Allah Adildir, Kullarının Çoğu Zalimdir!

18 Ekim Pazar günü İstanbul Kadıköy rıhtım meydanında, süresiz nafaka, çocuk haczi, iftira beyanıyla mağdur olanlar ve yakınlarının kurduğu dernekler ve platformlar seslerini duyurabilmek için eylem yapmışlardı. Müsait olmadığımdan yanlarına gidemedim ama, sanal ortamda destek vermeye çalıştım. Ertesi gün de aynı amaçla aşağıdaki mesajı twitter  hesabımdan yayınladım:

⇒Allah CC Adildir! Yetkisiz sorumluluk yüklemez! Ör: Erkeğin Kavvam denilen Aile Reisliği ve Mihr borcu.
⇒Kullar zalimdir! Bütün yetkileri alıp sınırsız sorumluluk yükler! Ör: Erkeğin yok edilen Aile Reisliğine karşılık #SüresizNafaka köleliği!

Sevdiğim bir abimiz bu mesajın üzerine bana özelden aşağıdaki soruları yöneltti. Sadece ona cevap vermek yerine, yazıya çevirerek umuma paylaşmayı daha faydalı gördüğüm için bu yazıyı derliyorum. Yazının hata, eksik ve kusurları bana aittir. Sınırlı ilmim ve aklımla anladıklarımı yazmaya çalışacağım. Yapıcı eleştiriyle yapılan yorumlar olursa yazıda sonradan düzenlemeler yapabilirim. Yüce Mevla’m hayırlı ve faydalı kılsın, eksiğimi tamamlasın, hatalarımı affetsin. Amin 🙂

Sorular:
1. Allah yetkisiz sorumluluk yüklemez, doğru cümle midir?
2. Yetki-sorumluluk bağlamı adalet midir?
3. Kavvam’ın anlamı aile reisliği midir?
4. Mehir nedir?
5. Mehir neyin bedelidir?
6. Nafaka nedir?
7. Süresiz nafaka genel midir? Hangi durumlarda uygulanır? Fıkıhta durumu nedir?
8. Kocanın maişet sorumluluğu ile Mehirin alakası nedir?
9. Allah için konuşmak ve Allah adına konuşmak. Farkı nedir ?

Cevaplar:

