutlu bülbül gibi susturamazlar beni!

Mazlumları görünce düşer kanatlarım,
Zalim nutuklarla uçuramazlar beni!

Bir garip aciz kulum çoktur günahlarım,
Rabbimden izinsiz kurtaramazlar beni!

İstanbul 2019




Bir Çırpıda #SüresizNafaka

Soru: Nafaka nedir? Kaç çeşittir?
Cevap: Bir insanın geçinebilmesi için gerekli asgari maddi miktara genel olarak nafaka denir. Türk Medeni Kanununda((TÜRK MEDENİ KANUNU)) 4 çeşit nafaka tanımlanmıştır.
1-Tedbir Nafakası: Madde 169- “Boşanma veya ayrılık davası açılınca hâkim, davanın devamı süresince gerekli olan, özellikle eşlerin barınmasına, geçimine, eşlerin mallarının yönetimine ve çocukların bakım ve korunmasına ilişkin geçici önlemleri re’sen alır.”
2- Yoksulluk Nafakası: Madde 175- “Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan malî gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir. Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz.” Yoksulluk nafakasının süresiz bağlanacağı hükmü, yürürlükten kaldırılmış bulunan 743 Sayılı eski Türk Medeni Kanununa ilk defa 1988 yılında eklenmiştir.
3- İştirak Nafakası: Madde 182 – ” … Velâyetin kullanılması kendisine verilmeyen eşin çocuk ile kişisel ilişkisinin düzenlenmesinde, çocuğun özellikle sağlık, eğitim ve ahlâk bakımından yararları esas tutulur. Bu eş, çocuğun bakım ve eğitim giderlerine gücü oranında katılmak zorundadır. …”
4- Yardım Nafakası: Madde 364- “Herkes, yardım etmediği takdirde yoksulluğa düşecek olan üstsoyu ve altsoyu ile kardeşlerine nafaka vermekle yükümlüdür. Kardeşlerin nafaka yükümlülükleri, refah içinde bulunmalarına bağlıdır. Eş ile ana ve babanın bakım borçlarına ilişkin hükümler saklıdır.”

Soru: Süresiz nafaka nedir?
Cevap: Boşanma davası açıldığında, Hakim re’sen veya taraflardan birinin talebini uygun görmesiyle dava bitene kadar geçim desteği olmak üzere Tedbir Nafakası tayin eder. Dava boşanma ile sonuçlanınca tedbir nafakası genellikle yoksulluk nafakasına çevrilir. 1988 yılına kadar yoksulluk nafakası en fazla 1 yıl bağlanabiliyordu. 1988’de kanun maddesine “süresiz” ifadesi eklenerek ucu açık, vadesi belli olmayan ödeme mahkumiyeti verilebilir oldu. Nafakanın süresiz olmasının doğal sınırı taraflardan birinin ölmesi, nafaka alan kişinin resmen evlenmesi veya yüksek maaşla bir işe girmesidir. Yargıtayın son kararlarında asgari ücretle çalışmanın nafakanın kesilmesine neden olamayacağı yer almıştır. Süresiz nafaka alanlar, her yıl nafaka arttırım davaları açabilmekte, davayla ilgili her türlü masraf da nafaka ödeyene yüklenmektedir. Nafakasının kesilmesini istemeyen kişiler, sigortasız ve kayıt dışı çalışmakta, başka birisiyle evlenmek yerine resmi nikahsız dost hayatı yaşamaya devam etmektedir. Süresiz nafaka ödemek istemeyen tarafın nafaka iptal davası açarak meşru ve geçerli gerekçeler göstermesi gerekmektedir. Nafaka alanın başka biriyle yaşadığını veya bir işte çalıştığını ispat etmesi gerekir. Ancak gerekli bilgileri araştırması da kişisel bilgilerin gizliliği ile ilgili mevzuat yönünden suç sayıldığı için, kabul görmemektedir. Sonuç olarak, nafaka ödeyen kişi ölene kadar gittikçe artan bir borcu ödemeye mahkum edilmiş olur. Buna Süresiz Nafaka köleliği veya eziyeti diyoruz.

