Seçim Hezimetinden Kim Sorumlu?

      31 Mart yerel seçimleri CHP ve Yeniden Refah Partisi için görkemli bir zafer, AK Partinin başını çektiği Cumhur ittifakı için bağıra bağıra gelen bir hezimet tablosu çizmiştir. DEM Parti ise Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde rakiplerinin anlaşmazlığından da sıyrılarak yaygın hakimiyet kurmayı başarmıştır.

      Sayın CB Recep Tayyip Erdoğan’ın, ustalık ve anayasal jübile döneminde, CHP karşısında böylesine ağır bir yenilgiye maruz kalması elbette hoş bir durum değil. Şimdilerde, iktidar yanlısı herkes bu hezimete bir kılıf bulmaya, ısrarla Sayın Erdoğan’a dokunmadan günah keçilerini linç meydanlarına sürmeye çalışıyor.

      Artık, Allah için hakkı ve doğruları söylemek şart olmuştur! Bu hezimetin birinci derecede sorumlusu, baş aktörü ve tetikleyicisi, bizzat Sayın Erdoğan’dır! Türkiye’nin iyiliği için, Sayın Erdoğan çok iyi ama etrafındakiler kötü ve beceriksiz söylemlerinden artık sıyrılmak gerekir!

Sayın CB, bağıra bağıra gelen ve tüm uyarılara rağmen önlenmeyen bu seçim hezimetinin baş sorumlusudur! Çünkü:

  • Şahsi söz ve vaatlerinin güvenirliği son derece azaldı! Son yıllarda halka verdiği sözlerin büyük bir kısmı hiç yapılmadı veya oldukça eksik ve sıkıntılı gerçekleşerek hüsrana döndü! Süresiz nafakadan, başıboş köpeklerin toplanmasına, memur emeklilerinin maaş zamlarına, Bağ-Kur prim eşitlemesine, 2019’da işten atılan belediye personelinin işe iadesine, toplumsal beklentilerden, ehliyet affına kadar çok sayıda verdiği sözler ya hiç tutulmadı veya sorunları artarak devam etti. Mesela, 2018 yılında ilk 100 gün içinde çözme sözü verdiği süresiz nafaka belası için, aradan geçen yaklaşık 6 yıla rağmen hiçbir düzenleme yaptırmadı! Bizzat atadığı Bakanların bu konuda çelişen açıklamalarına da sessiz kaldı.
  • AK Partiyi ve Meclisi, feminist ideolojinin temsilcilerine adeta teslim etti! Aile, erkek ve din düşmanı yasaların peşpeşe çıkmasına, imzasını nihayet çektiği İstanbul Sözleşmesinin zehirli atıklarının 6284, TMK ve TCK yasalarında kalmasına, toplumsal cinsiyet eşitliğinin müfredatı işgal etmesine seyirci kaldı ve destekledi. Feministlerin, “Ak Parti en büyük kadın hareketidir” ve “kadın örgütleri devlet aygıtından daha güçlüdür” gibi hezeyanlarına karşı çıkmadı, tam tersine doğrulayan tavırlarda bulundu.
  • Aile Bakanı olarak bekar ve çocuksuz, feminist bir STK yöneticisi ve aile parçalama uzmanlık dalları da bulunan avukat mesleğinden bir hanımı, uzun süre Aile Bakanı olarak bütün tepkilere rağmen atadı. Aile bakanlığının feministlerin resmi örgütü gibi yapılanmasına izin verdi. Bakanlık teşkilatında erkekler ile ilgili daire başkanlığı düzeyinde bir birim bile kurdurmadı!
  • Milletin başına bela olan feminist aile düşmanı yasaların ve 5199 sayılı başıboş köpek terörüne yol açan yasanın, hem hazırlayıcısı hem de yılmaz savunucusu bir hanımın, bütün protestolara rağmen tekrar vekil yapılmasını ve Mecliste en üst görevlere getirilmesini sağladı. Hakeza, başıboş köpek olmaz diyen kişi ve kurumlara hakaret ve iftiralar ile suçlayarak engelleyen bir hanımı da yine ısrarla Vekil olarak görevlendirdi.
  • 2004 yılında Başbakan iken yasalaştırdığı ve gerekçesinde sahte Unesco Bildirgesine atıf yapıldığının fark edilmediği 5199 sayılı kanunun çarpık uygulamaları yüzünden, feci şekilde vefat eden yüzlerce insanımıza, binlerce trafik kazasına, her yıl 250 bin civarında kuduz şüpheli saldırıya rağmen; gereken düzeltmeleri yaptırmadı! Bir avuç feminist ve köpek istismarcısı çığırtkanın, başıboşluktan doğan büyük rant lobisinin etkisinde kalarak; 5199’un 2021 güncellemesinde daha da sorunlu hale getirilmesine izin verdi. Yaşanan trajedilerden sonra defaatle belediyelere başıboş köpekleri toplama talimatı vermesine rağmen, bir türlü uygulatamayarak makamında zafiyet izlenimi verdi!
  • Katil İsrail ordusunun yaptığı katliam ve açlıktan ölüme götüren izolasyonu gidermek için, sıradan vatandaşlar gibi kınamaktan öteye giden bir eylemde bulunmadı! Halkın kendi çapında yaptığı boykotlara resmi kurumları da katarak destek vermedi! Devlet kurumlarının, halkın tersine siyonist destekçilerine sponsorluk ve tedarik gibi ilişkilerine engel olmadı. Ticaretin ve lojistiğin kesilmesi çağrılarına “ama onlar özel şirketler” benzeri inandırıcı gelmeyen, ABD gibi ülkelerin yaptırımlarına benzemeyen söylemlerde bulundu. Askeri tedbirlerden önce yapılacak çok sayıda resmi adımları atmadı! Ümmetin nezdinde zayıf, etkisiz ve hatta siyonizm ile işbirlikçi gibi algılanan bir profil çizdi. Hristiyan çoğunluklu Güney Afrika kadar inisiyatif kullanmadı! Refah kapısının yardıma açılmasını sağlayamadı!
  • Ayasofya Camisini ibadete açarak Milletimize kazandırdığı büyük sevince sonradan ağır bir gölge düşürdü! Caminin üst katını kilise formatında müze olarak ziyarete açtırdı. Sapık FETÖ grubunun dinler arası diyalog safsatalarına benzer görüntülerin oluşmasına izin verdi.
  • Mağdurların 24 yıllık EYT mücadelesi sonunda, geriye yönelik hakların yasal gaspını kaldıran düzenlemeyi 2023 yılında nihayet çıkardı. Ama 99 öncesi kısmi emeklilik ve 5000 prim gün haklarını yasaya ekletmedi. İtirazları dikkate almadı. Bizzat atadığı Çalışma Bakanı ve Grup Başkan Vekillerinin, halkı yanlış yönlendirerek ayrıca ağır borç altına sokmasına engel olmadı.
  • EYT düzenlemesi yapılınca; haklı talepleri ve mağduriyetleri olan Çırak ve Stajyerler, Bağ-Kur tescil sorunluları vb. için Çalışma Bakanının rahatsız edici, alaycı beyanlarda bulunmasına izin verdi. 9 Eylül 1999 sonrası işe başlayanların felaket piyangosu çekmiş gibi, 17-20 yıl eklenen emeklilik yaşı sorununa makul kademe düzenlemesi getirtmedi. SGK’nın keyfi olarak kadınlar arasında doğum borçlanması, erkekler arasında memur ve astsubaylar için askerlik ve sivil eğitim borçlanması gibi garabetler çıkarmasına önlem aldırmadı.
  • Seçimlerden hemen önce EYT düzenlemesinden pişmanlığını beyan ederek, EYT ilintili diğer mağdurlara tamamen dışlanmış ve gelecekte çözümsüz kalacakmış gibi ağır üzüntü yaşattı. Mitinglerde mağdur grupları azarladı, tartaklanmalarına yol açtı.
  • Vergi affı yapılan holdingleri, altın madencilerini, fahiş tutarlı ve pandemi yasaklarında dahi garanti ödemeli yap-işletleri, kur korumalı mevduatlardan hazineyi sömüren faizcileri, kar patlamaları yaşayan banka gibi sermaye odaklarını görmezden gelerek; maaşları zaten sadakaya düşürülmüş emeklileri en büyük bütçe sorunu gibi gösterdi!
  • Cumhuriyet tarihinde ilk defa kanuna karşı hile yapılarak, seyyanen zam aldatmacası ile memur emeklilerinden maaş zamlarının kaçırılmasını, emekli memurların sefalete terk edilmesini sağladı!
  • 2008 yılında yasalaştırdığı 5510 sayılı düzenleme ile emekli aylık bağlama oranlarının anormal şekilde düşürülmesine yol açtı ve daha sonra bu haksızlığı düzeltmek yerine, küçük seyyanen zam ilaveleri ile bu zulmü gizlemeye çalıştı.
  • Meclisteki sayısal baskınlığını kullanarak, yasamanın toplumsal beklentileri gündeme almasını önledi. Muhalefetin ve kendi cephesinde olan Yeniden Refah Partisinin kanun tekliflerini genel kurulda görüştürmedi! Grubu ve ortağı MHP ile meclisin her fırsatta tatil yaparak fiilen işlevsiz kalmasını sağladı.
  • 2023 yılı sonunda kendini mağdur hisseden bütün halk kesimlerinin gönlünün en geç yılbaşında alınacağı teminatını açıkça verdiği halde fiilen mecliste ve kabinesinde bir şey yaptırmadı!
  • Yargı sisteminde birbiriyle çelişen veya keyfi kararlarla oluşan hukuksuzluğa karşı meşru kontrol ve iyileştirme sistemlerini kurdurmadı.
  • CB Politika Kurullarının sadece birilerine koltuk ve maaş vermekten ibaret, adeta işlevsiz taltif makamlarına dönüşmesine izin verdi. Bakanlıkların icraat ve planlamayı keyfi şekilde üstlenmesine, kaynak kullanımında sürekli hata ve israf yapmalarına yol açtı.
  • Bizzat kendisinin ifade ettiği, kadrolu memurlarda aile birliği, mülakatsız atama vb. sözlerin kendi Bakanları tarafından boşa çıkarılmasına izin verdi. Sözlerinin takipçisi ve garantörü olamadı.
  • AFAD’ın İçişleri Bakanlığına bağlanarak zayıf kalması, Çevre ve Şehirciliğin aynı çatı altına alınarak çevre katliamına yol verilmesi, Tarım ve Orman Bakanlığının da benzer şekilde ormanların aleyhine kurgulanması gibi sistematik ve hiyerarşik yanlışlara imza attı.

 

       Buraya kadarki kısımları okuyanların, “Ercan bey bu konu da vardı, neden yazmadın?” diyebileceği kadar çok ve çeşitli yanlışlara imza attı Sayın Erdoğan. Seçimlerden hemen önce meclisi yine bir ay tatile çıkarması, toplumsal beklentileri yok sayması, staj ve çıraklık mağdurlarını Konya mitinginde azarlayıp gözaltına alınmalarına yol açması, emeklilikte adalet isteyenlere de benzer sert tedbirler aldırması, emeklileri ve özellikle EYT’li yeni emeklileri diğer talep sahiplerine karşı mazeret ve suçlu gibi sunması, EYT’den pişmanlığını ifade etmesi, halkın gönlünden ve umudundan kopuşuna yol açan son eylemleri oldu.