  1. Allah yetkisiz sorumluluk yüklemez, doğru cümle midir?
    Türk Dil Kurumuna göre yetki: “Bir görevi, bir işi yasaların verdiği imkânlara göre, belli şartlarla yürütmeyi sağlayan hak, salahiyet, mezuniyet” demekmiş.((https://sozluk.gov.tr/)) Benzer şekilde Allah’ın da kullarını bir şeylerden sorumlu tutmadan önce, o işleri yapabilecek imkanlar ve yetenekler verdiğini, verdiği imkan, beceri ve nimet gibi değerlerin karşılığında belirli sorumluluklar yüklediğine inanıyorum. En başında akıl nimetini sayabiliriz. Allah akıl sahiplerini kendisine iman etmekle sorumlu tutmuştur. İslam dini, aklı başında insanları muhatap alır. “Bu Kur’an; kendisiyle uyarılsınlar, Allah’ın ancak tek ilah olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri düşünüp öğüt alsınlar diye insanlara bir bildiridir.” (İbrahim/52)((https://kuran.diyanet.gov.tr/mushaf/kuran-meal-2/ibrahim-suresi-14/ayet-43/diyanet-isleri-baskanligi-meali-1)) Zekat sorumluluğu asgari zenginlik şartlarını taşıyan Müslümanlar üzerindedir. Twitter kısıtları içinde ilk cümlede anlatmaya çalıştığım şey de buydu. Erkeklere aile içinde yöneticilik yetkisi verilmiştir. Ama bunun karşılığında evliliğe ilk adım atılırken verilen veya sözü kesilen mihr (kadınların evlenmeye olan rızaları karşılığında hak olarak aldıkları maddi bedel) gibi maddi sorumlulukları hemen başlamaktadır. Evlenen erkeğin kavvamlığın gereği olarak evin geçimini, hanımın ve çocukların giyim kuşamlarını karşılaması gibi temel sorumlulukları vardır.
  2. Yetki-sorumluluk bağlamı adalet midir?
    Yetki ifadesini sadece bir güç seviyesi olarak değil, daha geniş anlamda bir imkan veya kabiliyet olarak düşünürsek adalettir. Örneğin kişinin göz zinasıyla ilgili hesaba çekilebilmesi için öncelikle görme yeteneğinin var olması gerekir. Görme yeteneği aynı zamanda dilediğini görebilme, bakabilme yetkisini de sağlar. Seçme hakkı olan insanlar, tercihlerinin sonuçlarıyla yüzleşirler. “Semûd kavmine gelince biz onlara doğru yolu göstermiştik. Ama onlar körlüğü hidayete tercih etmişler ve yaptıklarına karşılık, alçaltıcı azap yıldırımı onları çarpmıştı.” (Fussilet/17)((https://kuran.diyanet.gov.tr/mushaf/kuran-meal-2/fussilet-suresi-41/ayet-12/diyanet-isleri-baskanligi-meali-1))
  3. Kavvam’ın anlamı aile reisliği midir?
    Osmanlıca lügat anlamına bakılınca kavvam: “Nezaret ve muhafaza eden kimse. İşlerin mes’uliyetini üzerine alıp iyi idare eden.”((http://www.osmanlicaturkce.com/?k=kavvam&t=%40)) anlamına geliyormuş. Kavvam kelimesi Nisa Suresinin 34. ayetinde yer alıyor. Diyanetin Mealine göre bu ayetin ilgili bölümü  “Allah’ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılmasına bağlı olarak ve mallarından harcama yapmaları sebebiyle erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudurlar. Sâliha kadınlar Allah’a itaatkârdırlar. Allah’ın korumasına uygun olarak, kimsenin görmediği durumlarda da kendilerini korurlar.”((https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Nis%C3%A2-suresi/527/34-ayet-tefsiri)) şeklinde tercüme edilmiş. Ayetin başında insanların bir kısmını diğerlerine üstün kılmasından kasıt olarak fıtri özellikler ve beklenen görevler için bahşedilen nimetleri anlamamız lazım gelir diye düşünüyorum.
    Erkeklerin rollerine uygun olarak fiziksel gücü ve dirayeti, sorun çözme kabiliyeti gibi kadınlara göre üstün vasıfları var. Kadınların da annelik görevlerine uygun olarak duygusal zekaları, iletişim yetenekleri, sabırlı ve şefkatli becerileri, erkekleri sakinleştirme ve doğal şekilde yönlendirebilme gibi üstün nitelikleri var. İlk cümle içinde yer alan kavvam ifadesinin öncelikle erkeklerin aile düzenindeki maddi sorumluluğuna atıf yaparak kullanıldığını, Türkçeye aktarılırken kavvamlığın yönetici ve koruyucu olarak tanımlandığını görüyoruz. Buna karşılık ayetin devamında Saliha kadınların Allah’a itaatkar olduğu, Allah’ın onları korumakla görevlendirdiği kocalarının gizli  ve özel hallerini (namus, iffet, kocasıyla ilgili diğer sırlar vb) koruyacakları ifade ediliyor.