Soru: İslam’da nafaka nasıldır?
Cevap: İslam’da nafaka aslında evlilik içinde önemsenen bir husustur. Erkekler ev ahalisinin nafakasını temin etmekle sorumludur. Ahaliden kasıt karısı ve çocuklarıdır. Ayrıca evinde yaşayan anne-baba gibi büyükleri varsa onlara da bakmak zorundadır. Erkeğin karısına asgari kendi şartları içinde yedirme, giydirme ve barındırma sorumluluğu vardır. Karısı zengin de olsa, fakir de olsa bu sorumluluğu üzerinden kalkmaz. Bir kadının kocasının ölmesi halinde 4 ay 10 gün, boşanması halinde 3 ay 10 gün, hamileyse çocuğunu doğurana kadar başka bir erkekle evlenmesi haramdır yani caiz değildir. Bu zorunlu bekleme süresine iddet denilir. Kocası ölmemişse, boşandığı kadının iddet süresi kadar nafakasını temin etmesi üzerine borçtur. İddet süresi dolunca, kadın artık hür ve başkasıyla evlenebilir durumda olduğundan, eski kocasının nafaka borcu da sona erer. Şayet çocukları varsa 7 yaşına gelene kadar erkeğin rızası ile boşandığı kadının yanında durabilir. Bu süre içinde çocukların nafakasını yani tüm masraflarını karşılamak yine erkeğin borcudur. Çocukların babanın velayetinde olması esastır.((https://webdosya.diyanet.gov.tr/DiyanetAnasayfa/UserFiles/DiniBilgiler/ilmihal_cilt_2.pdf))

Soru: Nafaka ile bağlantılı sorunlar nelerdir?
Cevap:
* Boşanma davası açıldığında, aldatan tarafta olsa tedbir nafakası bağlanıyor. Aldatılan eş, boşanmak istediği aldatan eşine bir de nafaka ödemeye mahkum ediliyor.
* Süresiz nafaka borcu her yıl nafaka arttırım davalarıyla çoğaltılıyor. Bu mahkemelerin ortalama 3-4 Bin TL tutan masrafı da nafaka ödeyenin üzerine yıkılıyor.
* Nafaka alan tarafın işe girmesi ve asgari ücretle çalışması bile nafakanın kesilmesine yeterli görülmüyor.
* Aldatılan taraf, başkasından peydah edilen çocukların iştirak nafakalarını da ödemeye mahkum ediliyor.
* Nafaka borçlusu ödeme güçlüğüne düştüğünde tazyik hapsine atılıyor. Hapiste geçirdiği sürede borcu işlemeye devam ediyor.
* Süresiz nafaka mahkumu kişinin sosyal ve ekonomik durumu, sağlığı, yeniden yaptığı evliliğindeki eş ve çocuklarının hakları gözetilmiyor. Vadesi belli olmayan ömür boyu borç ile, 10 günlük evlilikten sonra dahi, 29 yıl süren ve devam eden nafaka mahkumiyeti verilebiliyor. Yatalak veya engelli taraflar nafaka ödemek zorunda bırakılıyor. Bazı vakalarda eski eşin nafakasını ödeyebilmek için 2. eş de çalışmak zorunda kalıyor.
* Nafaka ödemeleri çocukların üzerinden tehdit amacıyla kullanılıyor. Nafakasını ödeyemeyen tarafa çocukları gösterilmiyor. Bazı durumlarda nafaka ödense bile art niyetle gösterilmediği için, ancak icra yolu ile çocuk görüşleri sağlanıyor. İcra yolu da nafaka ödeyeni ekonomik ve psikolojik yıpranmaya maruz bırakıyor.
*Uzun süren boşanma davaları ve sonrasındaki nafaka zorlamaları, şiddet ve cinnet nedeni olabiliyor. Cinayet ve yaralamaya psikolojik ortam hazırlıyor.

