Seçimleri #Önceİnsan Diyebilenler Kazansın!

Terör devleti İsrail’in Gazze’de yaptığı katliamlar aralıksız sürerken, çaresizlik ve beceriksizlik duygularıyla kavrularak nefes alamaz hale geliyoruz. Siyonist mihraklar, kendilerini açıktan eleştiren ve maalesef kınamakla yetinse de bebek katili alçak olduklarını kendilerine her zemin ve seviyede haykıran Türkiye’nin başına bela olan terör örgütlerini kullanmaya devam ediyorlar! O yüzden, hain eylemlerde verdiğimiz şehit sayılarında da acı bir artış var! Bir kez daha ilan edelim ki Allah’ın ve yarattığı bütün mahlukatın laneti, vatan haini terör örgütlerinin ve onların iç-dış destekçilerinin üzerine olsun!

Türkiye ve dünyada yaşanan talihsiz olaylara ve deprem gibi felaketlere karşın, hayatın olağan akışı gibi siyaseti ve toplumu ilgilendiren takvim de kendi mecrasında işliyor. Bu yönüyle bakınca 2024 Mart ayında yapılacak yerel seçimler de kendisini iyice hissettirmeye başladı.

Cumhur ve Millet ittifakının eski-yeni paydaşlarında hummalı bir aday belirleme ve işbirliği pazarlıkları telaşı gözleniyor. Ak Parti kaybettiği büyükşehirleri geri alma ve genişleme telaşında. CHP, kazanmayı başardığı fakat hizmet yönüyle sınıfta kaldığı belediye başkanlıklarını koruma derdinde. Yeniden Refah Partisi temiz ve çalışkan belediyeciliğe olan özlemi karşılama potansiyeli ile halkın nazarında önemli bir teveccüh odağı oldu. Ben de aynı düşündüğüm için partiye katıldığımı söyleyebilirim.

Bu seçimleri öncekilerden farklı kılan önemli bir gündem var! Son zamanlarda giderek yükselen ve her kesimden kurbanlar alan bir terör odağına dönüşen başıboş köpekler konusundaki yaklaşımlar, her türlü siyasi görüşün üzerine çıktı! Çünkü insan sağlığı ve güvenliği, trafik emniyeti ve şehir huzuruna olan başıboş köpeklerin tehdidi tavan yaptı ve halkın tahammülü kalmadı! Bu terörün son kurbanı Türkiye’ye okumaya gelen Tanzanya’lı bir üniversite öğrencisi kızcağız oldu! Sorun artık turizm ve uluslararası ilişkileri de baltalayan milli bir güvenlik ve prestij meselesine döndü!

Kısaca demek istediğim şudur ki; bu seçim #Önceİnsan diyebilen parti ve adaylar ile, insanı hayvandan farksız gören batıl zihniyetli insanlık düşmanı köpekçi lobisi ajanları arasında yapılacaktır! Türkiye’de piyasa değeri bir milyar doları aşan bir sektörün kolaylıkla çıkarlarından vazgeçmeyeceğini,  her türlü ahlaksızlık, yalan haber ve provokasyonu yapmaktan çekinmeyen çirkef elemanlarının boş durmayacaklarını da iyi biliyoruz! Ama bu durum sadece insan hayatını ve sağlığını önceleyen bizler için geri durmaya, insanlarımız vahşice öldürülüp kuduz vb. ile hastalanırken, köpek nedenli trafik kazalarına maruz kalırken susup izlemeye yol veremeyecek! Bir avuç sapkın düşünceli insanlık düşmanı dengesizin ve hayvan gıdası simsarlarının keyfi için daha fazla canımızı, malımızı ve saygınlığımızı kaybetmeye rızamız ve niyetimiz yoktur!

Ak Partili mevcut Belediye Başkanlarının #Önceİnsan dediklerinin yegane ispatı ivedilikle başıboş köpekleri toplamalarıdır! Eylem olmadan vaat ve vade hakları yoktur! CHP’li Başkanlardan hiç umudumuz yok! İzmir Konak Belediye Başkanının Dünyadaki en kutsal yerlerimizden birisi olan Caminin üzerinde köpek resmini paylaşması ile sapkınlıklarının ve saygısızlıklarının bir sınırı olmadığını zaten biliyoruz! Şükürler olsun ki Yeniden Refah Partili Belediye Başkanlarının ilk öncelikli olarak köpekleri toplayacağı en üst seviyede defalarca teyit edildi. Ak Parti ile İttifak yapılabilecek İstanbul, Ankara ve İzmir gibi şehirlerdeki ortak adayların da kesinlikle sıfır başıboş köpek politikası uygulayacağını görmek, duymak ve emin olmak istiyoruz! Cumhur ittifakının tüm liderleri başıboş köpek olmaz demişken aksi bir davranış asla düşünülemez, öyle değil mi?

Halkımızın kahir ekseriyeti, partisi ne olursan olsun Belediye Başkanları #Önceİnsan diyenlerden seçilsin dua ve temennisindedir. Bu sefer kuru dua ile yetinmeyip oylarını da bu yönde kullanacağını görüyoruz çok şükür!




CHP’de Özgür Özel Dönemi Nasıl Olur?

Hamas’ın, tahminlerin üzerinde bir aksiyonla işgalci İsrail’i gafil avlamasından hemen sonra başlayan Gazze katliamları aralıksız sürüyor. 75 yılı geçen Filistin davasında yaşanan zulüm anormal boyutlara dönüştü. Bu vahşete engel olamamak, zalimleri kınamanın ötesinde dur diyememek hepimizin kimyasını bozdu! Bireysel olarak acziyet, günahkarlık, öfke ve çaresizlik duygularını derinden hissediyor, nüfusu 2 milyara dayanan İslam devletlerinin kukla yönetimlerinin bir kaç milyon siyonist karşısında sergilediği zavallı ve işbirlikçi tutum karşısında kahroluyoruz!

Bu duyguların etkisi altındayken utancımdan ne yazı yazmaya ne de eskisi gibi iç sorunlarımızı dile getirmeye pek elim varmadı! Gündeme tutunmak için ara sıra yaptığım paylaşımlarla iktifa ettim. Ne yazık ki Gazze katliamlarının ardı kesilmiyor, katil işgal ordusu karadan ve havadan ölüm yağdırmaya devam ediyor. Çok şükür mücahit kardeşlerimiz de olağan üstü gayretle çok sayıda işgalci siyonisti ebedi cehennemdeki ateşleriyle buluşturmak için azap yolculuklarına başlatıyor. Kıt imkanlar altında destansı başarılar gösteriyorlar. Bizlerin acizliğini ve beceriksizliğini bir avuç yiğit Müslüman örtüyor neredeyse!

Maalesef soğuk bir gerçek olarak hayat devam ediyor, Türkiye’de siyasi, sosyal ve ekonomik gelişmeler de kendi seyrinde sürüyor. Gazze’yi, Yemen’i, Doğu Türkistan’ı, Suriye’yi unutmadan, çözüm için gayretten kaçınmadan kendi meselelerimize de belli ölçülerde değinmeye devam edeceğiz.

CHP’ye geçtiğimiz hafta Genel Başkan seçilen Sayın Özgür Özel hakkında değişik yorumlar ve çıkarımlar okuduk, duyduk veya izledik. Özellikle Ak Parti cenahında ve destekçilerinde bir istihza ve ciddiye almama havası hakim gibi. İdeolojik yorumlarda ise Sayın Özel’in bazı açıklamaları referans gösterilerek Sayın Kılıçtaroğlu’ndan farklı olmadığı belirtiliyor.

CHP’li değilim ancak bu durum objektif tespitlerimi paylaşmama engel sayılmaz. Sayın Kılıçdaroğlu ile beraber CHP’de yaşanan ideolojik darlık ve baskınlaşan tek tipleşme hareketinin neden olduğu uzaklaştırma, renksizleştirme ve entelektüel seviye kaybından sonra, Sayın Kılıçtaroğlu’nu ortaya süren çevrelerin oyuncu değişikliği yaparak durumu kurtarmaya çalıştığı anlaşılıyor. Aday olmayacağını beyan ettiği halde Deniz Baykal’ın karşısına çıkan Kılıçdaroğlu’na karşı genelde 2. adam profili çizen Sayın Özel’in aniden liderliğe soyunması perde arkasındakilerin tavır değişikliğini veya yeni bir emanetçi lider yaklaşımını düşündürüyor. Sayın Özel tüm gücünü ve emeğini kendisine ve partisine mi yoksa başka bir lider adayına hazırlık için mi kullanacak hep birlikte izleyeceğiz.