    Bu ayetin ilerleme sürecinde sırayla erkeğe bir sorumluluk ve bunun ifası için idare gücü, kadına koruma kalkanı ve bunun devamı için itaat ve gizli halleri koruma sorumluluğu yüklendiğini görüyoruz. Bu ayetin en güzel açıklamalarından birisi de Sevgili Peygamberimizin (s.a.s.) mübarek sözleridir: “Sizin, hanımlarınızın üzerinde haklarınız olduğu gibi, hanımlarınızın da sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin hanımlarınız üzerindeki hakkınız, hanımlarınızın namuslarını muhafaza etmeleri ve hoşlanmadığınız kimsenin evinize girmesine izin vermemeleridir. Dikkat edin! Hanımlarınızın sizin üzerindeki hakkı onların giyim ve gıda ihtiyaçlarını güzelce karşılanmasıdır.(İbn Mâce, Nikâh, 3.)((https://hadislerleislam.diyanet.gov.tr/sayfa.php?CILT=4&SAYFA=425)) Hanımların namuslarını muhafaza etme sorumluluğu dışında kocalarının istemediği kişileri evlerine almama gibi görevleri de vardır. Evlerine kimin gelip gidebileceğine karar verebilen ve maişetinden de sorumlu olan kişi, doğal olarak yönetici, yani Aile Reisidir. Aile Reisliği asker-komutan ilişkisi gibi sırf dikey çalışan bir ast üst hiyerarşisi değildir. İstişare odaklı ancak nihai karara uyum gerektiren sorumlulukların paylaşımıdır.
  4. Mehir nedir?
  5. Mehir neyin bedelidir? 
    Mehir evlilik akdini rızasıyla kabul eden kadının bu kararı ve üstlendiği evlilik sorumluluğu karşılığında erkek tarafından aldığı altın, gümüş, para veya benzeri kıymetli bir eşya veya Umre Seyahati gibi maddi bedelini erkeğin ödediği veya ödeme sözü verdiği miktardır. Kur’an-ı Kerim’de Nisa Suresinin 4. ayetinde “Kadınlara mehirlerini gönül rızası ile (cömertçe) verin; eğer gönül hoşluğu ile o mehrin bir kısmını size bağışlarlarsa onu da afiyetle yeyin.” ((http://kuran.diyanet.gov.tr/mushaf/kuran-meal-2/nisa-suresi-4/ayet-1/diyanet-vakfi-meali-4)) buyuruluyor. Erkek tarafının mehir için cömert olması teşvik ediliyor, kadının hakkı olduğu tescil ediliyor. Kadınların bu haklarının bir kısmını bağışlayabileceği onaylanıyor. Mehir uygulamasında herkesin maddi imkanları esas olmakla beraber, alimlerin tavsiye ettiği bir ölçü vardır. O da mehir miktarının en az iddet süresini geçirmeye yetecek kadar olmasıdır. Kadınların boşanma veya kocasının ölümü sonucu dul kalmaları halinde; hamile iseler doğuruncaya kadar,  veya hamile olmadıklarının kesin anlaşılacağı 3 aybaşı dönemi kadar, yeniden evlenmeleri caiz değildir. Bu zorunlu bekleme süresine iddet denilir. En azından bu süreyi kimseye muhtaç olmadan yaşayabilecekleri kadar mehir verilmesini öneriyorlar. Kısaca mehir, kadınların evlilik için erkeklerden almaya hakları olan maddi bedeldir.
  6. Nafaka nedir?
    Sözlükte nafaka kelimesi “harcamak, tüketmek” anlamındaki infâk masdarından türetilmiş olup “azık, ihtiyaçların karşılanması maksadıyla harcanan para vb. maddî değerler” mânasına gelir. Fıkıhta kişinin başka varlıkları görüp gözetme yükümlülüğü belirli yakınlarıyla sınırlı olmayıp köle, hayvan ve cansızlara karşı da bu kapsamda sorumlulukları bulunduğundan İslâm hukukçuları tarafından nafaka için değişik tarifler verilmiştir. Buna göre nafakanın terim anlamı, “hayatiyetin ve yararlanmanın devamlılığını sağlamak için yapılması zorunlu olan harcamalar” şeklinde ifade edilebilir.“((https://islamansiklopedisi.org.tr/arama/?q=nafaka&p=m))