Soru: Nafaka için ne yapılması isteniyor?
Cevap: Nafakayı etkileyen en önemli hususlardan birisi boşanma davalarının aşırı uzun sürmesidir. Uzun süren davalar tarafların özgürlüklerini kısıtlıyor, ekonomik zorluk yaşatıyor, koparılamayan evlilik bağları yüzünden çatışma ve şiddet kaynağı oluşturuyor, kendi düzenlerini kurmalarını geciktiriyor, çocuk varsa onları da kötü yönde etkiliyor. Boşanma davalarında genellikle tedbir nafakasının bağlanması da ayrı bir külfet oluşturuyor. Yani, Türkiye’de evlenmek çok kolay ama boşanmak zor ve uzun sürüyor. Boşanma davalarında hedef süre sınırı konulması, taraflar arasında fiili ayrılık varsa, artık aynı evde yaşamıyorlarsa tedbir nafakasının bağlanması ancak, tedbir nafakasının da yoksulluk nafakası yerine sayılarak en çok 6 ay, hamilelik durumu varsa en çok 1 yıl süreli olması gerekir. Bu süreleri aşan her durumda nafaka ödeyen taraf mağdur edilmektedir. Meşru ve helal bir durum söz konusu değildir. Şayet bu süre dolduktan sonra nafaka alan tarafın ekonomik zorluğu devam ediyorsa TMK 364. maddesi işletilerek üstsoyu ve altsoyunun, yani aile ve akrabasının yardım nafakası ödemesi sağlanmalıdır. Onlar da yoksa veya ödeme zorluğu yaşıyorsa sosyal devletin devreye girerek mağdur tarafa iş, eğitim ve kendisi kazanana kadar maddi yardım desteği verilmelidir.

Soru: Nafakada ne istenmiyor?
Cevap: Tedbir nafakası ayrı, yoksulluk nafakası ayrı hesap edilmemelidir. Mahkemenin uzaması boşanan tarafların kusuru sayılamaz. Maddi külfeti de nafaka yükümlüsüne atılamaz. Fiili ayrılık var ise, tedbir+yoksulluk nafakası toplam 1 yılı geçmemelidir. Aldatan tarafa, her ne şekilde olursa olsun nafaka bağlanmamalı, çocukların velayeti verilmemelidir. İştirak nafakası paralı bakıcılığa dönüştürülmemeli, tarafların velayet gücünü silah olarak kullanması engellenmeli, velayeti elinde tutanın sorumluluk ve masrafları üstlenmesi esas olmalıdır. Şayet geçim zorluğu var ise, iştirak nafakasının arttırımı ile birlikte çocuklarla birlikte geçirilecek süre de arttırılmalıdır. Çocukların ana – baba  hakları gözetilmelidir. Nafaka borcunu ödeyemeyen taraflara verilen tazyik hapsi cezası acilen iptal edilmeli, halen bu suç iddiasıyla hapiste tutulanlar salıverilmelidir.

Yoksulluk Nafakasının Süresi Hakkında Twitter Anketi ve Sonuçları




Sizce Hangi Sözleşme Daha Zararlı?

Eğitim ve Aile yapımıza zararı tartışılmaz olan bu 3 anlaşma hakkında, vatandaşlarımızın görüşünü merak ederek, sizce hangisi daha zararlıdır şeklinde bir twitter anketi düzenledim. 309 kişinin oylaması ile çıkan tablo, önemli bir ibret ve derin bir oyunun vesikası oldu. Bu anketten yola çıkarak düşünce ve tespitlerimi paylaşmak istiyorum.

Milletin eğitimini ABD’nin kontrol ve tekeline sokan, yani nesiller boyu yerinde saymamıza, ilim ve irfanda geride kalmamıza, sürekli yapbozlarla nesilleri heba etmemize neden olan ve resmen ABD mandasına girişimizin delili olan anlaşma, Fulbright Anlaşmasıdır. Kaldı ki bu anlaşmanın uygulanmasını denetlemek için kurulan komisyonun adı da “Birleşik Devletler Eğitim Komisyonu“dur. İnanmayan veya henüz duymayanlar TBMM’nin resmi adresinden((https://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/KANUNLAR_KARARLAR/kanuntbmmc032/kanuntbmmc032/kanuntbmmc03205596.pdf)) bakarak görebilirler. Neslimizi eğitim alanında kurutmaya hedeflenen bu müstemleke anlaşması, 1946 yılında CHP ve İsmet İNÖNÜ Hükumeti tarafından imzalanmıştır.