      Sayın Erdoğan’ın, halkın sorunlarına kişisel ilgisizliği ve haklı talepleri sürekli öteleme politikası yetmezmiş gibi, çevresine kümelenen danışman, gazeteci, yorumcu, sosyal medya ünlüsü vb. çok sayıda kişinin; hem halkın mağdur kesimlerine hem de Yeniden Refah Partisi gibi bağımsız politika üretmeye çalışan rakiplerine olan seviyesiz ve ağır saldırıları, yaşanan kopuşu daha da derinleştirdi. 31 Mart seçim hezimeti Cumhur İttifakı açısından davul çala çala geldi!

    Diyebilirsiniz ki, sadece Sayın Erdoğan nasıl sorumlu olabilir? Bütün yanlışları ona yazamazsın, çevresindekilerin hiç mi suçu yok? Elbette var ama, hepsini atayan, her konuda talimat veren, yasama ve yürütme gücünü şahsında mündemiç eden bizzat kendisidir! Milletvekili adayları halkın ve teşkilatın talebine göre seçilseydi Vedat Bilgin, Özlem Zengin, Derya Yanık, Müşerref Tuba Durgut vb. isimlerin şansı olur muydu? 31 Mart seçim kampanyasında bile bu vekilleri destek için sahaya sürebildi mi? Kısacası Vekil tercihleri de genelde şahsının ve çevresinindi.

       Bakanların, CB kabinesinde üst düzey bürokrattan ibaret olduğunu, her sözlerine başladıklarında Sayın Erdoğan’ı referans alarak konuştuklarını biliyoruz. CB Politika Kurullarının işlevsiz ölü doğduğunu da yaşayarak gördük.

      Meclisteki sayısal çoğunlukları ile Ak Parti ve MHP, sürekli tek kale maç formatında CB gündemine endeksli yasama faaliyeti gösterdi. Meclis Başkanı seçildikten sonra Sayın Numan Kurtulmuş’un nazik davet ve temsil etkinlikleri dışında, Milletin derdine derman olacak bir söylemi, bir çıkışı, bir eylemi, hükumete rağmen hayırlı bir girişimi oldu mu Allah aşkına?

Yazıyı daha fazla uzatmamak için burada kesiyorum. Pekala, halkın ve partilerin iyiliği için bundan sonra neler yapılabilir?

  • Sayın Erdoğan, daha önceki seçimlerin aksine bu sefer halkın mesajını gerçekten aldığını, en kısa zaman içinde toplumsal beklentileri mecliste gündeme sokarak ve hayata geçirerek ispatlayabilir ve halkın güvenini tekrar kazanabilir! Böylece neredeyse kesinleşen, yapılacak bir erken seçim veya 2028 hezimetinden korunabilir.
  • CHP Yönetimi ve belediyeleri, kendilerine altın tepside sunulan bu fırsatı en kaliteli hizmet ve halkın değerleriyle barışık bir yol haritasıyla koruyup geliştirebilir, kalıcı bir başarıya dönüştürebilirler.
  • Yeniden Refah Partisi, bu seçimde kırdığı cam tavan eşiği ve seçim barajlarını geçebilme gücüyle, vaat ettiği “ahlaklı belediyecilik” uygulamalarını; başıboş köpek çözümü, rüşvetsiz hizmet, ehliyet ve liyakatli yönetim kadroları eşliğinde gösterebilir, 2028 seçimlerine iddialı ve ispatlı icraatları ile çok güçlü şekilde katılabilir.
  • DEM Parti, bölge halkının kendisine tekrar açtığı belediye kredilerinin, terör örgütüyle kirlenmesine fırsat vermeden, hizmet odaklı çalışabilir ve kayyum atanmasına gerek duyulmadan huzura ve barışa destek verebilir.

 

        Her şeye rağmen, 31 Mart yerel seçim sonuçlarının Milletimize hayırlara vesile olmasını diliyor ve Milletimizin bu badirelerden sorunlarını çözmüş olarak çıkması için Yüce Rabbimize niyaz ediyorum.




Kamu Yönetiminde Haksızlık ve Ayrımcılık Olur mu?

Adalet devletin dini ise, haksızlık ve ayrımcılıkta bu dinin en büyük günahlarından olsa gerek! Kamu yönetiminde adalet ve istikrar halkın huzur ve emniyetinin teminatıdır. Güvenlik, sağlık, eğitim gibi temel ihtiyaç ve uygulamalar vatandaşlık konforunu ve bağlılığını geliştiren unsurlardır.

Kamunun yazılı konuşma dili mevzuat, beden dili ise, icraat tercihleri ve uygulamalarıdır. Bazen mevzuata, bazen de uygulamalara sirayet eden haksızlık ve ayrımcılık gibi olumsuzluklar yüzünden halkta huzursuzluk, güvensizlik gibi negatif sonuçlar gelişir. Halkın kültür ve değer yapısına uygun düşmeyen yasal düzenlemeler bu kopuşu derinleştirir, telafisi güç ve pahalı sıkıntılara yol açar.

Bu izahımızı bazı örnekler ile açıklayarak yaşanan haksızlıkları ve ayrımcılıkları gösterelim:

Milletvekillerinin kendi maaş, emeklilik, sağlık ve sosyal haklar konusunda ne kadar abartılı ayrıcalıklar yaptığını duymayan kalmamıştır. Meclisimizin yarısı hem emekli vekil, hem de aktif vekil maaşını aynı anda alabilecek kadar rahat ve pervasız siyasetçilerimizle doludur. Her fırsatta tatile çıkma konusunda da müthiş başarılıdırlar!

Devletin kanunlarına göre, memurlara yapılan maaş zamları aynı oranda emekli memurlara da uygulanır. Kanuna karşı adeta hile yapılarak, memurlara seyyanen zam uygulamasıyla emekli memurlardan zam kaçırılması güncel bir haksızlıktır. Memur ve emeklisine öz-üvey evlat ayrımcılığı yapma geleneği doğmuştur!