    1926’da kabul edilen 743 sayılı ilk Türk Medeni kanununda nafaka konusundaki hüküm şu şekildeydi:
    Madde 144 – Kabahatsız olan karı yahut koca, boşanma neticesi olarak büyük bir yoksulluğa düşerse, diğeri boşanmaya sebebiyet vermemiş olsa dahi kudreti ile mütenasip bir surette bir sene müddetle nafaka itasına mahküm edilebilir.”((https://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/5.3.743.pdf)) Nafaka için öncelikle talep eden tarafın kabahatsiz olması şart koşulmuştu! En basitinden kocasını aldatan kadın veya erkek nafaka talebinde bulunamıyordu. Yoksulluk nafakası da en fazla 1 (bir) yıl olabiliyordu! Kanunun bu maddesi merhum Turgut ÖZAL tarafından CEDAW Sözleşmesi imzalandıktan hemen sonraki aile yıkım eylemlerinden birisi olarak, 1988 yılında 3444 sayılı kanunla iptal edildi! 3444 sayılı torba kanunla bu maddenin başlığı ve içeriği değiştirildi. Nafaka talebi için eşit veya hafif kusur engel görülmedi. Sadece kusurun daha fazla olma şartı konuldu. Süre sınırlaması kaldırılarak süresiz hükmü eklendi. Erkeğin nafaka talebi zorlaştırılarak kadının açıkça refah içinde olma şartı konuldu. Mesela kadının maaşı daha fazla olduğu ve erkek boşanınca yoksunluğa düştüğü halde kadın müreffeh değil denilerek nafaka ödemesi engellenebilir: “Yoksulluk nafakası Madde 144. — Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek eş, kusuru daha ağır olmamak şartıyla geçimi için diğer eşten malî gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir. Ancak, erkeğin kadından yoksulluk nafakası isteyebilmesi için, kadının hali refahta bulunması gerekir. Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz.” ((https://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/KANUNLAR_KARARLAR/kanuntbmmc071/kanuntbmmc071/kanuntbmmc07103444.pdf)) Erkeğin nafaka almasını zorlaştıran cümle 2001 yılında çıkarılan 4721 sayılı Yeni Türk Medeni Kanunundaki metinden kaldırılmıştır.
    Yeni Türk (?) Medeni Kanuna göre 4 çeşit nafaka vardır.((https://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/1.5.4721.pdf))
    1-Tedbir Nafakası: Madde 169- “Boşanma veya ayrılık davası açılınca hâkim, davanın devamı süresince gerekli olan, özellikle eşlerin barınmasına, geçimine, eşlerin mallarının yönetimine ve çocukların bakım ve korunmasına ilişkin geçici önlemleri re’sen alır.”
    2- Yoksulluk Nafakası: Madde 175- “Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan malî gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir. Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz.” Yoksulluk nafakasının süresiz bağlanacağı hükmü, yürürlükten kaldırılmış bulunan 743 Sayılı eski Türk Medeni Kanununa ilk defa 1988 yılında eklenmiştir.
    3- İştirak Nafakası: Madde 182 – ” … Velâyetin kullanılması kendisine verilmeyen eşin çocuk ile kişisel ilişkisinin düzenlenmesinde, çocuğun özellikle sağlık, eğitim ve ahlâk bakımından yararları esas tutulur. Bu eş, çocuğun bakım ve eğitim giderlerine gücü oranında katılmak zorundadır. …” Yani velayeti alan ayrıca alamayan kişiden çocuk masrafları için nafaka alır.
    4- Yardım Nafakası: Madde 364- “Herkes, yardım etmediği takdirde yoksulluğa düşecek olan üstsoyu ve altsoyu ile kardeşlerine nafaka vermekle yükümlüdür. Kardeşlerin nafaka yükümlülükleri, refah içinde bulunmalarına bağlıdır. Eş ile ana ve babanın bakım borçlarına ilişkin hükümler saklıdır.” Bu hüküm fiilen yürürlükten kalkmıştır. Süresiz nafaka varken hiç bir hakim bu hükmü dikkate almamaktadır.
  7. Süresiz nafaka genel midir? Hangi durumlarda uygulanır? Fıkıhta durumu nedir?