Türkiye’de siyasi parti liderleri çam ağacı gibidir. Kendileri dışında ağaç ve bitkileri etraflarında istemez, potansiyel rakipler filizlendiğinde bir şekilde yok ederek kendi diplerini hep boş bırakırlar! Parti liderlerine tam biat ile bütün övgüleri ona havale ederek kurşun askerlik yapanlar, sağ kola kadar yükselebilir ama en ufak bir duruş ve tutum farklılığı, özel ve özerk tavırlar göstermeye başladıklarında kesimlik vakti gelen çiftlik hayvanları gibi siyasi mezbahalara sevk edilirler. Onlar daha ne olduğunu anlayamadan haklarında hüküm verilmiş, siyasi fermanları yayınlanmıştır bile!

2023 seçimlerinden bir yıl kadar önce CHP yönetimindeki bu değişim olsaydı, zaten bıçak sırtı giden genel seçimleri Cumhur İttifakının kazanması çok daha zor veya imkansız hale gelirdi. Seçim öncesi 6(+1)’lı masa ittifakında yaşanan beceriksizliklere, halka güven vermeyen süreçlere, girdiği tüm seçimleri kaybetmiş bir lideri başkan adayı göstermeye rağmen neredeyse kazanılacak seçim sonuçları, aslında CHP ve Türkiye açısından ne kadar kritik eşikten dönüldüğünü anlatıyor!

Sayın Özgür Özel’in kronik CHP hastalıklarından kaynaklanan ve kendisine misyon biçen mihrakların ağır süfle baskısı altında serdettiği, ideolojik ve sosyolojik olarak katılmadığımız, mesela Hamas hakkındaki absürt yorumları gibi ifadelerini bir kenara koyarsak; toplumsal beklentileri sahiplenme ve savunma gibi konulardaki hitabet kabiliyeti açıktır.

Güçlü rakipler siyasette kaliteyi de yükseltir. Şimdiki meclis yapısında güçlü bir ana muhalefet partisinin yanı sıra Yeniden Refah Partisi gibi yapıcı muhalif veya destekçi grupların olması Türkiye için önemli bir kazanımdır. Vatanın bölünmez bütünlüğü, milli ve manevi değerlerinin korunması temelinde çok güzel işler yapılabilir. Bu açıdan Sayın Özel’in etrafını saran kronik hastalık ajanlarından ve baskılardan sıyrılarak milleti ve değerlerini saygıyla kucaklayan bir yaklaşım göstermesini umuyorum. İlk başta yaptığı bazı talihsiz konuşmaları da henüz sırtına yüklenen yumurta küfesini hissedemeden ve belki de Genel Başkanlık seçiminde etkili olan çevrelerin bir dayatma belirtisi olarak algılamayı tercih ediyorum.

Sevgili Cumhur İttifakı mensubu parti ve destekçileri!

Artık karşınızda sürekli kendisiyle çelişen, yürüyen merdivenlere ters binen zayıf hitabette ve profilde bir ana muhalefet lideri yok! Kılıçtaroğlu’nu çıkaran mihraklar oyuncu değiştirdi. Tek kale maç devriniz sona erdi! O yüzden gereksiz etiketlemeleri, dalga geçmeyi, hamaset edebiyatı yapmayı bırakın ve gücünüzün kaynağı olan Milletin dertlerini çözerek daha yapıcı, adaletli ve etkili çalışmalarda bulunun. Belki yerel seçimleri de bir şekilde atlatırsınız ama Sayın Cumhurbaşkanının doğal olarak katılmayacağı genel seçimlerde yaşanabilecek büyük hezimetten kurtulamazsınız. Vakit kaybetmeden daha etkili ve kararlı çalışmaya yönelin! Mesela, Meclise yeni gelmişken dahi sürekli tatile kaçarak Milleti perişan ettiğiniz ve onca vaade rağmen bitirmediğiniz Toplumsal Beklentiler paketinden başlayabilirsiniz! Hem kendinizin hem de Milletin iyiliği için, haydi buyurun lütfen! Amasız, fakatsız faydalı işler ve sonuçlar istiyoruz…




Aşk Olsun Sana HAMAS!

Biz tatlı su Müslümanları, ne güzel küçük ve bencil sularımızda sahte bir güven ve huzur içinde yüzüyorduk. Filistin başta olmak üzere; Doğu Türkistan, Yemen ne kadar dertli İslam beldesi varsa biraz sadaka vererek, midelerimizi tıka basa doldurduktan sonra onlar da doysun diye dua ederek, okuduğumuz Yasin-i Şerif ve diğer sureleri gıyabında onlara da hediye ederek içimizi rahatlatıyor, görevimizi yapmış sayarak huzur içinde yatabiliyorduk. İsrail’li katiller veya Hindistan’daki muadilleri biraz fazla cinayet işlediğinde ise kınım kınım kınayarak, sosyal medyadan protesto ile beddualar ederek yine normale dönüyorduk! Ama sen bunların hepsini balon gibi patlattın! Cihadın oturduğun yerde kınama ile olmadığını hepimize gösterdin!

Anlı Şanlı İslam İşbirliği Teşkilatımız vardı. Kibir ve İslam’a öfkeden gözleri kararmış siyonistlerin 7 Ekimde aciz ve çaresiz kağıttan kaplan olduğunu gösterdiğin gibi, Ümmetin devletlerini yöneten kifayetsiz muhterislerin maskelerini de düşürdün! Birkaçı hariç, genelde ne kadar ezik ve şahsiyetsizler güruhu olduğunu ispatladın!

Şımarık, dengesiz ve zorba bir velet gibi davranan İsrail, sizlerden hiç beklemediği bir dayağı yiyince, apar topar korku ile yardımına koşan çirkef annesi misali ABD’nin uçak gemisini yollamasını sağladın!

75 yıldır size yapılan zulüm ve cinayetlere engel olmayan, kuru bir kınamayı bile çok gören, ama siz siyonistlerin canını yakınca en az onlar kadar ağlaşan içimizdeki aşağılık kompleksli çapsız Müslümanları ve Müslüman etiketli gizli gavurları iyot gibi açığa çıkardın!

Ne kadar İslam düşmanı devlet, örgüt, ünlü bozuntusu varsa, hepsini ip gibi aynı hizaya çektin. Hak ve batıl davasında Hristiyan Papa ile siyonist Hahambaşıların bir farkı olmadığını ispat ettin! “Sen onların dinlerine uymadıkça yahudiler de hıristiyanlar da senden asla memnun kalmayacaklardır.” (Bakara/120) ve “Ey iman edenler! Yahudileri ve hıristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin dostudurlar (birbirinin tarafını tutarlar). İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna yol göstermez.” (Maide/51) Ayetlerinin tefsirini bizzat yaşayarak ve etkileyerek yeniden öğrettin!

Fitne ortadan kalkıncaya ve din yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın; fakat vazgeçerlerse, artık zalimlerden başkasına saldırmak yoktur.” (Bakara/193) Emrini yerine getirdin, cihadın kuru lafla değil, canla başla yapılmasını gösterdin!

Aslında arabanızla hastaneye götürülen kendisi yarı çıplak ve yaralı bir kadının, bombalarla yıkılan evlerinde şehit edilen yüzlerce çocuk ve kadından daha önemli olduğunu ispata çalışan siyonist medyanın ikiyüzlülüğünü tescil ettirdin! Bütün karartma ve yalan haberlere rağmen, esirlere karşı insanlığını, kadın ve çocuklara karşı vakarını gösterdin!

Siyonistlerin, kendilerinden başka bütün insanları hayvandan farksız görüp “goim” adıyla aşağıladığını bir türlü anlamayan şuursuzlara karşı, siyonist katil savunma bakanının öfke ile “hayvanlara karşı savaşıyoruz” alçaklığını itiraf etmesini sağladın!