Toplumsal Cinsiyet Eşitliği fitnesini ilk defa ortaya atan ve geleneksel kadın-erkek rollerine, yani aslında din ve kadim geleneklere dünya çapında savaş açan sözleşme, Birleşmiş Milletler CEDAW Sözleşmesidir((https://www.tbmm.gov.tr/komisyon/kefe/docs/cedaw.pdf)). Bütün şeytani emellerinin önüne de kadınları koyarak, güya onları koruma adına yuvalarından koparmak ve annelikten uzaklaştırmak amacıyla tasarlanmıştır. Sonrasında yapılan ek sözleşmelerle kendi komiser grubu olan GREVIO komisyonunu “Kadınlara Karşı Ayrımcılığın Önlenmesi Komitesi” adıyla her ülkede kurdurarak, feminist ve hatta terör sempatizanı kadın gruplarının bu alanda cirit atmasını, LGBTQ+ sapkınlıklarının yayılmasını sağlamıştır. Mesela, İstanbul’da 1993 yılında kurulan “Kadının İnsan Hakları – Yeni Çözümler Derneği“, birçok feminist ve LGBTQ+ oluşumlarına üye olarak faaliyet gösteriyor. Bahsettiğim gruplar ile birlikte düzenli olarak CEDAW Komitesini etkilemek için “CEDAW Türkiye Gölge Raporları“ hazırlayarak Türkiye adına alternatif bilgilendirme, şikayet, karalama ve karar vericileri etkileme faaliyeti gösteriyor. Bu aile yıkım sözleşmesi de maalesef alnı secdeli dindar liderlerimizden Turgut ÖZAL tarafından 1985 yılında imzalandı ve işletildi.

Aile yapımızı parçalama projesinin, Avrupa Birliğinde tasarlanan son halkası da İstanbul Sözleşmesi olmuştur((https://rm.coe.int/1680462545)). Bu sözleşmenin içerdiği maddelere uygun ifadelerden birisi olan “farklı aile formlarının toplumlara öğretilmesi” yani eşcinsel ve benzer sapkın evliliklerin tanınması anlamına gelen cümlelerin yer aldığı AB Bildirgesine, 2010 yılında imza atmayan zamanın Aile Bakanı Sayın Selma Aliye KAVAF, büyük bir kumpas ve planlı medyatik saldırılar neticesinde görevden alınmıştır. Yerine gelen Sayın Fatma ŞAHİN ise kısa sürede bu sözleşmenin, hem de İstanbul’da imzalanmasını sağlayarak, büyük bir başarı (!) göstermiştir. Sonrasında çıkarılan 6284 sayılı yasa ve uygulamalarının aileleri nasıl dağıttığını, boşanma ve nafaka kaynaklı kadın cinayetlerinin nasıl patlama yaptığını, hep birlikte dehşetle izliyoruz. Bu şeytani İstanbul Sözleşmesini de, halkın büyük bir teveccühle iktidara getirdiği Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN’a 2011 yılında imzalattılar. Yani, bizi bize vurduruyorlar.