    Süresiz nafaka geneldir. Çünkü yerel mahkemeler süreli olarak karar verse bile Yargıtay tarafından bu kararları bozularak süresiz olması sağlanmaktadır. Hatta nafaka alan kadının kocasını aldatma gibi ağır kusuru olması, çocuklarının başkasından olması, başka bir adamla resmi nikahsız birlikte yaşaması veya asgari ücretle çalışıyor olmasının bile nafaka almasına engel olmadığını belirten içtihatlar çıkmıştır.((https://www.haberler.com/yargitay-dan-emsal-niteliginden-nafaka-karari-12553024-haberi/)) Yerel mahkemeler kararlarının bozulmaması için standart olarak süresiz nafaka bağlamayı alışkanlık yapmıştır.((https://www.haberler.com/yargitay-dan-emsal-niteliginden-nafaka-karari-12553024-haberi/)) Anayasa Mahkemesi de bu haksızlığın devamını sağlayan kararlar almış, bireysel başvuru haklarını bile kabul etmemiştir.((https://tr.sputniknews.com/turkiye/202009231042900340-anayasa-mahkemesinden-suresiz-nafaka-karari/)) Onun da dayandığı temel yine Yargıtay’ın bu yöndeki içtihatlarıdır. Yargıtay’ın bazı kararları her türlü akıl ve vicdan sınırının ötesine geçmiştir. İşsiz olan bir adamın kendisini aldattığı için boşandığı eski karısına nafaka ödemesini bile uygun ve gerekli görmüştür. Yargıtay’a göre nafaka ödeyen erkeğin işsiz olması  veya nafaka ödenen kadının kocasını aldatması nafakaya mani değildir!((https://www.yenisafak.com/gundem/yargitay-issiz-kocanin-kendisi-aldatan-karisina-nafaka-odemesine-hukmetti-3445513))
    İslam’a Göre Nafaka:
    İslam Fıkhının en güçlü dayanağı olan Kur’an-ı Kerim’de nafaka konusu net bir şekilde belirlenmiş ve ölçüleri ortaya konulmuştur. “İçinizden ölüp geriye dul eşler bırakan erkekler, eşleri için, evden çıkarılmaksızın bir yıla kadar geçimlerinin sağlanmasını vasiyet etsinler. Ama onlar (kendiliklerinden) çıkarlarsa, artık onların meşru biçimde kendileri ile ilgili olarak işlediklerinden dolayı size bir günah yoktur. Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir. Boşanmış kadınların örfe göre geçimlerinin sağlanması onların hakkıdır. Bu Allah’a karşı gelmekten sakınanlar üzerinde bir borçtur.“(Bakara /240-241) Kocaların henüz yaşarken hanımlarına kendi evlerinde kalarak ve mallarından 1 yıla kadar yararlanma hakkını vasiyetle doğrulamasını Allah tavsiye ediyor! Boşanmış kadınların örfe göre belirli bir sürede bakılmasının da mü’min erkekler üzerinde bir borç olduğunu teyit ediyor!
    Boşanan kadınların hemen başkasıyla evlenmesi yasaktır! En az 3 aybaşı(adet) dönemi veya hamile iseler doğuma kadar beklemeleri gerekir. “Boşanmış kadınlar, kendi başlarına (evlenmeden) üç ay hali (hayız veya temizlik müddeti) beklerler. Eğer onlar Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanmışlarsa, rahimlerinde Allah’ın yarattığını gizlemeleri kendilerine helâl olmaz. Eğer kocalar barışmak isterlerse, bu durumda boşadıkları kadınları geri almaya daha fazla hak sahibidirler. Kadınların da ödevlerine denk belli hakları vardır. Ancak erkekler, kadınlara göre bir derece üstünlüğe sahiptirler. Allah azîzdir, hakîmdir.“(Bakara/228)((http://kuran.diyanet.gov.tr/mushaf/kuran-meal-2/bakara-suresi-2/ayet-225/diyanet-vakfi-meali-4)) İşte bu bekleme süresi veya doğuma kadar olan zaman için erkeklerin boşandıkları kadınları evlerinin bir yerinde veya başka bir mekanda konaklamalarını sağlamaları, iaşelerini yani gıda ve giyim gibi ihtiyaçlarını karşılamaları gerekir. Kısaca buna nafaka diyoruz. “Onları (iddetleri süresince) gücünüz nispetinde, oturduğunuz yerin bir bölümünde oturtun. Onları sıkıntıya sokmak için kendilerine zarar vermeye kalkışmayın. Eğer hamile iseler, doğum yapıncaya kadar nafakalarını verin. Sizin için (çocuğu) emzirirlerse (emzirme) ücretlerini de verin ve aranızda uygun bir şekilde anlaşın. Eğer anlaşamazsanız, çocuğu baba hesabına başka bir kadın emzirecektir.”