Devletimizi, Kendi Yumruğu ile Nakavt Ettirmeyelim!

Devlet kendi yumruğu ile nakavt olur mu? Tabii ki olmaması lazım! Ama bu sonuca götüren uygulamaları ve buna karşı akılcı çözümleri de gördük yakın tarihimizde. Mesela, 28 Şubat döneminin ideolojik görüntülü, soygun amaçlı post modern darbesinin yapılma nedenleri arasında, rahmetli Başbakan Necmettin Erbakan ve ekibinin havuz sistemi gibi mükemmel çözümü de vardı. Çünkü şer odaklarının soygun hesaplarını bozmuş, kendi yumruğumuzla nakavt olmamıza karşı çıkmıştı. Kamu kurumları, işletme ihtiyaçları için gereken parayı özel bankalardan yüksek faizle almak zorunda kalıyor, bankalar da bu devlet kurumlarına yine devletin diğer kurumlarından topladıkları mevduatlar üzerinden borç vererek, devletin parasını devlete geri satıp hesapsız karlar elde ediyorlardı. Bu soygun düzenini durduran, havuz sistemi ile devletin parasını devlet için kullandıran Erbakan ve ekibini alaşağı etmeselerdi, belki de bir daha asla aynı tezgâhı kuramayacaklardı. Kader hükmünü icra eyledi, bizler acziyetimizle seyretmek ve sonuçlarına katlanmak zorunda kaldık.

Bugün de benzer bir soygun düzenini kesintisiz yaşıyoruz! Ulaşabildiğim verilere göre, en son 2020 yılında kamu kurum ve kuruluşlarının elinde 113 Bin kadar motorlu taşıt bulunuyormuş. Söylenen rakamın aşağı yukarı aynı kaldığını varsayalım. Günümüz şartlarında ücretli otoyol ve köprülerin sayısında ve trafik kaynakları içindeki oranında önemli bir yükselme olduğunu biliyoruz. Kamu araçları ne yapıyor? Her kurum ve kuruluşun kendi özel bütçesi olduğu için genellikle acil durum veya vip konuklar gibi özel şartlar olmadıkça paralı yol ve köprü geçişlerini kullanmaktan kaçınıyor ediyor veya en ucuz tarifeli olanı tercih ediyorlar! Çünkü kurum ve kuruluş yöneticileri kendilerine tahsis edilen kısıtlı bütçeyi aşmak istemiyorlar.

Kamu kurum ve kuruluşlarına ait araçların, parasız veya eski düşük tarifeli geçişleri kullanmaları devletin daha fazla yakıt giderine, aracın ve personelin daha uzun yolculuk nedeniyle zaman israfına, araçların aşınmasına, halkın kullandığı yollardaki trafiğin artmasına, terör ve sabotaj gibi olumsuzluklara daha fazla maruz kalma riskine yol açıyor. Yani toplam fayda ve maliyet kalemlerine bakacak olursak, devlet kendi yaptırdığı yol ve geçişleri bile kullanmaktan aciz kalıyor.

Öte yandan, kamu araçları paralı yol ve geçişleri kullanmasa da dengesizce verilen geçiş garantileri nedeniyle hazinemizden yapılan fark ödemeleri de kesintisiz devam ediyor!

Garabete bakar mısınız? Geçiş farkını eksiksiz ödemeye devam eden de Devlet, bütçeleri yetmediği için araçlarını paralı yol ve geçişlere sokamayan da Devlet! İki taraflı kanama hızla devam ediyor. Hiç olmazsa bir tarafı durdurmak mümkün değil mi?

Yüce Allah, bizlere hitaben çok sayıda ayet-i kerime içinde “Hâla aklınızı kullanmıyor musunuz?“(Al-i İmran/65), “Hiç düşünmez misiniz?“(Hud/51), “Hâla akıllanmaz mısınız?” (Enbiya/10) diye seslenmiştir. Edinilmiş tecrübelerimizden neden yararlanmıyoruz? Geçmişteki havuz sistemi gibi merkezi bir çözümü kamu araçları için de uygulamak, kolay ve etkili bir yöntem olacaktır.

​Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı altında Kamu Araçları Genel Müdürlüğü şeklinde bir teşkilat kurularak, kamu kurum ve kuruluşlarına ait bütün araçların burada veritabanının tutulması, her türlü otoyol ve köprü geçişlerinde tanınacak merkezi “Kamu HGS” kartı tahsislerinin yapılması, paralı geçişlerinin doğrudan bu genel müdürlük tarafına fatura edilerek kendi bütçesinden ödenmesi doğru olacaktır. Bu şekilde kurum ve kuruluşların sırf bütçe baskısı yüzünden aşırı yakıt ve zaman kaybına uğramaları, araç ve personel verimliliğinden mahrum kalmaları önlenmiş olacaktır. Ayrıca, hazine zaten eksik kalan geçiş garantilerini ödediği için, aynı hizmetin birisi alınmasa da çifte bedel ödeme yükünden kurtulacaktır. Kamu araçları içinde elbette askeri, hassas, gizli görevli vb. niteliklerde olanlar da vardır. Kurulacak Kamu Araçları Genel Müdürlüğü bünyesinde her kritik kurumdan birer temsilci ataması ile kayıt ve işlemlerin güvenliği bilişim teknolojileri eşliğinde sağlanabilir.