Sözde “Toplum Yararına Proje” diye bir garabet uydurularak, İŞKUR organizasyonu ile bazı kamu hizmetlerinin karşılanması için İşsizlik Fonu peşkeş çekilir gibi harcanmaktadır! TYP kapsamında işe alınan insanlarımız, ömür boyu sadece 9 ay insan muamelesi yapılarak, asgari ücretle çalıştırıldı. 9 ayı dolan insanlar adeta sokağa atılarak, başıboş hayvanlardan daha sahipsiz bir duruma düşürüldü! Bir daha hiç kimse muhatap alınmadılar. Yeni kurbanlar ile bu haksız ve istikrarsız istihdam garabetine devam edildi.

İş ve çalışma mevzuatına göre, hiç kimse asgari ücretten daha az bir maaşla çalıştırılamaz. Doğum, evlilik, hastalık, bayram tatili gibi temel özlük haklarından mahrum bırakılamaz. Ama, acil ve geçici durumlar için düşünülen ekders ücretiyle eğitim hizmetini sağlama yöntemi aşırı esnetilerek, esas ve sürekli personel istihdamı için kullanıldı. Amacından çıkartılarak 20 yıldan fazla süredir kamuda insafsız emek sömürüsüne döndürüldü. Ekders ücretiyle öğretmenler, memurlar, Kur’an öğreticileri, ustalar, antrenörler, sosyologlar, hemşireler, sosyal çalışmacılar istihdam edildi. Milli Eğitim, Gençlik ve Spor, Kültür ve Turizm, Aile ve Sosyal Politikalar, Tarım ve Orman Bakanlıkları ile Diyanet İşleri başkanlığı gibi kurumlarda, istihdam kanseri gibi emek sömürüsü aracı olarak yaygın kullanıldı. Sosyal Güvenlik Kurumu ve Türkiye İnsan Hakları Kurumu gibi doğrudan sorumlu yapılarımız, bu sömürüye, kölelikten beter şartlara kör, sağır ve dilsiz kaldılar. Haksızlığın kamu tarafından yapılması kahreden bir sessizliğe neden oldu! Deprem bölgesindeki ekonomik yardımlarda  bile kadrolu-ekdersli ayrımcılığı yaptılar. Ekdersli çalışanlara zırnık kadar bile deprem tazminatı vermediler!

Güya, kadın ve erkeği fıtrata aykırı bir şekilde birbirine eş ve eşit yaptık! Ama hemen ardından kurnazlık göstererek kadının lehine, erkeğin aleyhine ayrımcılıkları bu temel ilkeden muaf tuttuk! Kadın beyanına esas iftira ve haksız muhakemenin önünü açan İstanbul Sözleşmesinden kalan 6284 yasasını ve diğer yasalarımızdaki zehirli etkilerini temizlemedik! Süresiz nafaka zulmüyle, velayet haksızlıklarıyla, soy emniyetini iptal etmeyle ve daha birçok şeyle kadına üstün ve ayrı, erkeğe doğuştan suçlu önyargılı yaklaşımı kamu yönetimine yansıttık. Kadın dernekleri federasyonu başkanının “kadın hareketi olarak devlet mekanizmasından daha güçlüyüz” hezeyanının kamu yönetimince sessiz kalınarak kabullenildiğini izlemek zorunda kaldık!

“İnsanı yaşat ki Devlet yaşasın” felsefesinden koparak, “köpekleri yaşat ki insana ne olursa olsun” kanunlarını çıkardık! İnsana vermediğimiz değeri başıboş köpeklere gösterdik! Devletin hayvanlar arasında ayrımcılık yapmasını, her şeyinden yararlandığımız besi hayvanları ve yaban hayvanlarına karşı köpekleri tanrısal ve dokunulamaz bir makama getirmesini önleyemedik!

Taşerona son veriyoruz diye ortaya çıkarken, hem taşeronlar arasında kelime ve tarih oyunları ile ayrımcılığa maruz kalanları gizledik, hem de kadroya alıyoruz diye kandırdığımız belediye taşeronlarını belediye şirketlerinde daha beter şartlarda çile çekmeye zorladık! Çakma unvanlar ile resmi memuriyet görevlerini yetkisiz personele yaptırdık. Belediyelerde haksız ve adaletsiz istihdam modelleri geliştirdik. Çalışma barışı ve huzuru diye bir şey bırakmadık!

Şehit ve Gazi verdiklerinde Güvenlik Korucularımızın, Uzman Çavuşlarımızın, Astsubaylarımızın yanında en ateşli Vatan Millet Sakarya nutuklarını attık! Şehit ailelerinin yanında üzgün pozlar verdik! Ama gündem değişince bu kahramanlarımızın meslektaşlarını anında unutarak, haksız, yetersiz ve vefasız şartlarda görev yapmalarını, emekli olunca sefalete düşmelerini önleyemedik! Diğer kamu çalışanlarına verilen temel hakları güvenlik kahramanlarımıza çok gördük. Adaletin tecellisi için görev yaparken canıyla, sağlığıyla ve bazen ailesiyle toptan etkilenen İnfaz Koruma Memurlarımızın, sanki Genel İdari İşler yapıyorlarmış gibi absürt kadro uygunsuzluğunu devam ettirdik!

Kadınlarımız arasında doğum borçlanması, erkekler arasında askerlik borçlanması gibi haksız ayrımcılıklar yaptık. İş ve risk açısından çalışan kabul edilirken, hak ve imkânlar açısından öğrenci sayılan çırak ve stajyer mağdurlar grubu oluşturduk. EYT düzenlemesinde, sanki kasıtlı olarak mağdur bırakılan kısmi emeklilik ve 5000 gün prim mağduru çifte kavrulmuş mazlumlarımız oldu!