Şu 3 sözleşme içinde, aslında en zararlıları olan Fulbright ve CEDAW yerine, İstanbul Sözleşmesinin ankette oy patlaması yapmasının bir başka şeytani hedefi de, halkın en son ve en çok sevdiği liderinden soğutulması ve çaresiz bırakılmasıdır. Böylece hem geçmiş günahların üstü örtülecek, hem de şimdiki liderin aşırı yıpratılarak icraat yapamaz hale gelmesi sağlanacaktır. Sayın Cumhurbaşkanı bu tuzağı fark etse bile, aşırı velvele, yerli-yabancı feminist akımların medya destekli baskı ve yönlendirmeleri, sapkın ve anarşist güçlerin şerlerinden çekinerek, sözleşmelerden çıkması önleniyor. Bu hain odaklar en mahrem yere kadar ulaşarak, Sayın Emine ERDOĞAN’ın demeçlerini bile istedikleri şekilde yönlendirebilecek sinsiliğe ve etki gücüne sahiptir. “Sevgili aileler, lütfen çocuklarımızı engel, cinsiyet, ırk gibi farklılıklara karşı nötr yetiştirelim.” demecindeki NÖTR kelimesi sapkınlıkları normalleştirme ve kabullenme amacına hizmet etmektedir. 18 yaş altı genç evliliklerini de batılıların jargonuyla “Çocuk yaşta zorla evlilik hiçbir surette kabul edilemez ve en büyük şiddettir, insan hakları ihlalidir, suçtur. Daha çok kızlarımız erken evliliğin mağduru olmaktadırlar. Bu, kadın haklarının dahi hiçe sayılması anlamına gelir.” şeklinde ifade etmesi, dinle ve diyanetle, toplumun gerçekleriyle çelişmektedir. 18 yaş altı gençler 13 yaşından itibaren flört edebilir, 15 den sonra rıza ile cinsel ilişkiye girebilir. Karşı çıkan olursa İstanbul Sözleşmesine ve yasalarımıza göre o bir “KADIN” dır. Ama zina yapmak yerine, helalinden ve her tarafın rızası ile evlenmeye kalkarsa birden bire “ÇOCUK” olur. Evlendirenler veya evlenen gençler tecavüzcü olarak damgalanıp hapse atılır. Gerçek sapık ve tecavüzcülerin arasında tutulur. Tıpkı halen hapiste olan 8.000 civarındaki genç evli, başka da bir suçu olmayan kardeşlerimiz gibi. Bu gençlerin dışarıda sahipsiz kalan eş ve çocuklarını kimse sormaz. Twitter mesajlarından, hapse atılan kocalarının bırakılmasını isteyen onlarca mağdur genç kadının şikayet videolarını izleyebilirsiniz.

Bu kirli oyunun bir an önce boşa çıkarılması, halkın ve ümmetin ümitlerini bağladığı Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN’ın bu şeytani halkadan koparılması gerekir. Bütün bunları görüp bildiği halde müdahale etmeyen ve hakkı söylemeyen, yetkili veya ilgili kişilerin tamamı, ya gerçek birer haindir veya ehliyetsiz ve liyakatsiz, beceriksiz birer gafildir. Yüce Mevla’m her şekilde bunlardan kurtarsın ve liderlerimize hakkı eğip bükmeden konuşan, hayra çağıran, şerden uzaklaştıran gerçek vatansever, hakiki dindar, ehil ve liyakatli yardımcılar göndersin.




Bir Çırpıda #ABO

Soru: ABO nedir ve kimleri etkiler?
Cevap: Aylık Bağlama Oranı demektir. SGK kapsamında olan herkesi etkiler. ABO’nun güncel oranları 2008’de çıkarılan 5510 sayılı kanunda belirlenmiştir. Emekli olanların maaşı 3 dönem dikkate alınarak hesaplanır.
a) 2000 yılı ve öncesi dönem => Çalışanlar için ABO’nun en iyi olduğu dönemdir. Çalıştıkça maaşı arttıran hesabı esastır.
b) 2000 – 2008 arası dönem => ABO oranları düşürülmüştür. Çalışanlara tavan uygulaması gelmiştir.
c) 2008 ve sonrası dönem => ABO’nun ve tavan tutarlarının en düşük olduğu dönemdir. Sadece asgari ücretle emekli olan bir kişinin emekli maaşında 1.000 TL den fazla kesinti yapmıştır. Asgari ücretle 2018’de emekli olanlara 800 TL civarında maaş bağlanmıştır. 2019 başında seyyanen zam yapılarak emekli maaşlarının en az 1.000 TL olması sağlanmıştır.
Emekli olacak bir kişinin 2008 yılı sonrasındaki çalışma süresi uzadıkça ABO yüzünden emekli aylığı yıllık 60-70 TL düşmektedir. EYT mağdurları zamanında emekli olamadıkları gibi, çalıştıkça emekli maaşları düşürülerek çifte zulme maruz bırakılmaktadır.