Katil İsrail Devlet Başkanının, sivil halkın yaşadığı binaları bombalamasını “merd-i kıptinin şecaat arz ederken sirkatin söylemesi” gibi yayınlamasını sağladın!

Kıymetli Milletvekillerimiz, azıcık çalışıp  her fırsatta çokça tatil yapma derdindeydi. Onları şeklen seçiyor görünen bizler de adaletsiz gelir dağılımı, haksız uygulamalar, meşru talepler gibi bir sürü derdimize derman olmaları için peşlerinden yalvar yakar koşturuyorduk! Ama sizler dünyanın bir imtihan yeri olduğunu, “Hayat, iman ve cihat!” gerçeğini bize canlarınızla, cesaretinizle, zalimden korkmayan Hz. Hamza misali yüreğinizle hatırlattınız! Sizlere ve mücadelenize bakınca kendimizden ve dert diye tasalandıklarımızdan utandık!

Cennetin ucuz, Cehennemin de lüzumsuz olmadığını gösterdiniz!

Gaflet deryasında boğulmuşuz meğer! 1,5 milyar Müslüman uyuşturulmuş ve başsız kalmışız meğer! Allah’tan daha fazla siyonist ve zalim kullarından, keyif ve konforumuzun bozulmasından korkarmışız meğer! Korktuklarımız içi boş birer balon, imanımız hakiki güç ve kardeşlik kaynağımızmış meğer!

Ne çok şey yaşattın ve öğrettin bize Gazzeli Kahramanlar birliği HAMAS! Aşk olsun sana! Belki yine en kolayı olacak ama, en azından safımız belli olsun diyedir duamız: Yüce Rabbimiz senin zaferine bizleri de şahit eylesin! Kutlu İslam beldesi Kudüs ve Mescid-i Aksanın çevresinin zalimlerden kurtarılmasına memur ve müyesser eylesin!




Ekim Ayını Kimler Bekliyor?

Milletin derdine derman olmaları veya en azından çalışmaları için seçtiğimiz 27. dönem Vekilleri, geride öfke ve hayal kırıklığı  bırakarak, çözüm bekleyen onlarca soruna neredeyse hiç dokunmadan gittiler! 28. Dönemde tazelenen umut ve beklentilerle gelen Vekillerimiz de meclise geldikleri anda kronik Vekil hastalıklarına yakalandılar!

Meclisin duvarlarına sinsice yerleşmiş olan umarsızlık, gamsızlık, bencillik, tembellik, duyarsızlık ve kibir mikroplarıyla anında enfekte oldular! Daha mazbatalarındaki mürekkepler bile kurumadan, 1,5 aylık taze vekiller iken, Ekim ayına kadar sürecek olan anlamsız, haksız ve gereksiz uzunlukta bir tatile adeta kaçtılar!

Toplumsal beklentiler klasörünün kapağını bile açmadan, millete zehir gibi gelen ekstra vergi yüklerini doğru dürüst tartışmadan, alternatif yollarını sorgulamadan onaylayıp gittiler!

Sayın Cumhurbaşkanı da Meclisin bu utandıran performansından iktidar partisi Genel Başkanı sıfatı ve etki gücü ile bizatihi sorumludur. Kendisinin onay vermediği tekliflerin gündeme bile alınmadığını düşünürsek, yasamanın yürütme baskısı ve etkisi altında kaldığını söylemek yanlış olmaz!

Toplumda yükselen tepkilere cevap olarak Sayın CB Erdoğan 24 Temmuzda, “Kendisini mağdur hisseden tüm kesimlerin gönlünü mutlaka alacağız. Bunu da çok gecikmeden yılbaşı civarı neticeye ulaştırmayı planlıyoruz!” demişti.

Ekim ayında açılacak meclisin yıl sonuna kadar çok sınırlı bir çalışma süresi ve yoğun bir programı olacak. Tek başına bütçe maratonu bile bu sürenin çoğunu işgal edecek. Sayın Vekiller bütçe maratonunu tamamlayıp Aralık ayının son haftasında her yıl olduğu gibi NOEL Tatiline çıkacakları için, toplumsal beklentiler konusunda Sayın Erdoğan’ı halka karşı mahcup bırakmamak adına çok çalışmaları gerekecek!

Kendini mağdur hissedenleri yazmaya kalkarsak en az 2-3 sayfa tutacağını bilerek, en azından gruplar halinde hatırlatmış olalım:

1-EYT ilintili mağdur ve talep sahipleri: Kısmi emeklilik, 5000 gün prim mağdurları, Çırak ve staj mağdurları, Bağ-Kur tescil ve prim sorunlular, doğum ve askerlik borçlanması mağdurları, 9 Eylül 99 sonrası işe giren ve emekliliği 17-20 yıl ötelenenler.

2-İş-Kur TYP garabeti çalışanları, Ulusal Hane Ziyareti çalışanları, eski Okul Güvenlik görevlileri, Ücretli Öğretmenler, Usta Öğreticiler, Fahri Hocalar, EYS Antrenörleri, Aile Bakanlığı Ekdersli Meslek Elemanları, PİKTES projesi çalışanları.

3-İhmal edilen Kahramanlarımız: Güvenlik Korucuları,  Sözleşmeli Er-Erbaşlar, Uzman Çavuşlar, Uzman Jandarmalar, Astsubaylar, İnfaz Koruma Memurları, Güvenlik birimlerindeki Sivil Memurlar.

3-Kamuda türlü isim ve unvanlar altında çalışan envai çeşit engele takılan TAŞERON işçiler ve işçi kılıklı memurlar, KİT ve BİT çalışanları, çakma kadrolu belediye işçileri, çakma sağlıkçılar, karayolu işçileri, her çeşitten var!

4-Yardımcı Hizmetler Sınıfı en gariban memurlar, Öğretmenliği verilmeyen Memurlar, haksız şekilde parçalı aile bırakılan memur ve işçiler, memur kadrosu verilmeyen ama aynı işi yapan üniversiteli kamu işçileri.

5-Sadece Memura yapılan seyyanen zamla haksız şekilde sefalete sürülen memur emeklileri, haksız Aylık Bağlama Oranları ve piyasa zamları yüzünden maaşının hayrını göremeyen SSK ve Bağ-Kur emeklileri.

6-Bir önceki Milli Eğitim Bakanı ile bir sonraki Bakan arasındaki tutarsızlığın bedeli ödetilen 2022 KPSS ataması bekleyen öğretmenler, mezunlar havuzunda çırpınarak beklerken; yetersiz kontenjan sayısı, 35 yaş sınırı, 4001 kodu gibi haksızlıklar ile umutları doğranan gençler.

7-Evlenmeyi tuzağa çeviren yasalardan korkarak uzaklaşan, haramlarla boğuşmaya sevk edilen, 6284 ve süresiz nafaka gibi zulüm yasalarının kara gölgesinden kurtulamayan gençler ve gittikçe zayıflayan, parçalanan aile ocakları.

8-Birbirinden tuhaf ve çelişkili af ceza indirimi gibi uygulamaların dahi dışında bırakılan, çek yasası mağdurları ve ehliyet affı beklentili yüzbinlerce insanımız,

9-YÖK’ün haksız uygulama ve bürokratik zorbalıklarından kendilerini bir türlü kurtaramayan denklik sorunu mağdurları, YÖK 100/2000 projesi doktor akademisyenleri, azami süre sorunu yüzünden mevcut aflardan yararlanamayıp okullarından atılan TIP  ve Dişçilik vb. bölüm öğrencileri.

10-Makul ücretli ve kışlasız bedelli askerlik talep eden gençler.

11-Ülkenin her yerini işgal eden başıboş köpek terörüne, her gün kurban gibi insanlarımızı feda etmekten bıkıp usanan, kendi yurdunda köpekten daha değersiz hisseden vatandaşlar.

Gördüğünüz gibi konu başlığı da mağdur sayısı da çok ve milyonlarca insanı doğrudan etkiliyor. Bunlar bir çırpıda aklıma gelenlerdi. Elbette eksikler de çoktur.