Trafik kurallarının kontrol ve cezalandırmasında haksızlıklar ve ayrımcılıklar yaptık. Aşırı hızlı gidenleri, trafik ışıklarına uymayarak daha çok insan ölümüne neden olabilecekleri puan aflarıyla affettik. Ama ölümlü kazaya karışmadan alkol kabahatini işleyenleri, çok uzun sürelerce tam hak iptali ve SÜDGE gibi eziyet uygulamaları ile canlarından bezdirdik. Sadece sürücüleri değil, onlar ile birlikte geçimleri bağlı olan eş ve çocuklarını da ekonomik yoksulluğa düşürdük! Ceza ve afta ölçüyü, kişiselliği, ıslah ediciliği terk ettik!

Velhasıl, kamu yönetimince vatandaşa yaşattığımız haksızlıklar ve ayrımcılıklar sayfalarca yazsak yetmeyecek kadar çok ve ayrıntılıdır maalesef. Başta da belirttiğimiz gibi devletin dini adalettir! Vatandaşların kendilerini değersiz, adaletsiz ve korunmasız hissetmesine neden olan sıkıntılı mevzuat ve uygulamalar acilen düzeltilmeli, toplumsal refahın ve huzurun geliştirilmesi için gereken yapılmalıdır!

Diyeceksiniz ki bu sorunların hepsi birden çözülür mü? En azından yıllardır talep edilen toplumsal beklentilerin çözülmesi için ortak duamız olsun! Yüce Rabbimizin “İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun.” (Al-i İmran/104) emrine icabet edelim öyle değil mi dostlar?




Murat Kurum Yargılanmalı mı, Başkan mı Seçilmeli?

Sayın Murat Kurum, Akparti tarafından İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı olarak gösterildi. Üstelik gelmesi beklenen büyük İstanbul depreminin korkusu da üflenerek adeta kurtarıcı ve kentsel dönüşümcü kahraman gibi lanse edildi. İstanbul’un kaynaklarını tüketecek, şehrin ve coğrafyanın dengelerini alt üst edecek Kanal İstanbul ütopyasının da garantörü olması sağlandı. Böylece yerli ve yabancı arsa simsarlarının büyük bir heyecanla bekledikleri rantsal dönüşümün de teminatı verilmiş oldu.

Türkiye 6 Şubat 2023 depremleri ile derinden sarsıldı ve 11 vilayetimizde yaşayan 53 binden fazla vatandaşımız vefat etti, 100 binden fazlası yaralandı, milyonlarca insanımız evsiz yuvasız kaldı.  Kahramanmaraş, Hatay, Osmaniye, Adıyaman, Diyarbakır, Şanlıurfa, Gaziantep, Kilis, Adana, Malatya ve Elazığ’ın kadim geçmişinden bugüne kalan eski evleri, binaları dışında henüz 2-3 yaşındaki taze binaları da yerle bir oldu. Özellikle 1999 öncesi yapılardaki yıkım ağırlığı bir yere kadar anlaşılabilirse de henüz yeni yapılmış, daha hiç kullanılmamış bölümleri de olan binalar neden yıkıldı?

Kahrolası inşaat yolsuzluklarını ve yanlışlarını önlemek için kurulan Yapı Denetim Kuruluşlarının cinayet kararı gibi inşaat onayları, yaşadığımız acı tecrübenin en önemli sebepleri arasındadır. Yapı Denetim Kuruluşları tıpkı Noterler gibi bağımsız, kamu adına proje denetim ve onaylama yetkileri bulunan özel görevli kuruluşlardır. Çevre ve Şehircilik Bakanlığının onayı ve kontrolü altında çalışırlar. Denetçi mimar ve mühendislerin yetki belgelerini bu bakanlık verir ve takip eder.

1999 depreminden sonra yapılan inşaat proje ve uygulamalarının kamu adına uzman kuruluşlarca bağımsız denetçiler tarafından kontrol edilmesi istenmiştir. Bu nedenle 2001 yılında Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanun ile önceden 27 ilde başlatılan pilot uygulamaya 19 il daha katılarak devam edilmiş ve son olarak 2010 yılında resmi gazetede yayımlanan kanun değişikliği ile bütün illerde yaygın uygulamaya geçilmiştir.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı adına yapıları denetlemek için görevlendirilen bu kuruluşların, işlerini ne kadar düzgün yaptıkları yıkılan genç binaların çokluğundan bellidir! Bakanlıktan beklenen esas fonksiyon afet olur olmaz olay yerine koşarak gece gündüz enkaz kaldırma faaliyetlerini yönetmek değil, mümkün olan en az sayıda enkaz yaşanmasını temin etmektir! 6 Şubat depremleri hem Yapı Denetim Kuruluşları hem de onlara yetki veren zamanın Çevre ve Şehircilik Bakanı Sayın Murat Kurum için kara bir tablo, rezil bir karnedir! Bu sonuca neden olan tüm kişi ve kurumların baştan aşağı istifa edip yargılanmaları gerekirken taltif edilmeleri ve İstanbul Büyükşehir Belediyesine yine deprem korkusu pompalanarak başkan teklif edilmeleri halkın aklıyla alay etmek değilse nedir Allah aşkına?

Geçmiş hata ve kusurlarından doğan felaketin hesabını vermeden, mahcubiyetini bile yaşamadan kahraman edasıyla yeniden farklı rant alanlarını ve Kanal İstanbul gibi ekolojik faciaların uygulamasını yürütmeye teklif edilmesi ne kadar trajik bir yaklaşım ve umarsızlıktır!