Soru: ABO sadece EYT’yi mi ilgilendiriyor?
Cevap: Hayır. İşçi, memur veya esnaf fark etmeksizin, 2008 yılından itibaren çalışan ve çalışacak herkes etkilenmektedir. ABO yüzünden fazla çalışanın, yani fazla prim ödeyenin fazla emekli maaşı alacağı bir imkân kalmamıştır. Yeni emekliler de hiçbir zaman eski emekliler kadar maaş alamayacaktır.

Soru:  ABO için ne yapılması gerekir?
Cevap: Bu ABO ile insanların emekli olarak yuvasına çekilmesi imkânsızdır. Türk-İş’in Ekim 2019 tarihli 4 kişilik bir ailenin aylık Açlık Sınırının 2.058 TL olduğu dikkate alınırsa, 1.000 -1.600 TL aralığında yığılan emekli maaşları ile yaşamanın mümkün olmadığı görülecektir.
Bu ABO; kimse emekli olmasın, emekli olan tekrar çalışsın, aldığı paranın hayrını görmesin, ancak karnını doyursun, sosyal veya kültürel bir faaliyette bulunmasın diyor!
ABO oranları acilen yükseltilmeli, her emeklinin en azından asgari ücret kadar maaş alabilmesi sağlanmalıdır.




Bir Çırpıda #EYT

Soru: EYT  Ne demektir ve kimlerdir?
Cevap: 8 Eylül 1999’da çıkarılan 4447 sayılı kanunla emeklilik için prim ve yıl süresinin dışında yaş şartı da getirilmiştir. Artık erkekler 60 kadınlar 58 yaşında emekli olacaktır. Bu kanun anormal şekilde geçmişe doğru da yürütülmüş ve önceden işe girenleri de aynı şekilde kapsamıştır. Fazilet Partisinin Anayasa Mahkemesine itirazı ile 2002 yılında eski çalışanlara kademeli yaş engeli getirilmiştir. Emeklilik için gerekli prim günü ve çalışma yılı dolduğu halde, kademeli yaşını beklemek zorunda bırakılan Emekli Sandığı, SSK ve Bağ-Kur sigortalılara Emeklilikte Yaşa Takılanlar yani kısaca EYT denilmektedir.

Soru: EYT’ler ne istiyor?
Cevap: 4447 sayılı kanunun geriye dönük işletilmesinin kaldırılmasını ve eski kanunla işe başlayan kişilerin yine eski kanun hükümleriyle emekli olmasını istiyor. Yıl ve prim şartını tamamlayanların ( erkeklerde 25 yıl, kadınlarda 20 yıl ve 5.000 gün prim) emekliliğe ayrılması talep ediliyor. “Kanunlar aleyhte geriye yönelik işletilemez” evrensel hukuk kuralına uyulmasını istiyor.

Soru: EYT’ler ne istemiyor?
Cevap:
• 4447 sayılı kanun ve sonraki mevzuatla getirilen emekli yaşının düşürülmesini istemiyor.
• Muktesep haklarının dışında yeni bir ayrıcalık veya avanta ödeme istemiyor.
• Aynı kanunla emekli olan eski emeklilerden daha fazla prim ödediği halde, daha az emekli maaşı almak istemiyor (ABO konusu).
• Fazlasıyla prim ödediği halde işsiz kaldığında ilaç ve hastane masraflarını cebinden ödemek istemiyor.
• Emekli olmak istemese de ileri yaşlarda işsiz kaldığında ortada kalmak istemiyor. Devlet en sıradan işler için bile 35 yaştan büyüğünü almıyor. Özel sektör yaşlı işçi tercih etmiyor. Aile babaları gençlerle ve onlara teşvik veren İş-Kur ile haksız rekabete girmek istemiyor.