Netice olarak, Sayın Vekillerimiz lütfederek 3 aylık tatillerini tamamlayıp geldiklerinde, gerçekten çok hızlı ve etkili çalışmaları gerekiyor. Öbür türlü halefleri gibi hüsran ve kızgınlık yaşatmaya, hayır duası yerine ah ve beddua toplamaya devam edeceklerdir.

Sayın Vekillerimizin, Ekim ayına kadar keyif çatarak geldikten sonra, bunca sorun ve talep için süremiz yetmedi deme lükslerinin olmadığını hatırlatmaya gerek yoktur sanırım. Yaklaşan yerel seçimler öncesinde Meclise ilk defa katılan Yeniden Refah Partisi gibi taze partilerin özellikle yüksek performans göstermelerini bekliyoruz.

Kendilerine yönelik tüm hakları en üst limitten yasalaştıran, bir koyundan bir kaç post çıkarırcasına hem şimdiki Vekil maaşını hem de önceki dönemler için emeklilik maaşını aynı anda alabilecek kadar becerikli olabilen Sayın Vekillerimizden bu kadarcık performans istememiz haklı değil mi?

 




İhmal Edilen Kahramanlar-4: #İnfazKorumaMemurları

İnfaz Koruma Memurları (İKM) yani bilinen adıyla Gardiyanlar da ihmal ettiğimiz kahramanlar arasındadır. Kahraman ifadesini abartılı bulabilirsiniz ama biraz düşününce sizin de hak vereceğinize inanıyorum. Vücudumuza zararlı bir cisim veya mikroplar girdiğinde savunma sistemimiz öncelikle dışarı atmak veya yok etmek için mikro düzeyde çatışmaya girer. Yapabiliyorsa parçalar ve sindirir. Bunu yapamayacağını anladığı anda izole etmeye ve başka yerlere dağılmasını önlemeye çalışır. Zararlı cismin veya canlı organizmanın etrafını sararak etten ve bazen kemikten duvar ören yapımız adeta vücudun infaz koruma memurları gibi davranır. İnfaz Koruma Memurları, bazılarının yargı kararı tartışmalı olsa da topluma zararlı olduğu tescillenmiş bireylerin şerlerini uzaklaştırmak, huzur ve sükuneti sürdürmek, cezalarının infazı ile adalete hizmet etmek için çok kıymetli ve gerekli bir görevi icra ediyorlar.

İnfaz Koruma Memurları vazife sırasında ölümle burun buruna gelmeleri, fiili darp ve saldırı hedefi olabilmeleri, kendileri de korunma ve disiplin kuralları gereği fiziksel zorlama yetkisi kullanmalarına rağmen, tuhaf bir şekilde Genel İdari Hizmetler (GİH) sınıfı içinde sayılmıştır. Genel idari hizmetler adı üstünde büro ağırlıklı işler, yazışma ve benzeri kurumsal işlevler odaklıdır. Memur sınıfları içinde en düşük maaş ve özlük hakları  Yardımcı Hizmetler Sınıfından sonra GİH sınıfındadır. İKM için, GİH sınıfından farklı bir ayrıcalık olarak sadece 2018 yılında 5510 sayılı kanuna eklenen bir madde ile “fiilî hizmet süresi zammı” yani yıpranma payı eklenmiştir. Bu sayede fiili görev sürelerine her yıl için 90 gün ilave edilerek emeklilik yaşlarını en fazla 3 yıla kadar öne çekme hakkı tanınmıştır.

Pandemi sırasında görevliler dışında kimse evinden bile çıkamazken, cezaevlerinde fiilen mahkumlar gibi kesintisiz görev yaparak hem ailesinden uzak kalan hem de şiddet riskinin yanında hastalık tehlikesine de maruz kalan sessiz kahramanlar arasında İKM ve diğer Cezaevi personeli de yer almıştı. İçeride psikolojik olarak dengesiz ve genelde sorunlu mahkumlarla sürekli muhatap olmak ve taleplerini yasalar çerçevesinde karşılamaya çalışmak, dışarıda mahkum yakınlarının ve suç örgütlerinin haklı veya haksız baskılarıyla, bazen de tehditleriyle sürekli mücadele etmek hiç kolay olmasa gerek!

İnfaz Koruma Memurlarının bazen cezaevlerine ziyarete gelen mahkum ve tutuklu yakınlarına da sınırları zorlayacak şekilde sert ve kaba davranışlarını, adeta onlar da suçluymuş gibi hallerini veya içeride yatan mahkum ve tutuklulara bazen gereğinden fazla sert davranmalarını ve kişisel zorbalıklara yol açmalarını tasvip etmek elbette mümkün değil! Her meslek grubunda olduğu gibi İKM içinde de sıkıntılı tiplerin yer alması kaçınılmazdır. Bu tür sorunlu kişilerin sayısını en azda tutmanın yolu da İKM için hak edilen maaş ve özlük haklarını vermekten, İKM mesleğini nitelikli ve iyi eğitimli gençlerimiz için cazip kılmaktan geçiyor. İKM şartları ne kadar iyileşirse mahkum ve tutuklu yakınlarına karşı toleransları, kanunsuz tekliflere karşı direnmeleri, bu mesleğe talip olan insanların kalitesi de o kadar yükselecektir.

Sonuç olarak, İnfaz Koruma Memurlarının GİH sınıfından alınarak Emniyet Hizmetleri Sınıfına veya yeni tesis edilecek eşdeğer bir sınıfa konulması, özlük ve maaş haklarının maruz kaldıkları risklere uygun şekilde güncellenmesi hem adalet, hem de toplumun huzuru açısından gerekli bir düzenleme olmuştur. Yapılacağı konuşulan devlet personel rejimi değişikliklerinde bu hususun da unutulmaması gerektiğini hatırlatmak istedim. Karar, yetki ve sorumluluk, Cumhurbaşkanlığı Kabinesi ve Yüce Meclisimizdedir.




YÖK’e Yok Artık Demek Lazım!

Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK), tıpkı 80 darbesinin diğer ürünü olan 82 Anayasası gibi hayatımızdan yadsınamıyor, hep şikayet edilirken bir türlü kaldırılamıyor, her seçim döneminde vaatler arasında konuşulsa da varlığını korumayı hep başarıyor! Halkın ve iktidarın sinir uçlarını germekten, anlamsız engelleme ve yokuşa sürmelerle akademik dünyanın huzursuzluk kaynağı olmaktan da çekinmiyor!

Akademisyenlerin maaş, tayin, eş durumu, kadro ve özlük haklarından, öğrencilerin maruz bırakıldığı eziyetlere kadar, çok sayıda sıkıntılı konuları var. Bunlardan yakinen bildiğim bazılarını kısaca hatırlatarak, en sonda soracağımı şimdiden yazmak istiyorum: YÖK’e yok artık bu kadar da olmaz diyerek, düzeltmeye gidecek bir kahraman yok mu? 

Mesela neler mi? Bir kaç örnek vereyim:

1-Ülkemizde sayısı birden bire artan kamu ve özel üniversitelerin işletilmesi için gerekli olan akademisyen kadronun, ihmal edilen, ihtiyaç duyulan alanlarda başta olmak üzere yetiştirilmesi gerekiyordu. 2016 yılındaki YÖK yönetimi güzel bir proje ile bunu gördü ve çalışma başlattı. 100 tematik alanda 2000 doktora öğrencisi yetiştirmek için burs planladı ve 2000 diye başlanan proje zaman içinde 6.000’e kadar ulaştı. Mükemmele yakın şartlarda özel eğitim alan akademisyenlerimiz aynı zamanda fiilen asistan gibi çalışarak üniversitelerde önemli bir insan gücü de oldular. Mezunlara kendi alanlarında üniversite akademisyenliği veya kamu ar-ge projelerinde uzman görevli istihdam sözü verilmişti. Büyük bir hevesle doktorasını yapan gençlerimiz şimdi ortada kaldılar! Çünkü projeyi başlatan YÖK Başkanı başka bir göreve gitmiş, yeni gelen Başkan da eskisinin projesini uygulamak istememişti! Gençlerin ve ülkenin akademik geleceği kişisel hırs ve kaprislere kurban edildi! Bu rezalete yok artık diyerek son verecek birisi yok mu?