Sizi bilmem ama ben Sayın Murat Kurum’u her gördüğümde, arkasında silüet halinde yıkılmış binaları, kaybettiğimiz vatandaşları, yerle bir olan şehirleri, aç gözlü müteahhitlerin sırtlan gibi sırıtışlarını da fark ediyorum! Allah fırsat vermesin demekten, hissettiklerimi paylaşmaktan başka bir şey gelmiyor elimden…




Seçimleri #Önceİnsan Diyebilenler Kazansın!

Terör devleti İsrail’in Gazze’de yaptığı katliamlar aralıksız sürerken, çaresizlik ve beceriksizlik duygularıyla kavrularak nefes alamaz hale geliyoruz. Siyonist mihraklar, kendilerini açıktan eleştiren ve maalesef kınamakla yetinse de bebek katili alçak olduklarını kendilerine her zemin ve seviyede haykıran Türkiye’nin başına bela olan terör örgütlerini kullanmaya devam ediyorlar! O yüzden, hain eylemlerde verdiğimiz şehit sayılarında da acı bir artış var! Bir kez daha ilan edelim ki Allah’ın ve yarattığı bütün mahlukatın laneti, vatan haini terör örgütlerinin ve onların iç-dış destekçilerinin üzerine olsun!

Türkiye ve dünyada yaşanan talihsiz olaylara ve deprem gibi felaketlere karşın, hayatın olağan akışı gibi siyaseti ve toplumu ilgilendiren takvim de kendi mecrasında işliyor. Bu yönüyle bakınca 2024 Mart ayında yapılacak yerel seçimler de kendisini iyice hissettirmeye başladı.

Cumhur ve Millet ittifakının eski-yeni paydaşlarında hummalı bir aday belirleme ve işbirliği pazarlıkları telaşı gözleniyor. Ak Parti kaybettiği büyükşehirleri geri alma ve genişleme telaşında. CHP, kazanmayı başardığı fakat hizmet yönüyle sınıfta kaldığı belediye başkanlıklarını koruma derdinde. Yeniden Refah Partisi temiz ve çalışkan belediyeciliğe olan özlemi karşılama potansiyeli ile halkın nazarında önemli bir teveccüh odağı oldu. Ben de aynı düşündüğüm için partiye katıldığımı söyleyebilirim.

Bu seçimleri öncekilerden farklı kılan önemli bir gündem var! Son zamanlarda giderek yükselen ve her kesimden kurbanlar alan bir terör odağına dönüşen başıboş köpekler konusundaki yaklaşımlar, her türlü siyasi görüşün üzerine çıktı! Çünkü insan sağlığı ve güvenliği, trafik emniyeti ve şehir huzuruna olan başıboş köpeklerin tehdidi tavan yaptı ve halkın tahammülü kalmadı! Bu terörün son kurbanı Türkiye’ye okumaya gelen Tanzanya’lı bir üniversite öğrencisi kızcağız oldu! Sorun artık turizm ve uluslararası ilişkileri de baltalayan milli bir güvenlik ve prestij meselesine döndü!

Kısaca demek istediğim şudur ki; bu seçim #Önceİnsan diyebilen parti ve adaylar ile, insanı hayvandan farksız gören batıl zihniyetli insanlık düşmanı köpekçi lobisi ajanları arasında yapılacaktır! Türkiye’de piyasa değeri bir milyar doları aşan bir sektörün kolaylıkla çıkarlarından vazgeçmeyeceğini,  her türlü ahlaksızlık, yalan haber ve provokasyonu yapmaktan çekinmeyen çirkef elemanlarının boş durmayacaklarını da iyi biliyoruz! Ama bu durum sadece insan hayatını ve sağlığını önceleyen bizler için geri durmaya, insanlarımız vahşice öldürülüp kuduz vb. ile hastalanırken, köpek nedenli trafik kazalarına maruz kalırken susup izlemeye yol veremeyecek! Bir avuç sapkın düşünceli insanlık düşmanı dengesizin ve hayvan gıdası simsarlarının keyfi için daha fazla canımızı, malımızı ve saygınlığımızı kaybetmeye rızamız ve niyetimiz yoktur!

Ak Partili mevcut Belediye Başkanlarının #Önceİnsan dediklerinin yegane ispatı ivedilikle başıboş köpekleri toplamalarıdır! Eylem olmadan vaat ve vade hakları yoktur! CHP’li Başkanlardan hiç umudumuz yok! İzmir Konak Belediye Başkanının Dünyadaki en kutsal yerlerimizden birisi olan Caminin üzerinde köpek resmini paylaşması ile sapkınlıklarının ve saygısızlıklarının bir sınırı olmadığını zaten biliyoruz! Şükürler olsun ki Yeniden Refah Partili Belediye Başkanlarının ilk öncelikli olarak köpekleri toplayacağı en üst seviyede defalarca teyit edildi. Ak Parti ile İttifak yapılabilecek İstanbul, Ankara ve İzmir gibi şehirlerdeki ortak adayların da kesinlikle sıfır başıboş köpek politikası uygulayacağını görmek, duymak ve emin olmak istiyoruz! Cumhur ittifakının tüm liderleri başıboş köpek olmaz demişken aksi bir davranış asla düşünülemez, öyle değil mi?

Halkımızın kahir ekseriyeti, partisi ne olursan olsun Belediye Başkanları #Önceİnsan diyenlerden seçilsin dua ve temennisindedir. Bu sefer kuru dua ile yetinmeyip oylarını da bu yönde kullanacağını görüyoruz çok şükür!




CHP’de Özgür Özel Dönemi Nasıl Olur?

Hamas’ın, tahminlerin üzerinde bir aksiyonla işgalci İsrail’i gafil avlamasından hemen sonra başlayan Gazze katliamları aralıksız sürüyor. 75 yılı geçen Filistin davasında yaşanan zulüm anormal boyutlara dönüştü. Bu vahşete engel olamamak, zalimleri kınamanın ötesinde dur diyememek hepimizin kimyasını bozdu! Bireysel olarak acziyet, günahkarlık, öfke ve çaresizlik duygularını derinden hissediyor, nüfusu 2 milyara dayanan İslam devletlerinin kukla yönetimlerinin bir kaç milyon siyonist karşısında sergilediği zavallı ve işbirlikçi tutum karşısında kahroluyoruz!