Soru: EYT’lere hakları verilirse gereken bütçe nereden bulunacak?
Cevap: Gereken bütçe onların zaten fazlasıyla ödediği primlerden bulunacak. Bankaya vadeli para yatıranlara, vade dolunca banka nasıl bütçe yok diyemezse, SGK ve devlette EYT’ler için bütçe yok diyemez. Hükumet bütçe darlığı yaşıyor ise, tıpkı bankalara, inşaatçılara veya futbolculara acıyarak bulduğu gibi, kendi hakkını talep eden EYT’lere de bütçe bulmak zorundadır.




Savaşlar Hiç Bitmedi, Sadece Şekil Değiştirdi!

Yakın zamanlarda meydana gelen I. ve II. Dünya savaşlarından sonra, devletlerin doğrudan karıştıkları savaşlarda sayıca azalma görülmesine rağmen, savaş sayılabilecek olaylarda ölen veya etkilenen insanların sayısında sürekli bir artış var. Üstelik zarar gören bu insanların, çok büyük bir kısmı da Müslümanlar!

11 Eylül saldırıları gibi planlı tezgahların bahane edilerek, Irak ve Afganistan’ın fiilen parçalanması, Libya’nın işgal edilerek bölünmesi gibi olayların temelinde, tarihsel haçlı zihniyetinin ve siyonist fırsatçılığının yoğurduğu yağma ve sömürü zihniyeti vardır ve hiç değişmemiştir.

Küresel eşkıya devleti ABD, bir ülkeye göz koyduğunda topyekun sivil-asker demeden uzaktan ve korkakça bombalarla yok etmeye çalışıyor. Afganistan, Suriye, Pakistan, Libya ve Irak ülkelerinde görüldüğü üzere, çoğu kere doğrudan çatışmalara girmekten kaçınıyor. Kendisinin kurup donattığı, eğitim verdiği Müslüman görünümlü haçlı ve siyonist köpeği örgütlerin çıkardığı kaostan besleniyor. Bu ülkelerdeki varlığı savaşmaktan ziyade, gayri meşru terörist çocuklarını beslemek ve onlara lojistik destek vermek içindir. DEAŞ ve PYD-PKK teröristlerine, kaç bin kamyon silah ve mühimmat verdiğini sayamaz olduk artık!

PYD, YPG, PKK, DEAŞ, El Kaide, Boko Haram gibi terör örgütleri nedense hep Müslümanları öldürüyorlar.  Suriye’de DEAŞ’ın saldırdığı bazı sivil Hristiyanlar dışında, Hristiyan veya Siyonist ülke güçlerine saldırmadılar! Köşeye sıkıştıklarında veya aşırı yaralıları çıktığında, ABD ve İsrail tarafından doğrudan korumaya alındılar ve hatta tedavi edildiler. Bu lanetli terör örgütlerinin biricik amaçları, sahiplerinin emrettikleri yerlerde istikrarı bozmak, mümkün olduğu kadar can ve mal kaybına neden olmak, Müslümanlar arasında birliği değil korku ve güvensizliği beslemek, İslam’ın gerçek mesajının dünyaya yayılmasını önlemek ve tam tersine suni İslam korkusunu büyütmektir.

Bu yapılan ahlaksız, ilkesiz ve acımasız saldırılara Vekalet Savaşları deniyor. Emperyalist ülkeler, artık sahadaki terör örgütleri üzerinden savaşıyorlar. Hem can kayıpları olmuyor, hem her tarafa silah satarak para kazanıyor, hem petrol ve diğer zenginlikleri neredeyse bedelsiz sömürüyor ve hem de çatışmalar kontrolden çıktığında veya işlerine gelmediği sırada, olayları durdurarak kahraman ülke taklidi yapıyorlar. Terör  yüzünden İslam ülkelerinin enerjisi ve zenginlikleri boşa harcanıyor, insanları kırılıyor, maddi ve manevi çöküş sürecine giriyorlar.

FETÖ gibi kukla örgütler de içimize kadar sirayet edebildiği için, onlarla uğraşmaktan kuklacı zalimlere dönemiyoruz. Kuklaların başarısı, efendilerinin amaçlarının gizlenmesine ve güçlenmesine hizmet ediyor.