2-YÖK’ün tanıdığı yurt dışındaki üniversiteler listesindeki okullara giderek gurbet elde okuyan, önemli miktarda harcamalar yapan 104 bin kadar gencimiz, yurda döndüğünde acı bir sürprizle karşılaştı! YÖK’e güvenerek gittikleri bu okullar için keyfi nedenlerle denklik verilmiyordu! Türkiye’ye özel telafi dersler vb düşünülmeden, yıllar süren emekleri çöp sayılıyordu! İktidar partisinin yöneticileri defalarca gündeme getirdiği halde YÖK inadından vazgeçmedi. Bir önceki Meclis döneminde çıkarılan Gençlik Paketi içinde olmasına neredeyse kesin gözüyle bakılıyordu ama YÖK Başkanı ve ekibinin marifetiyle yine hüsrana dönüştü! Bu haksızlığa dur diyecek birisi yok mu?

3-YÖK’ün danışmanlığında 2014 yılında YÖK kanununda yapılan düzenleme ile Üniversitelere azami süre konuldu. Bu süreler kolay ve kısa dönemli 2 yıllık okullarda yüzde 100 yani 4 yıl yapılırken; kazanması, okunması en zor ve aynı zamanda en uzun olan 6 yıllık TIP fakültesi gibi bölümlerde yüzde 50’ye kadar düşük yani en çok 9 yıl verildi. İlk haksızlık ve yanlış buradaydı. Daha sonra 2018 ve 2022 yılında öğrenci afları çıksa da mevcut okuyan gençlerimize hiç bir faydaları olmadı! Okulundan tamamen ilişiği kesilenler 1 gün veya 10 yıl önce de olsa aynı sayıldı ve özel hakla bitirme imkânı buldular. Zaten kaydını yaptırıp okumaya çalışan ama pandemi, deprem, hastalık, ekonomik vb nedenlerle süresinde bitirme imkânı olmayan Diş, Eczacılık, Tıp gibi zor ve zahmetli okullardaki gençlerimiz yılsonunda kendilerini değersiz bir eşya gibi sokakta bulacaklar! Bitirmelerine 1-2 dönem kala emekleri ve hayalleri yok edilecek! Öğrenci aflarını tasarlayan bürokrat akademisyenler, bu vahim noktayı sehven mi yoksa kasten mi atlıyor artık daha net görüyoruz! Bu eğitim faciasına dur diyecek yok mu?

4-Ülkemizde açılan kamu ve özel üniversite sayısında patlama yaşandı. İlkokulda zorunlu eğitime verilen bir çocuk isterse hiç doğru dürüst ders çalışmadan, adeta iteklenerek lise sona kadar taşınıyor. Sınavda sıfır puan çekse bile kazanabileceği üniversite bölümleri var! Kariyer meslekler için özel ve kamu tarafının talep miktarını dikkate almadan aşırı sayıda açılan okullar nedeniyle arzda anormal bir yığılma yaşanıyor. Herkes üniversite mezunu oldu ama büyük bir kısmı işsizlik ve ümitsizlik havuzunda boğuluyor! Emeğin ve diplomanın değeri düştü! Sınavlardaki haksızlıklar ve nepotizmde sınırların zorlanması sayısı az olan imkânları daha da ulaşılmaz kıldı. YÖK’ün çılgınca öğrenci kontenjanı açma yerine sağlıklı bir planlama yapması gerekirdi. Siyaset baskısına asıl bu konularda direnç göstermeli, siyaseti ikna ederek yükseköğretimin değerini ve etkisini korumalıydı! YÖK’e asıl işinize odaklanın diyecek yok mu?

YÖK’ün kuruluş amacına ne kadar hizmet ettiği tartışılır. Belki de şikâyet ettiğimiz şeylerin yaşanması için tasarlanmıştı Allah bilir! Geldiğimiz noktanın sağlıklı bir zemin olmadığı hem okullarımızın hem de mezunlarımızın durumundan anlaşılıyor! Eğitimde esas alınan müfredat felsefesi de ayrı bir çalışma ve dert konusudur. Sayın Cumhurbaşkanımızın final dönemi kabinesinden ve Meclisteki temsilcilerimizden, YÖK’ün yukarıda sayılan sorunlarına karşı daha duyarlı olmalarını ve bürokratik oligarşinin kalesi olmaya namzet davranan bu kurumun ideal seyrine dönmesini sağlamalarını bekliyoruz. Bunu yapabilecek milli irade ve yetki güncellemesi de yaşandığına göre, beklemeye gerek yok değil mi efendim?




Kimler Bakan OLMASIN?

Yeni bir Türkiye Yüzyılına girerken her zamankinden daha fazla çalışmaya, daha ehil ve liyakatli kimselere görev vermeye, daha sistematik davranmaya ihtiyacımız var! Cumhurbaşkanlığı yönetim sistemine geçtiğimizden beri, yürütmenin saha komutanları olarak tayin edilen Bakanların başarı ve etkinliklerinde dramatik farklılıklar gözlemledik. Siyasi veya bürokratik geçmişi kuvvetli, karizması kendinden parlak Bakanların yıldızlaştığı kişiler olduğu gibi, büyük bir hayal kırıklığı ve başarısızlık abidesine dönüşenleri de gördük!

En başta şunu söylemek zorundayım:

Geçmişte yıllarca kendi özel şirketlerini veya büyük sermayelerin işletmelerini yöneten, temsilciliğini yapan kişilerin profesyonel yeteneklerine güvenerek kamuda bakanlık yapmalarından pek hayır görmedik! Tam tersine büyük zarar ve sıkıntılarını yaşadık! Çünkü Cumhurbaşkanımız onlara güvenip görev verse de sadakat ve hizmetleri daha çok kendi şirketlerine veya temsil ettikleri sermeye odaklarına oldu! Bu acı gerçeği Ticaret, Tarım, Milli Eğitim, Turizm, Sağlık, Şehircilik gibi bakanlıkların hepsinde tecrübe ettik! Kırk yıllık Yani’nin Kani olmayacağı gibi, kırk yıllık sermaye temsilcileri bir anda kamu yararını gözeten mükemmel Bakanlar olamıyorlar!

Biraz daha açacak olursak;

-Yetki sahibi olunca kendi veya akraba şirketlerini bakanlığı ile ballı alışverişe sokan Ticaret Bakanı istemiyoruz!

-Ülkenin tarım politikalarını daha önce temsilcisi olduğu uluslararası tröstlerin menfaatine uygun şekilde yönlendiren, kenevir gibi çok önemli ve tonlarca derde derman olacak bir bitkinin ekilmemesi için özel gayret sarf eden, tarım teşviklerini suiistimalci gruplardan aşağıya gerçek çiftçilere indiremeyen, her yıl soğan-patates krizi yaşanmasına engel olamayan, ülkeyi başıboş köpek cehennemine çeviren Tarım ve Ormancılık Bakanı istemiyoruz!

-Milli Eğitim’deki fullbright prangasını sökmek için uğraşmayan, feshedilse bile İstanbul Sözleşmesinin dayattığı Toplumsal Cinsiyet Eşitliği sapkınlığını müfredattan temizlemeyen, Mason Rotary cemaatleri ile protokol yaparak okullarımıza sokan, ücretli öğretmenlik ve usta öğreticilik emek sömürüsünü büyüterek devam ettiren, Ankara’da 5.000 kadro fazlası bankamatik memuru öğretmeni barındıran, keyfi olarak mazeret tayinlerini önleyip binlerce öğretmen ailesini parçalanmış yaşamaya zorlayan, tuhaf sınav ve kararlar ile öğretmenler arasında gelir uçurumu yapıp fitneler doğuran, özel okullarında olduğu gibi öğretmenleri mali külfet olarak gören Milli Eğitim Bakanı istemiyoruz!