Bu duyguların etkisi altındayken utancımdan ne yazı yazmaya ne de eskisi gibi iç sorunlarımızı dile getirmeye pek elim varmadı! Gündeme tutunmak için ara sıra yaptığım paylaşımlarla iktifa ettim. Ne yazık ki Gazze katliamlarının ardı kesilmiyor, katil işgal ordusu karadan ve havadan ölüm yağdırmaya devam ediyor. Çok şükür mücahit kardeşlerimiz de olağan üstü gayretle çok sayıda işgalci siyonisti ebedi cehennemdeki ateşleriyle buluşturmak için azap yolculuklarına başlatıyor. Kıt imkanlar altında destansı başarılar gösteriyorlar. Bizlerin acizliğini ve beceriksizliğini bir avuç yiğit Müslüman örtüyor neredeyse!

Maalesef soğuk bir gerçek olarak hayat devam ediyor, Türkiye’de siyasi, sosyal ve ekonomik gelişmeler de kendi seyrinde sürüyor. Gazze’yi, Yemen’i, Doğu Türkistan’ı, Suriye’yi unutmadan, çözüm için gayretten kaçınmadan kendi meselelerimize de belli ölçülerde değinmeye devam edeceğiz.

CHP’ye geçtiğimiz hafta Genel Başkan seçilen Sayın Özgür Özel hakkında değişik yorumlar ve çıkarımlar okuduk, duyduk veya izledik. Özellikle Ak Parti cenahında ve destekçilerinde bir istihza ve ciddiye almama havası hakim gibi. İdeolojik yorumlarda ise Sayın Özel’in bazı açıklamaları referans gösterilerek Sayın Kılıçtaroğlu’ndan farklı olmadığı belirtiliyor.

CHP’li değilim ancak bu durum objektif tespitlerimi paylaşmama engel sayılmaz. Sayın Kılıçdaroğlu ile beraber CHP’de yaşanan ideolojik darlık ve baskınlaşan tek tipleşme hareketinin neden olduğu uzaklaştırma, renksizleştirme ve entelektüel seviye kaybından sonra, Sayın Kılıçtaroğlu’nu ortaya süren çevrelerin oyuncu değişikliği yaparak durumu kurtarmaya çalıştığı anlaşılıyor. Aday olmayacağını beyan ettiği halde Deniz Baykal’ın karşısına çıkan Kılıçdaroğlu’na karşı genelde 2. adam profili çizen Sayın Özel’in aniden liderliğe soyunması perde arkasındakilerin tavır değişikliğini veya yeni bir emanetçi lider yaklaşımını düşündürüyor. Sayın Özel tüm gücünü ve emeğini kendisine ve partisine mi yoksa başka bir lider adayına hazırlık için mi kullanacak hep birlikte izleyeceğiz.

Türkiye’de siyasi parti liderleri çam ağacı gibidir. Kendileri dışında ağaç ve bitkileri etraflarında istemez, potansiyel rakipler filizlendiğinde bir şekilde yok ederek kendi diplerini hep boş bırakırlar! Parti liderlerine tam biat ile bütün övgüleri ona havale ederek kurşun askerlik yapanlar, sağ kola kadar yükselebilir ama en ufak bir duruş ve tutum farklılığı, özel ve özerk tavırlar göstermeye başladıklarında kesimlik vakti gelen çiftlik hayvanları gibi siyasi mezbahalara sevk edilirler. Onlar daha ne olduğunu anlayamadan haklarında hüküm verilmiş, siyasi fermanları yayınlanmıştır bile!

2023 seçimlerinden bir yıl kadar önce CHP yönetimindeki bu değişim olsaydı, zaten bıçak sırtı giden genel seçimleri Cumhur İttifakının kazanması çok daha zor veya imkansız hale gelirdi. Seçim öncesi 6(+1)’lı masa ittifakında yaşanan beceriksizliklere, halka güven vermeyen süreçlere, girdiği tüm seçimleri kaybetmiş bir lideri başkan adayı göstermeye rağmen neredeyse kazanılacak seçim sonuçları, aslında CHP ve Türkiye açısından ne kadar kritik eşikten dönüldüğünü anlatıyor!

Sayın Özgür Özel’in kronik CHP hastalıklarından kaynaklanan ve kendisine misyon biçen mihrakların ağır süfle baskısı altında serdettiği, ideolojik ve sosyolojik olarak katılmadığımız, mesela Hamas hakkındaki absürt yorumları gibi ifadelerini bir kenara koyarsak; toplumsal beklentileri sahiplenme ve savunma gibi konulardaki hitabet kabiliyeti açıktır.

Güçlü rakipler siyasette kaliteyi de yükseltir. Şimdiki meclis yapısında güçlü bir ana muhalefet partisinin yanı sıra Yeniden Refah Partisi gibi yapıcı muhalif veya destekçi grupların olması Türkiye için önemli bir kazanımdır. Vatanın bölünmez bütünlüğü, milli ve manevi değerlerinin korunması temelinde çok güzel işler yapılabilir. Bu açıdan Sayın Özel’in etrafını saran kronik hastalık ajanlarından ve baskılardan sıyrılarak milleti ve değerlerini saygıyla kucaklayan bir yaklaşım göstermesini umuyorum. İlk başta yaptığı bazı talihsiz konuşmaları da henüz sırtına yüklenen yumurta küfesini hissedemeden ve belki de Genel Başkanlık seçiminde etkili olan çevrelerin bir dayatma belirtisi olarak algılamayı tercih ediyorum.