Başlangıçta paralı otoyol ve geçişler için merkezi bütçe ve kontrol amacıyla kurulan bu teşkilatın, zaman içinde gelişerek kamu araç filosunu işletmeye yetkili gelişmiş bir pozisyona gelmesi de sağlanabilir. Bu gelişim sonucu Kamu Araçları Genel Müdürlüğü sayesinde kamu taşıt filosunun verimli kullanımı, değişim ve yenileme yönetimi, ihtiyaç analizi ve diğer giderlerin takibi yapılarak israf uygulamalarının önüne geçileceği gibi, taşıt alımlarında standart model ve işlevler gibi kontroller de yapılabilir. Olması gereken şey bir kanun düzenlemesi ile Kamu Araçları Genel Müdürlüğünü kurmak, paralı geçiş yönetimini vermek ve diğer rolleri için çalışmak hususunda Cumhurbaşkanlığına gerekli yetkileri tanımlamaktır. Elbette bu teşkilatın sağlam ve dirayetli bir ekiple kurulması, yeni sorunlara yol açmayacak kontrol mekanizmalarının da hazırlanması gereklidir.

Önermek bizden, tevfik Allah’tan, faydalı bulursa uygulamak Sayın Cumhurbaşkanımızdan olsun!




Sana Gelsin!

Sana Gelsin!

Gül yüzlü sevdiceğim, huzurum sensin,
Hakkındır, en güzel güller sana gelsin!
Gönlüme sürur, yuvama ışık verensin,
Beklediğin müjdeler, önce sana gelsin!

Şu fakirhaneme fit olup, talim edensin,
Cennette en güzel köşkler, sana gelsin!
Ömrünü ailemize,  hesapsız verensin,
Ücretin eksiksiz, mahşerde sana gelsin!

Feminizm fitnesine, karşı gelensin,
Mazlumların duası, önce sana gelsin!
Şerlilerin davetine, icap etmeyensin,
Rabbimin ihsanı, dilerim sana gelsin!

Mezara kadar ilim, peşinde gidensin,
Rabbimizden ilmin sırları, sana gelsin!
İlmiyle amel etmeye, niyetlenensin,
Salih amelin artsın, sevabı sana gelsin!

Dr. Ercan Özçelik
21.05.2022-İstanbul

 




#Sessizİstila: Gerçek mi, Proje mi, Paranoya mı?

Bugün yani 3 Mayıs 2022 Salı tarihinde, internet tabanlı sosyal mecralarda mükemmel organize edilmiş bir kampanyayla uyandık. Tag denilen ana etiketleri #Sessizİstila’nın etrafında konumlanan youtube videoları, bunlardan türetilmiş kısa kliplerle twitter mesajları yayınlanırken hepsi de birbirini destekleyen  #şirinevler, Arap, #florya, #MulteciİSTEMİYORUM, #afgan, #bağcılar, #Suriyeli, #mecidiyeköy, #karşıyaka, #3mayısTürkçülerGünü, Türklüğümü  gibi destek taglarıyla birlikte Türkiye gündemini resmen işgal ettiler. Büyük ve derin hazırlık gerektiren bir oyunun ilk sahnesini perdeye aktardıklarını gördük!

Youtube’da yayınlanan Sessiz İstila isimli videonun, 3 Mayıs Türkçüler Günü ile eşleştirmesi yapılarak, milliyetçi damarların da katılımıyla etki alanının büyümesi hedeflenmiş. Videoyu izleyince oluşan fikir ve tespitlerimi sizlerle de paylaşmak için bu yazıyı derledim.

Tıpkı Feminizm ve hastalık seviyesine yükselen #BaşıboşKöpek seviciliği gibi, göçmenlere karşı kronik düşmanlığın da dış mihraklarda planlanarak, yerli ve gönüllü oyuncular tarafından sahnelenen yeni bir fitne projesi olduğu açıktır.

Türkiye bir yandan kendi sınırları içinde hapis kalırken, diğer yandan dengesiz, düzensiz ve kontrolsüz göç almaya devam ettiği sürece,  bu “Sessiz İstila” filminde gösterilen felaketin  gerçekleşme olasılığının yükseldiği de bir vakıadır! Hükumetin kontrolünden, sistematik ölçekleme ve dengeli yaygınlaştırma becerisinden sıyrıldığı anlaşılan, düzensiz göçmen ve sığınmacı dalgalarının, bu kötü senaryonun sahiciliğini ve gerçekleşme paranoyasını beslediği de kabul etmemiz gereken bir durumdur.