-Göreve geldiği andan itibaren sahibi olduğu hastane ve üniversitenin anormal şekilde büyümesini sağlayan, tarihi değeri olan binaları kendi özel işletmesi olan üniversiteye tahsis ettiren, pandemi sürecinde halkımız denek değildir diyerek olmaz dediği gen tedavisi nitelikli aşıları baskıyla dayatan, uluslararası ilaç ve medikal sermayenin temsilcisi gibi davranan, sağlık personeli deyince sadece hekimleri anlayan, hekim dışındaki sağlık çalışanlarının sorunlarına sırt çeviren, 2.ve 3. basamak sağlık kuruluşlarını yani sermaye ve tedavi odaklı yatırımları ihya ederken 1. basamak ve koruyucu sağlık hizmetlerini söndüren, sağlıkçıları ucube ASM Grup elemanı, Aile Hekimlerini de gelir kaygısıyla zalimleşen taşeron patronlarına dönüştüren Sağlık Bakanı istemiyoruz!

-Ülkenin turizm açısından önemli her yerinde kendi şirketlerine özel tahsis ve ayrıcalıklar sağlayan, içki masalarında verdiği pozlar ve İstanbul’un fethine İŞGAL demesiyle ne kadar derin kültürel birikime sahip olduğunu gösteren Kültür ve Turizm Bakanı istemiyoruz!

-Aile düşmanı feminist ideolojinin bayraktarlığını yapan, eş ve anne olma erdemini ve sorumluluğunu hiç tatmamış, aileyi kurmak ve yüceltmek yerine yıkma konusunda gelişmiş ve münhasıran “Boşanma Avukatlığı” gibi branşı olan bir mesleğe mensup, sapkınlıklara karşı Müslümanca tepkilere nefret söylemi diyerek zihniyetini açıklamış, Aileyi kadınlar için en tehlikeli yer olarak raporlama cüretini göstermiş, ekdersli meslek erbabı adı altında çoğu kadın 3.000’e yakın personelin emeğini sömüren, asgari ücret altında ve özlük hakları olmadan çalıştıran Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı istemiyoruz!

-24 yıllık EYT mücadelesi sonunda çıkarılan 1 sayfalık kanunla EYT düzenlemesini mundar eden, kısmi emeklilik ve 5000 gün prim farkını düzeltmediği gibi vatandaşı yanlış yönlendirerek ayrıca borca sokup rezil eden, çok bilmiş tavırlar ile çıraklık ve staj mağdurlarının emeklerini yok sayıp küçümseyen, hak talebinde bulunanlar ile alay eden, 9 Eylül 1999 sonrası işe başlayanların seçme şansı varmış gibi 17-20 yıl geç emeklilik durumunu normal sayan, empatisi ve hoşgörüsü eksik, güzellikleri kendine sıkıntıları Cumhurbaşkanına havale eden anlayışsız Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı istemiyoruz!

-Reşit olmadığı yaşlarda bile sahne ve özel hayatında ahlaksız işlere imza atan sanatçı etiketli fitnecileri gençliğe örnek gösterip ödül veren, kumar pisliğinden gençleri koruması gerekirken spor liglerine ve öğrenci yurtlarına Spor Toto ve Milli Piyango gibi resmi kumar isimlerini verdiren, Cuma günleri Cuma namazına amatör genç futbol takımlarının lig maçlarını koymasına müsaade ederek Cami ile yollarını kestiren, EYS Antrenörleri ucube ismi altında sporcu öğretmenlerimizin emeğini sömüren Gençlik ve Spor Bakanı istemiyoruz!

Sayın Cumhurbaşkanımız, biz buradan bakınca görüp yaşadıklarımızın bir kısmı aynen böyle oldu. Gerisi zaten size malumdur! Hz. Muhammed aleyhisselamın buyurduğu gibi, aynı delikten tekrar ısırılmamak için kötü olmak pahasına yazıyor ve uyarıyoruz! Lütfen kabinenizi çok daha dikkatli seçin ki final döneminiz tarihten silinmeyecek başarılar ve güzellikler ile anılsın! Ehliyet ve liyakat sorunlu başarısız bir takım olarak değil! Sizi Allah için seviyor, yanlışlara karşı da Allah için acizane uyarıyoruz.

Vesselam…




Mağdur Zorbalığı

Mağdur Zorbalığı” gibi tehlikeli ve yanlış anlaşılmaya müsait bir başlık altında tespit ve fikirlerimi beyan etmeden hemen önce belirtmiş olayım: Bu yazı şikayet ve karalama amacıyla değil, mağdurlara destek olmaya niyetlenen kişi ve kurumlar için bir deneyim paylaşımı, mağdur grupları için iletişim kabiliyetini geliştirme odaklı bir geri bildirim, zaten mağdur zorbalığını fiilen yaşayan ünlü, gazeteci, siyasetçi, iş adamı/kadını veya kanaat önderleri için de bir empati raporudur!

Bir insan hem mağdur hem de zorba olabilir mi diye düşünebilirsiniz. Evet, bir insan hem mağdur hem de zorba olabilir! Bu durumun bence en basit açıklaması şudur: Mağdur edildiği veya olduğuna inandığı konuda yaşadığı stres ve haklılık gücüyle körüklenen öfke yüzünden, mantıklı sakinliğini kaybederek, muhataplarına karşı saldırgan ve had sınırlarını zorlayan şekillerde iletişim ve tek taraflı dayatmalarda bulunabilir! Çünkü o mağdurdur ve sanki masum çocuklara tanınan anlayış ve özgürlük alanına sahipmiş gibi, pervasızca konuşmaya, yazmaya, yargılamaya, başka olay veya kişileri yok saymaya hakkı vardır! Hele birde kendisiyle beraber aile fertleri de bu mağduriyetten kötü etkileniyorsa, agresif tavırları turbo vitese takılmış gibi yükselebilir!

Son bir kaç yıldır, zaten ilgilendiğim toplumsal sorunlara daha fazla eğilmeye, araştırmaya, yazmaya ve görsel medyada konuşmaya başladım. STK’larda görev alarak gönüllü faaliyetlerine katıldım. Doğal olarak, gerçek ve sanal ortamdaki sosyal çevrem genişledi ve farklı gruplardan çok sayıda insanla aktif iletişim kurmaya başladım. Aile ve geleneksel değerlerimizden doğan çalışma halkam, emek ve istihdam gibi alanları, toplum sağlığı ve güvenliği gibi konuları da kapsayarak genişlemeye devam ediyor. Sağlık, bilişim, eğitim, işletme, yönetim, sosyal hizmetler gibi farklı disiplinlerde eğitim, proje ve çalışma deneyimlerim sayesinde, mağdur gruplarını algılama ve empati oluşturma becerimi geliştirebildiğimi söyleyebilirim. Bu yüzden olsa gerek, farklı gruplardan insanların “bizi en az bizim kadar iyi anlıyor ve savunabiliyorsunuz Ercan bey” benzeri geri dönüşler almaktan büyük bir mutluluk ve huzur duyuyorum.

Bütün gayret, kişisel araştırma ve iletişim açıklığıma rağmen, elbette varlığından veya ayrıntılarından haberdar olamadığım çok sayıda mağdur grupları da çıkıyor. Her insan gibi, sınırlı zaman ve imkanlar nedeniyle atladığım veya bilmediğim mevzular da çok oluyor. Bazen mağdurların bizzat kendileri, bazen de STK’ların yönlendirmesiyle öğrendiğim sorunlarını hızla araştırıp anlamaya ve etkileri itibarı ile mağduriyet derecesini ve grubunu kendimce belirlemeye çalışıyorum. Bu konudan emin olunca takip ve ifade listeme ekliyor, düşünce dünyamda empatik senaryosunu başrolde kendim veya ailem varmış gibi canlandırıyor ve hissettiklerimi ifade etmeye, yazmaya ve konuşmaya başlıyorum. Şu ana kadar öğrendiğim ve takip ettiğim hemen her mağduriyet konusunun, bendeki olgunlaşma ve ifade serüveni kısaca böyledir.

Toplumsal sorunlara duyarlı emekli bir sağlık personeli ve çiçeği burnunda bir akademisyen olarak, farklı mağdur gruplarıyla yoğun iletişime geçince, “mağdur zorbalığı” adını verdiğim davranışlara maruz kalmaya başladım. Garip bir şekilde, çok farklı gruplarda ama aynı karakterde davranış modellerini görünce, bunun nadir ve bireysel bir tavır değil, genellenebilir ve gruplanabilir bir standart olacak kadar yaygın psiko-sosyal bir davranış modeli olduğunu fark ettim. Hangi terimle ifade edebileceğimi düşünürken, en makul gelen “Mağdur Zorbalığı”nda karar kıldım.