(Talak/6) ((http://kuran.diyanet.gov.tr/mushaf/kuran-meal-2/talak-suresi-65/ayet-6/diyanet-isleri-baskanligi-meali-1)) Bu ayetle çocukların velayetinin babada olduğu, boşanmış olsalar da annelerin kendi çocuklarını nafaka/ücret karşılığı emzirebileceği veya anlaşamazlarsa babanın başka süt anne bulabileceği açıkça ortaya konulmuştur. Boşandıktan sonra kadınların iddet süresince yine evlerinde kalarak korunmalarını Allah’ın Rasulü Sevgili Peygamberimiz de (s.a.s.) emretmiştir: “Apaçık bir hayâsızlık yapmaları hâli dışında, onları evlerinden çıkarmayın, kendileri de çıkmasınlar!” (Talâk, 65/1.)((https://hadislerleislam.diyanet.gov.tr/sayfa.php?CILT=4&SAYFA=173&SRC=nafaka)) İddet süresince kocalarının evinde oturmaları ve onlardan nafaka almaları boşanmış kadınların hakkıdır. Boşanarak baba evlerine dönen kızlar için yapılan masrafları da en değerli sadaka ilan eden yine Sevgili Peygamberimizdir: Size en değerli sadakadan bahsedeyim mi? (Kocasının evinden ayrılarak) senden başka kazancını sağlayacak kimse olmadığı için sana (baba evine) sığınmış kızın (için harcadığın nafaka en faziletli sadakadır).”(İbn Mâce, Edeb, 3.)((https://hadislerleislam.diyanet.gov.tr/sayfa.php?CILT=4&SAYFA=17&SRC=nafaka))
  8. Kocanın maişet sorumluluğu ile Mehirin alakası nedir? 
    Kocanın maişet sorumluluğu yani nafakayı karşılama görevi maddi bir sorumluluktur. Mehir ise bu sorumluluğun başlangıç adımıdır. Erkek evliliğin maddi sorumluluğuna önce mehir ödeyerek başlar. Nafaka gibi mehirin ölçüsü de erkeğin maddi gücüyle orantılı veya uyumlu olması beklenir. Kuyumculuk yapan varlıklı bir erkeğin mehir olarak sadece 3 adet çeyrek altın önermesi normal veya makul karşılanmaz. Nafaka konusunda da beklenen şey boşanan kadının evli olduğu sırada yaşadığı hayata yakın imkanları bir süre daha kullanabilmesidir. Burada kast edilen mevzu lüks hayat ve harcamalar barınma, gıda ve giyim gibi insani ihtiyaçlardır. Örneğin: Evli iken her hafta 5 gün kırmızı etli yemek yiyebilen bir kadının boşandıktan sonra en azından haftada 2 gün bile olsa kırmızı etli yemek yiyebilecek maddiyata sahip olması beklenir. Mehir olarak erkeğin bütün maddi varlığının istenmesinin de nafakanın süresiz ve sınırsız bir borç olarak yüklenmesinin de hakla, hukukla, dinle, imanla alakası yoktur!
  9. Allah için konuşmak ve Allah adına konuşmak. Farkı nedir?
    Allah için konuşmak, konuşurken Allah’ın rızasını aramaktır. Allah’ın razı olduğu konularda ve sınırlarda konuşmaktır. Allah adına konuşmak ise O’nun kesin olarak belirlediği ölçüleri anlatmak, Allah’ın sözlerini insanlar arasında yaymak ve uyarmaktır. Yani emr-i bil maruf, nehyi anil münkerdir. Şahıs olarak kimin cennete veya cehenneme gideceğini söylemek, insanların bilgisi ve haddi dahilinde değildir. Gaybi konularda kesin hüküm vermek kulun sınırlarını aşmak anlamına gelir. Ancak; kimlerin cennete veya cehenneme gideceğini, yani hangi fiilin karşılığında ne göreceğini açıkça yazan hükümleri Allah adına söylemekte veya tebliğ etmekte sakınca yoktur. Bunların bilinmesini ve yayılmasını isteyenler bizzat Allah ve Resulüdür. Allah bizzat Kur’an-ı Kerim’de nafakanın ölçüsünü ve süresini koymuşsa, bunları Allah böyle emrediyor şeklinde konuşmak zaten mü’minlerin görevidir. Hatta bu ve benzeri hükümleri gizleyenlere de açıkça lanet etmiştir: “İndirdiğimiz apaçık delilleri ve hidayeti Kitap’ta açıklamamızdan sonra onları gizleyenler var ya, işte onlara hem Allah lanet eder, hem de bütün lanet etme konumunda olanlar lanet eder.”(Bakara/159)((http://kuran.diyanet.gov.tr/mushaf/kuran-meal-2/bakara-suresi-2/ayet-159/diyanet-isleri-baskanligi-meali-1))