Şükürler olsun ki, artık vekalet savaşlarında kullanılan maşaları rahatlıkla görebiliyor ve Suriye harekatlarında olduğu gibi, vatanımızdan süpürebiliyoruz. Terör örgütlerine karşı mücadeleyi, Kahraman Güvenlik Güçlerimiz hem yurt içinde, hem de yurt dışında başarıyla veriyor.

Fiziksel savaş unsurları ve taşeronlarına karşı gösterdiğimiz başarının tam zıddı olarak; sosyal, ahlaki ve psikolojik savaşta işgal edilmemiş bir bölgemiz kalmadı! Derin bir kültürel yağma ve erozyona maruz kaldık.

Vekalet savaşları sadece terör örgütleri üzerinden yapılmıyor çünkü. Düşmanın hava kuvvetleri yerine, havadan sinyallerle yuvalarımıza doğrudan giren TV ve İnternet güçleriyle işgal altındayız. Bizleri yok etmek isteyen düşman ülkelerin silahlı askerleri yerine, “kökümüzü kazımaya” yemin etmiş feminist dernekler, medya, kökü dışarıda amaçları karanlık LGBTQ+ ve türevleri sapkın örgütler, masonik mihraklar, içimize sokulmuş truva atı gibi çalışan KADEM gibi başkalaşmış dernekler, her türlü şeytanlıkta ve ahlaksızlıkta gönüllü misyonerliğe soyunan sanatçı/ünlü müsveddeleri ve tüm bunların sistematik baskılarıyla değiştirilip eziyete dönüştürülen yasal mevzuatımız var!

İşgal kuvvetlerinin zihniyetini savunan, aklını ve gönlünü kiraya veren, İslam ve aile düşmanı ideallerini benimseyerek, yasalar ve sözleşmeler yoluyla içimize almaya çalışan siyasilerimiz var. Bütün bu saldırı akınlarından bihaber gibi davranan, bizden bilip inandığımız, ama hüsranlarımıza dönüşen liderlerimiz var.

Marshall Planı ve Anlaşması kapsamında ekonomik büyümesi ve sanayileşmesi, yardım kılıfında durdurulan Türkiye’nin, gelecek nesillerinin eğitimleri de Fulbright Anlaşması ile ipotek altına alınmış,  sosyal kalkınma ve iyileşmesinin önüne geçilmiştir. Bu iki anlaşma, resmen ABD hegemonyasına girişimizin açık delilleridir.

Siyonist mihrakların, tüm dünyadaki nüfusu radikal şekilde düşürmek üzere, aile yapılarının çökertilmesi için tasarladığı CEDAW ve İstanbul Sözleşmesi hız kesmeden toplumu ifsad etmeye, aile kurmayı zorlaştırmaya, kadın ve erkek arasındaki çatışmayı körüklemeye devam etmektedir. Kadın cinayetlerinin yapılan bunca kanuni düzenlemelere rağmen artması, evlenme oranlarının düşmesi, boşanmaların çoğalması bu alçak hedeflere ulaşıldığını gösteriyor.

Vekalet savaşlarının maddi cephelerinde sağladığımız başarının, manevi cephelerde de yaşanması için; hep birlikte tövbe etmeye, Rabbimize yönelmeye ve sabır-şükür dairesi içinde çalışmaya ihtiyacımız var. Şeytana ve şeytanın askerlerine kaptırılacak bir tane bile evladımız yoktur! Hiçbirisinden vazgeçemeyiz, boş verip pes edemeyiz! Ailemizi ve neslimizi hedef alanlara hoşgörüyle sessiz kalamayız! Sadece yaptıklarımızdan değil, yapmamız gerekirken yapmadıklarımızdan da hesaba çekileceğiz!

Yüce Rabbim bizlere hidayet versin. Hak yolunda buluşmamız ve gayretimiz için yardım eylesin…

Görsel Kaynağı: https://2.bp.blogspot.com