Ünlülerin, gazetecilerin, siyasetçilerin, iş adamı ve iş kadınlarının, yazarların, internet fenomenlerinin, kısaca toplumsal görünürlüğü ve etki alanı geniş bilinen hemen her kişinin, adını “mağdur zorbalığı” koyduğum bu tavırlara muhatap olarak taciz duygusu yaşadığını, tekrarı olmasın diye açık iletişim kanallarını daralttığını, gerçekten mağdur olduklarına inansa da doğrudan destek vermekten kaçındığını, eski mağdur zorbalıklarının korkusuyla yeni mağdur gruplarını tanımayı veya gündemine almayı istemediğini düşünüyorum artık! Ben de eskiden, bunca imkanları varken neden daha etkili veya ilgili değil bu insanlar, diye düşünüyor ve biraz da ayıplıyordum doğrusu. Şimdi onları da anlıyor ve aşırıya kaçan rijit tavırlarına hak vermesem de makul zeminlerini görebiliyorum artık.

Mağdur zorbalığını çeşitli gruplarda derleyebiliriz. Buyurun beraber bakalım:

1-Yardım zorbalığı yapanlar: Maddi zorluk yaşayan ve mağdur olduğuna inanan bazı kişiler, önüne çıkan herkesten para yardımı isteme, hiç görüşmediği insanlardan sosyal medya üzerinden ısrarla yardım talep etme hakkını kendinde görebiliyorlar.

2-Bencil mağdurlar: Dünyanın en mağdur kişisi veya grubu olarak kendilerini gören, tüm sıralamalarda liste başında yer almak isteyen ve bu olmadığında muhatabına çemkirebilen mağdurlar var!

3-Diğer mağdurlara zorbalık yapanlar: Kendini aşırı mağdur bulurken, diğer mağdur gruplarını acımadan eleştirebilen, karalayan ve hor görerek sosyal linç kampanyalarına gönüllü katılan, herkesi kendisiyle kıyaslayıp küçümseyerek, zorbalık hedefine aldığı kişiyi yalnızca kendisiyle ilgilenmeye zorlayanlar.

4-Mağduriyetinden düşmanlık üretenler: Kadınlarla ilgili bir sorun yaşayan erkeklerin, kadınlara veya tersi halinde, kadınların erkeklere karşı geliştirdiği nefret ve düşmanlığını muhataplarına dayatarak, aynısını yapmaya zorlayanlar. Düşman olduğu cins veya insan grubu hakkında sempatik tavırlara bile tahammül edemez ve aşırı tepki verirler. Bu tür tahammülsüzlükleri ideolojilere, partilere, dini kurumlara, diğer canlılara veya eşya gruplarına da olabilir.

5-Bilgi zorbalığı yapanlar: Muhatap aldığı kişinin ilgi veya uzmanlık alanında olmasa da kendi mağduriyetini ayrıntılı şekilde bilmek zorunda olduğunu dayatan, bilemeyerek gündeme alınmadığında küstahça hesap soranlar.

6-Medya tetikçiliğine zorlayanlar: Kendi ürettiği içerikleri dayatarak, muhatabınca istenmese de paylaşmaya ve yaymaya zorlayanlar. Karşı çıkıldığında sert tepkiler verenler.

7-Gündem zorbalığı yapanlar: İlgisi olmadığı konu başlıkları altında bile, ısrarla kendi mağduriyetlerini dayatan ve konuşulmasını isteyenler. Bu yapılmadığında ise hesap sorarak taciz edenler.

8-Paylaşım zorbalığı yapanlar: Hedef aldığı kişiyi bütün mesajlarında etiketleyerek bildirimlerini yönetemez hale getirenler. Muhatabının bir paylaşımı altına birbirinin aynısı 50-60 tane paylaşımda bulunarak, aşağıya doğru izlemeyi ve farklı insanların görüşlerine ulaşabilmeyi imkansızlaştıranlar.

9-Trend Topic Zorbaları: Twitter gündeminde aynı konularda eş zamanlı üretilmiş birden fazla hashtag (#) başlıklarına toplu ve aşırı çalışarak, gündem listesinde birden fazla satırda yer işgal ederek, diğer mağdur grup başlıklarının ve emeklerinin görünürlüğünü engelleyenler.

10-Siber zorbalık yapanlar: Kendilerine düşman veya rakip belledikleri diğer mağdur gruplarının hesaplarına karşı sistematik spamlama, şikayet ve engelleme gibi siber zorbalık yapanlar.

11-Kulis zorbalığı yapanlar: Biraz ilgi gösteren her kişiye doğrudan veya özelden ısrarla yazarak kulis, haber veya gelişme bilgisi soranlar. Altı boş kalsa da tahmin isteyenler. Tahmin veya kulis bilgisi tutmadığında çok sert tepki verenler.

Yazıyı daha fazla uzatmamak adına, bu kadar sınıflandırmayı şimdilik yeterli görüyorum.

Bazı mağdurlar bilerek veya bilmeyerek, bu sayılan zorbalıkların en az birini veya bir kaçını yapıyorlar. Kibarca uyarıldığında yada olumsuz yanıt aldığında, çok olgun davranan ve doğru davranışa yönelenler de var. Durumu krize çevirerek hakaret boyutuna geçenler de! Bazen mağdurlara yardım adına, farkında olmadan mağdur zorbalığı yapan destekçileri de oluyor. Mesela ben! Belli bir kesimin sesini duyurmak için, medyada bilinen ve tanıdığım bir şahsın DM kutusuna ilgili twitlerimin bağlantısını göndermeyi adet edinmiştim. En sonunda bana bir mesajla “Kardeşim neden bu twitlerin hepsini bana yolluyorsun?” diye sorduğunda anlamıştım resmen taciz duygusu yaşattığımı ve özür dileyerek mesaj yollamayı bırakmıştım. Şimdi sadece ilgili ve istekli kişilere sınırlı sayılarda mesaj yollamaya çalışıyorum!

Mağdur Zorbalığına düşmek istemeyen mağdurlar ne yapmalı?

1-Yukarıda sayılan zorbalık seviyelerindeki davranışlardan kaçınmalısınız!

2-Mağdurlar arasında rekabet ve yıkıcılık yerine, işbirliği ve birlikte sinerji geliştirme üzerine çalışmalısınız!

3-Çok sayıda ruhsuz ve özensiz paylaşımlar yerine, daha az ama yüksek kaliteli ve etkili içerikler üretmeyi hedeflemelisiniz!

4-Destek alamasanız da nefretleri çekmemek üzerinde durmalısınız! Sizi tanıyanlar sıkıntıyla değil, sempati ve destek duygularıyla anabilmeli!

5-Bencil ve egoist tavırlardan vazgeçmeli, diğer mağdurlara da saygı ve anlayışla yaklaşmalısınız!

6-Sizin yanınızda gönüllü duran kişileri acımasızca sömürmemeli, uzun ve sağlıklı sürebilecek bir destekleme gücü ve şevki bırakmalısınız!

Kısacası, iletişimini sağlıklı bir zeminde kurabilenler daha başarılı bir sürece imza atarlar. Öbür türlü, mağdur zorbalığına maruz kalan herkes, eninde sonunda mağdurlardan uzaklaşır ve sorunlarına karşı duyarsızlaşan tavırlar geliştirir. Yani, altın yumurtlayan tavuğu kestiğinizde karnında saklı bir hazine bulamazsınız! Her şeyin bir gelişim ve olgunlaşma süreci vardır. Süreci güzel yönetebilirseniz, başarılı sonuçlar kendiliğinden gelecektir inşAllah!