SONUÇ:

Süresiz nafaka açıkça kul haklarına aykırı, İslam’a ve İslam kaynaklarına da aykırı büyük bir zulümdür!

Bu zulmü doğuranlar, devam ettirenler ve bizzat bu haram paraları devleti haraç tahsildarı gibi kullanarak alıp yiyenler zalimdir! Bu yaptıklarının hesabını mahşer gününde vereceklerdir!

Boşanan kadınları ortada bırakan ve onları boşandıkları erkeğin lanetli parasına muhtaç eden aileleri ve sosyal desteğini veremeyen devlet mekanizması da suçludur!

Evliliği, kurtulunması gereken  bir cendere gibi gösterip, kadınları evlenmeye ve hatta önceden tasarlayarak boşanma sonucu sebepsiz zenginleşmeye teşvik eden yasalar, kurumlar ve kuruluşlar da suçludur!

Kötü niyetle evlenen kadınlar hariç, birlikte bir ömür tüketmeye ve ahiret yolculuğuna çıkmaya niyetlendiği kadınların gönlünü hoş tutamayarak hem kendilerinin hem de kadınların hayatının rezil olmasına neden olan beceriksiz, sabırsız ve hoşgörüsüz erkekler de suçludur!

Allah’ım bizi bize bırakma! Biz kulların çokça zalim ve nankör olabiliyoruz! Bize kalsa yapacaklarımız da ortada! Bizlere Sen’in rızana uygun yaşamayı ve bu yaşamayı sağlayacak maddi, manevi, hukuki şartları sağlamayı nasip eyle!

Amin…




Ben Babamdan Öğrendim!

Sevgili babamın ve ailemin yanından ilk defa 14 yaşımda sağlık meslek lisesine yatılı okumaya gittiğimde ayrılmıştım. Yatılı okuduğum için sınırlı tatil günlerinde ve çalışmakla geçirdiğim yaz aylarında kısa süreli görüşmelerimiz oluyordu. Zaten mezun olup 18 yaşıma girince de sevdiceğimle evlenip gurbet ellere memur olarak çalışmaya gittim. Ondan sonra babamla olan görüşmelerimiz hep belirli sürelerle sınırlı ziyaretler şeklinde gelişti.

Kardeşlerimiz arasında babama en çok benim benzediğimi söylerler. Hatta halalarımla her görüştüğümde bana sarılarak canım abicim diye bir başka severler. Fiziksel benzerliğimin farkındaydım ama tavırlarımızın ve düşüncelerimizin de çok benzediğini, pek çok şeyi ondan öğrenerek içselleştirdiğimi sonradan daha  iyi anladım.

Babamın emekli olmadan önce yıllarca çalıştığı son işi, bir kuruyemiş fabrikasında gece bekçiliği idi. O yüzden ben evdeyken bile görüşmelerimiz sınırlı oluyordu. Geceleri yoktu. Gündüzleri sabah ve akşam gidip gelirken görüşüyorduk. Bir de öğlen namazı sıralarında. Evdeki vaktinin çoğunu arkadaki küçük odamızda uyuyarak geçiriyordu. Çünkü akşamdan sabaha kadar nöbeti vardı. O sırt üstü uyurken yanına gelir, dudaklarını her defasında hafif şişirip küçük bir balon gibi pıtlatarak ritimle nefes alıp vermesini sevgiyle izlerdim. Nefes alış verişleri ve dudaklarındaki pıtlama sesleri bana huzur verirdi. Babam bayram günleri dahil sürekli çalışıyordu. Çalıştığı o yıllar içinde evde kaldığı gecelerin sayısı 5-10 günü geçmemiştir. Neden hiç tatil yapamadığını sorardık biz de. En sonunda neden olduğunu kendisi açıkladı. Bir gün bu durumu konuşmak üzere patronunun yanına gitmiş ve “-Patron ben neden her gece nöbete geliyorum? Hiç tatil yapamıyorum, ailemden uzak kalıyor ve yıpranıyorum. Başka bekçiler de var olduğu halde neden bana bunu yapıyorsunuz?” diye sormuş. Patronu da “-Bana bak Bekçi Efendi. Bilir misin insanın malı namusudur. Sen namusunu güvenmediğin birilerine teslim eder misin? Bütün mallarımı ve fabrikamı sana güvendiğim için emanet ediyorum. Senden başkası nöbet tutunca huzurla yatamıyorum.” Cevabını duyunca, babam sen de haklısın diyerek bu şartlarda çalışmaya devam etmiş. Onun bu güvenilirliği ve işyerine olan sadakatine karşılık, merhum ve muhterem patronu emeklilik hediyesi olarak Hacca göndermişti. İşimi sevmeyi ve işyerime bağlılığı, ben babamdan öğrendim!