Okyanus ötesinden veya Sibirya steplerinden gelerek, kadim İslam coğrafyamızda siyasi ve idari yapıları düzenleme cüretini gösteren, külfetini de üstlenen sömürgeci ülkelere karşı, bizlerin her zamankinden daha hızlı ve keskin bir tavırla bu topraklarda istikrarın tesisine çalışmamız, gerekirse kibirleşen patolojik gururlarımızı ve çıkar hesaplarımızı da bir tarafa bırakarak, geleceğimiz ve güvenliğimiz odaklı yapıcı görüşmelere kapı açmamız, artık zorunlu bir şart haline gelmiştir!

Ama bu süreç, sahaya sadece asker yığmakla veya kuru kuruya görüşmelerle yürütülecek gibi değildir. Pınarın başını sağlama almadıktan sonra, akan suyun etrafını istediğiniz kadar tahkim edin, önemli bir anlamı ve faydası olmaz! Akan suya en büyük zarar kaynağında verilir! Türkiye’nin, ilk önce kendi pınar başını temizlemesi ve güvene alması lazımdır. Bunun için suyumuzu zehirleyen, elimizi kolumuzu bağlayan, kimyamızı bozan, içildiğinde şifa yerine hastalığa neden olan bütün sözleşmelerden, batıl ve aslımıza zararlı kanunlardan, fitneci STK’lardan ve bunlara her türlü kaynak aktaran mecralardan kurtulmak, arınmak, kendi vatanımızda kâmil anlamda özgürlüğe kavuşmamız gerekir.

Daha eğitim sistemini bile ABD işgalinden kurtaramayan, bütün Vali ve Kaymakam adaylarını dil eğitimi adı altında zorunlu olarak İngiltere’ye aylarca gönderip beyinlerinin uyumlandırılmasını sağlayan bizler, hangi özgür irademizle İslam coğrafyasında birliğe ve beraberliğe çalışabiliriz? ABD ve İngiltere’nin hizmetkârlığına soyunduğu büyük İsrail projesine karşı, yerli ve yeterli yetiştiremediğimiz siyaset ve bürokrasi erbabıyla mı mücadele edeceğiz?

Türkiye, elleri ve kolları prangalarla bağlanmış, beyni uyuşturulmuş, kasları gereksiz efor yaptıran elektro şoklarla yorulup yıpratılmış bir dev gibidir. Ne zaman kendini toparlar gibi olsa askeri darbeler, FETÖ gibi yapılanmalar, PKK vb. terör örgütleri, Gezi eylemleri gibi yıkıcı planlı projeler ile tekrar diz çöktürülmesi, kendi derdine düşüp gerilemesi istenmiştir. İngiliz sömürge zihniyetinin kuruluşunu doğrudan etkilediği Türkiye için kendi yöneticilerine, “-Türkiye’ye ağaç gibi davranın, güçlenip serpildiğinde budayıp zayıflatın, kurumaya döndüğünde sulayıp canlandırın!” stratejik talimatı verdikleri bilinen politikalarıdır. “Sessiz İstila” adıyla sahnelenen bu son oyun, sadece yeni bir pranga, yeni bir iç çatışma, yeni bir kin ve nefret projesidir. Kürt-Türk, Alevi-Sünni, Dindar-Seküler vb. eski senaryolar, Kemal Sunal filmleri gibi aşırı tekrara girdiğinden, en sadık izleyicisi olan halk tarafında bile kabak tadı verdiği için, etkisiz kalıyor, masrafına ve zahmetine artık değmiyordu. Patlama yapacak, kitleleri etkileyecek yeni heyecanlar gerekiyordu. Türkiye ve İslam düşmanlarının şeytani aklı, bizimkilerden bir kısmının beceriksiz ve basiretsiz süreç yönetimi sayesinde, sıfır kilometre araç gibi gıcır gıcır bir fitnemiz daha var artık! Hazırlanan filmlerindeki profesyonellik ve eşzamanlı kamuoyu çalışmaları da bunu çok net gösteriyor!

Amacı aynı, yöntemi yeni ve farklı olan bu yeni kampanyayı da gördükten sonra,  artık şuna karar vermemiz lazım: Başkalarının yazıp çizdiği senaryolarda daha ne kadar figüran, kahraman, mağdur, sömürülen veya uyutulan cahiller gibi atanmış rolleri oynayacağız? Senaryo değişince filmin sonu ve amacı da değişir mi sanıyoruz? Silkelenip kendimize gelmemiz için daha ne kadar canımızın yanması, kaynaklarımızın heba olması gerekiyor?

İçimizdeki hainler ve ahmaklar yüzünden helak edilmemek ortak duamız olsun ama; bizler de fiili çalışmamızla hain ve beceriksizler üreten bozuk sistemlerimizi ıslah edelim, uyduruktan değil essahtan yerli ve milli insanlarımız ile özümüze ve ceddimize yaraşır çalışmalar yapalım. Allah yardımcımız olsun, halkımıza ve yöneticilerimize birlik, beraberlik, dirayet, feraset ve afiyet versin. Amin!