Şunu da eklemeden geçmeyelim: Mağdur zorbalığına uğramadan, aşırı alıngan davranarak seçmenlerini engelleyen milletvekilleri ve mağdurlarını engelleyen SGK gibi yapılar için, bu yazım bir bahane değildir! Hakaret ve iftira söz konusu olmadığı sürece, her mağdurun ilgili kamu kuruluşlarına veya Milletvekili, Vali, Kaymakam, Bakan, Belediye Başkanı gibi kamusal görevlilere ulaşma, dilek ve temennilerini, şikayetlerini iletme hakkı vardır! Sayın Cumhurbaşkanımıza herkesin sınırsız erişebildiği, mesajlarını yollayabildiği bir ortamda, resmi görevli kişi ve kurumların vatandaşı engelleme hakkı yoktur! Mesela, SGK’yı EYT mevzusunda eleştirip bilgi talebinde bulunduğum 2019 yılından beri, şahsıma koyduğu twitter engeli halen devam ediyor! Hem paramızı alıp, hem de böyle kibirli davranmak bir hizmet kurumuna asla yakışmaz! Bilmem anlatabildim mi?




Bir İstihdam Hastalığı: #Çalışanİşsizler

Çalışan işsizler de olur mu diye düşünmeyelim! Bir kişi sevdiği ve eğitimini aldığı işi yapamıyor, onun yerine hayatını sürdürebilmek için farklı bir işte ve razı olamadığı bir maaş ve diğer hakların eksikliğini şiddetli hissettiği bir işyerinde emeğini sarf ediyorsa çalışan işsizdir!

Çalışan işsizler, kamu ve özel sektörün her seviyesinde bulunabilirler. Ziraat Mühendisliğini bitirdiği halde atanamayıp, bir zincir markette kasiyerlik yapmak zorunda kalan gencimizin yaşadığı hüzün ve değersizlik duygusu başka neyle açıklanabilir?

Kişilerin ilgi ve yetenekleri ile kamu/özel piyasanın taleplerinin bir noktada kesişmesi beklenir. Arz-talep dengesinin kurulması emek ve fiyat istikrarının sağlanması için elzemdir. Mal ve işgücü arzının artması değer kaybına, talep edilen mal veya hizmetin azlığı da fiyatlarda şişkinliğe neden olur. 6 Şubat depremleri sonrası çevre illerde yaşanan vahşi ve insanlık sınırlarını zorlayan kiralık ev piyasası gibi.

Gençlerimiz sektör ve meslek seçerken yeteneklerine göre doğru yönlendirilmelidir. Elbette istidatları önemli fakat, ihtiyaç duyulan alanlara dönmeleri de gereklidir. Kamu ve serbest piyasanın istihdam atmosferini sağlıklı şartlarda oluşturması, iş ve meslek tatmini açısından temel şarttır. Bundan sonra, ihtiyaca uygun sayıda mavi veya beyaz yakalı personelin eğitim planlaması önem kazanır. Eğitim çıktısında da arz-talep dengesi bozulursa, iş ve emek piyasasında değer kayıpları veya sapmalar kaçınılmaz olur.

Türkiye’de gençlerimizi henüz ortaokul seviyesindeyken, beceri ve kapasite seçilimi ile doğrudan meslek alanlarına veya ileri eğitim için üniversite seviyesine taşıyacak bir düzeni maalesef kuramadık! İlkokulda teslim alınan her çocuk, neredeyse standart bir müfredat ile hiç zorlanmadan, üniversite sıralarına kadar taşınıyor ve adeta sırtından iteklenerek götürülüyor. Herkes için bir okul ve üniversite var! Yaygın kamuoyu algısı da neredeyse tuvalet hizmetleri için bile üniversite eğitimini şart koştuğundan, erkeklerde askerlik gibi zorunlu ve gerekli görülüyor. Asıl facia üniversite bitince yaşanıyor! El bebek gül bebek okutulan gençler mezun olunca, mensuplarının yıllarca çırpındığı halde kurtulamadığı, derin ve kirli bir işsiz üniversiteli gençler kuyusuna düşüyorlar! Hayatın tüm acımasız yönleri burada karşılarına çıkıyor. Ailelerin beklenti ve hayal kırıklıkları, şefkatle okutan devletin soğuk ve acımasızca artık tanımazdan gelen yüzü, KPSS sınavlarındaki umutsuz çırpınışlar, evlilik ve aile kurma hayalinin imkansızlığı pembe rüyalarını bitmeyen gerçek kabuslara çeviriyor.

İşsizlik ve çaresizlik had safhaya çıkınca, meslek aşkı ve kişisel öncelikler de uzak beldelere dönülmez tatillere çıkıyor! Çünkü kişisel ihtiyaçlar ve aile baskısı acil çözümler gerektiriyor! Bu sefer hemen her türlü tercih sınırlaması devre dışı kaldığı için, en olmaz denilen işler bile makul gelmeye başlıyor. Çalışan işsizlerin kök neden analizi kısaca böyledir dersek yanılmayız sanırım.

Çalışan işsizleri en fazla hizmet sektöründe görürsünüz. Yurt çapında binlerce şubesi olan perakende marketlerde çalışanların profiline dikkatle bakarsanız kolayca anlayabilirsiniz. Mevsimlik işlerde, tarım alanlarında, turizm sektöründe, inşaat vb. işlerde çoğunlukla çalışan işsizler vardır.

Kamuda çalışan işsizler öylesine kurumsallaşmıştır ki, kanun ve diğer mevzuatların karışık yollarına girip kaybolan, bilmeden çalışan işsizlere dönüşen yüz binlerce gencimizin imdat çığlıklarını da duymamak mümkün değildir! Kimisi alanı dışında çalışmaktan, büyük bir çoğunluğu muadillerinin çok altında bir gelirle çalışmaktan oldukça rahatsız, iş güvencesinden yoksun ve diken üstünde yaşamaktan tükenmiş olsalar da çaresiz bir razılık içinde tutsak kalmışlardır.

Şimdiye kadar öğrendiğim ve tanıdığım “çalışan issiz” kamu gruplarını, en mağdurlarından başlayarak sıralayacak olursam şöyle bir liste oluşurdu:

-Ücretliler ( Ücretli öğretmenler, usta öğreticiler, fahri öğreticiler, eys antrenörleri, ekdersli meslek elemanları)

-Güvenlik Korucuları

-Sözleşmeli Er ve Erbaşlar

-Uzman Çavuşlar

-Mevsimlik kamu işçileri

-MEB PİKTES Projesi çalışanları

-Yardımcı Hizmetler Sınıfı gariban ve unutulmuş Memur unvanlı işçiler

-Kamu ve Belediye Taşeronları (HBYS, Kiralık Araç Şoförleri, Yemekhane Çalışanları, Karayolları Çalışanları, Müşavir Firma Çalışanları, Sterilizasyon Çalışanları, Radyoloji ve MR Çalışanları, Kamu Çağrı Merkezleri Çalışanları, Dişi Protez Çalışanları, Laboratuvar Teknikerleri, Biyomedikal Teknikerleri, Vakıfbank Güvenlik ve İlbank, Biyologlar, KİT Taşeronları, Vakıf Çalışanları, Fizyoterapistler, Sosyal Tesis Çalışanları, Şehir Hastaneleri Mağdurları, ASM Grup Elemanları, Çadırkent ve EXPO Bakım Onarımcılar, PTT Çalışanları, Telekom Çalışanları, Belediye Çalışanları …)

-Eşi ve ailesi başka illerde kaldığı halde eş durumu tayini yaptıramayan belediye ve üniversite çalışanları

-Meslek Kodu Mağdurları

-İşçi statüsünde kalan Mühendis ve diğer uzman eğitimli personel

-Yeterli sayıda kontenjan ve hakkaniyetli sınav yapılmadığı için görevde yükselemeyen her branştan memurlar

Özelde veya kamuda çalışan işsizlerin varlığı ve giderek artan sayısal çoğunluğu, tehlikeli bir hastalık gibidir. Çünkü verimsizliğe, isteksizliğe, bazen sabotaja varan nefret duygularına zemin sağlar! İlkokuldan itibaren istihdama yönelik eğitim planlama sistemlerini yeniden ve sağlıklı şekilde kurmak, halen çalışan işsiz durumundaki insanların huzurunu ve performansını temin edecek düzenlemeleri ivedilikle yapmak zorundayız! Aksi takdirde giderek kalitesiz ve sağlıksız bir çalışma hayatının içinde hep beraber boğulacağız! Böyle olunca, kimin Cumhurbaşkanı veya Milletvekili olduğunun bir anlamı kalır mı?