Babam genç yaşlarında medrese eğitimi alıyormuş. İslam ilimlerinde ilerlemek istiyormuş. Evlenip askerliğini de yaptıktan sonra bile bu hedefinden vazgeçmemiş. Oysa dedem köyde işlerinin başına geçmesini, hayvanlar ve topraklarıyla ilgilenmesini istediği için anlaşmazlık yaşamışlar. Sonunda öfkesine yenik düşen dedem babamı, annemi ve henüz 2 yaşlarında olan ablamı bir kış vakti köylerinden kovmuş. Üstelik kendi eşyalarının önemli bir kısmını da vermeden adeta çulsuz çaputsuz yollamış. İmkanlar ölçüsünde sürekli ilim tahsil etmeyi, inandığı değerler uğruna bedel ödemeyi, ben babamdan öğrendim!

Köyünden sürülen babam çalışmak ve barınmak için Tatvan’a gitmiş. Bir akrabamızın yanında tek odalı viraneye dönmüş bir kulübede ailesiyle yaşamaya mecbur kalmış. Yanına sığındığı akrabalara yük olmamak ve ailesini geçindirmek için bir lokantada çalışmaya başlamış. Tatvan’ın kış mevsiminde dondurucu soğuklarında yürüyerek uzakta kalan işe gidip gelirken ağır bir zatürreye yakalanıp adeta ölüm döşeğinde günlerce yatmış. Hatta köyümüze ölüm haberi bile gitmiş. 50 yıldan fazla süredir çektiği astım ve KOAH hastalıklarının temeli o kış kıyamet zamanlarında atılmış. Başkasına muhtaç olmamak ve ailesinin helalinden geçimini sağlamak için her işte çalışabilecek kararlılığı, ben babamdan öğrendim!

Babam mümkün olduğu kadar kavga ve çatışmalardan kaçınırdı. Ama haklarını kanuni yollardan aramaktan da geri durmazdı. Kavga etmek yerine konuşmayı ve haklar konusunda helalleşmeyi tercih ederdi. Şirretlik yapmadan hakkımı aramayı, bağırmadan konuşmayı, saygılı ama sorgulayan olmayı, ben babamdan öğrendim!

Kur’an-ı Kerimi okumayı hiç bırakmadı. Her gün düzenli okumaya ve hatim indirmeye devam etti. Hastalıklarının en şiddetli dönemlerinde bile namazını terk etmedi. Bizleri de uyardı ve namazın önemini sürekli hatırlattı. Vakti gelen namazını hemen eda edemezse huzurla oturamadı. Namaza devam etmeyi ve ibadet etmeyince rahatsız olmayı, ben babamdan öğrendim!

Kendimi bildim bileli babam hep hastaydı. Astım ilaçları, kısa mesafeli yürümelerde bile molalar vererek gidip gelmesi hayatımızın normaliydi. Son bir kaç yıldır sürekli yoğun bakıma düşecek kadar hastalıklar yaşasa da babamın ağzından bir kez bile isyan ve bıkkınlık ifadesi duymadım. Tam tersine bunca yıldır hastalığına rağmen yaşamaya devam ettiği için, çoluk çocuklarının mürüvvetlerini gördüğü için, annemle birlikte hacca gidip geldiği için, kısaca her şey için içtenlikle şükretmeye devam etti. Nasip olana razı olmayı, verilen nimetlere şükretmeyi, bela ve musibetlere karşı sabretmeyi, ben babamdan öğrendim!

Babamdan öğrendiğim başka çok şey var şüphesiz. Yazdıklarım bir çırpıda aklıma gelenlerdi. Bu sıralar yoğun bakımda tedavi gören sevgili babamın ve hastalık yaşayan tüm babalarımızın, hayırlı şifalara kavuşması, ahirete intikal eden mü’min babalarımızın cennet mekan olmalarını Rabbül Alemin olan Allah’ımızdan niyaz ederim.

Amin…

 




USPUM Semineri: “Neden #ÖnceAİLE Olmalıdır?”

Türkiye Aile Meclisi Başkan Yardımcısı Ercan Özçelik tarafından USPUM seminerleri kapsamında “Neden #ÖnceAİLE Olmalı?” konulu sunum yapıldı.
Ailenin önemi ve temel sorunları vurgulandı.