Sevgili Cumhur İttifakı mensubu parti ve destekçileri!

Artık karşınızda sürekli kendisiyle çelişen, yürüyen merdivenlere ters binen zayıf hitabette ve profilde bir ana muhalefet lideri yok! Kılıçtaroğlu’nu çıkaran mihraklar oyuncu değiştirdi. Tek kale maç devriniz sona erdi! O yüzden gereksiz etiketlemeleri, dalga geçmeyi, hamaset edebiyatı yapmayı bırakın ve gücünüzün kaynağı olan Milletin dertlerini çözerek daha yapıcı, adaletli ve etkili çalışmalarda bulunun. Belki yerel seçimleri de bir şekilde atlatırsınız ama Sayın Cumhurbaşkanının doğal olarak katılmayacağı genel seçimlerde yaşanabilecek büyük hezimetten kurtulamazsınız. Vakit kaybetmeden daha etkili ve kararlı çalışmaya yönelin! Mesela, Meclise yeni gelmişken dahi sürekli tatile kaçarak Milleti perişan ettiğiniz ve onca vaade rağmen bitirmediğiniz Toplumsal Beklentiler paketinden başlayabilirsiniz! Hem kendinizin hem de Milletin iyiliği için, haydi buyurun lütfen! Amasız, fakatsız faydalı işler ve sonuçlar istiyoruz…




Aşk Olsun Sana HAMAS!

Biz tatlı su Müslümanları, ne güzel küçük ve bencil sularımızda sahte bir güven ve huzur içinde yüzüyorduk. Filistin başta olmak üzere; Doğu Türkistan, Yemen ne kadar dertli İslam beldesi varsa biraz sadaka vererek, midelerimizi tıka basa doldurduktan sonra onlar da doysun diye dua ederek, okuduğumuz Yasin-i Şerif ve diğer sureleri gıyabında onlara da hediye ederek içimizi rahatlatıyor, görevimizi yapmış sayarak huzur içinde yatabiliyorduk. İsrail’li katiller veya Hindistan’daki muadilleri biraz fazla cinayet işlediğinde ise kınım kınım kınayarak, sosyal medyadan protesto ile beddualar ederek yine normale dönüyorduk! Ama sen bunların hepsini balon gibi patlattın! Cihadın oturduğun yerde kınama ile olmadığını hepimize gösterdin!

Anlı Şanlı İslam İşbirliği Teşkilatımız vardı. Kibir ve İslam’a öfkeden gözleri kararmış siyonistlerin 7 Ekimde aciz ve çaresiz kağıttan kaplan olduğunu gösterdiğin gibi, Ümmetin devletlerini yöneten kifayetsiz muhterislerin maskelerini de düşürdün! Birkaçı hariç, genelde ne kadar ezik ve şahsiyetsizler güruhu olduğunu ispatladın!

Şımarık, dengesiz ve zorba bir velet gibi davranan İsrail, sizlerden hiç beklemediği bir dayağı yiyince, apar topar korku ile yardımına koşan çirkef annesi misali ABD’nin uçak gemisini yollamasını sağladın!

75 yıldır size yapılan zulüm ve cinayetlere engel olmayan, kuru bir kınamayı bile çok gören, ama siz siyonistlerin canını yakınca en az onlar kadar ağlaşan içimizdeki aşağılık kompleksli çapsız Müslümanları ve Müslüman etiketli gizli gavurları iyot gibi açığa çıkardın!

Ne kadar İslam düşmanı devlet, örgüt, ünlü bozuntusu varsa, hepsini ip gibi aynı hizaya çektin. Hak ve batıl davasında Hristiyan Papa ile siyonist Hahambaşıların bir farkı olmadığını ispat ettin! “Sen onların dinlerine uymadıkça yahudiler de hıristiyanlar da senden asla memnun kalmayacaklardır.” (Bakara/120) ve “Ey iman edenler! Yahudileri ve hıristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin dostudurlar (birbirinin tarafını tutarlar). İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna yol göstermez.” (Maide/51) Ayetlerinin tefsirini bizzat yaşayarak ve etkileyerek yeniden öğrettin!

Fitne ortadan kalkıncaya ve din yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın; fakat vazgeçerlerse, artık zalimlerden başkasına saldırmak yoktur.” (Bakara/193) Emrini yerine getirdin, cihadın kuru lafla değil, canla başla yapılmasını gösterdin!

Aslında arabanızla hastaneye götürülen kendisi yarı çıplak ve yaralı bir kadının, bombalarla yıkılan evlerinde şehit edilen yüzlerce çocuk ve kadından daha önemli olduğunu ispata çalışan siyonist medyanın ikiyüzlülüğünü tescil ettirdin! Bütün karartma ve yalan haberlere rağmen, esirlere karşı insanlığını, kadın ve çocuklara karşı vakarını gösterdin!

Siyonistlerin, kendilerinden başka bütün insanları hayvandan farksız görüp “goim” adıyla aşağıladığını bir türlü anlamayan şuursuzlara karşı, siyonist katil savunma bakanının öfke ile “hayvanlara karşı savaşıyoruz” alçaklığını itiraf etmesini sağladın!

Katil İsrail Devlet Başkanının, sivil halkın yaşadığı binaları bombalamasını “merd-i kıptinin şecaat arz ederken sirkatin söylemesi” gibi yayınlamasını sağladın!

Kıymetli Milletvekillerimiz, azıcık çalışıp  her fırsatta çokça tatil yapma derdindeydi. Onları şeklen seçiyor görünen bizler de adaletsiz gelir dağılımı, haksız uygulamalar, meşru talepler gibi bir sürü derdimize derman olmaları için peşlerinden yalvar yakar koşturuyorduk! Ama sizler dünyanın bir imtihan yeri olduğunu, “Hayat, iman ve cihat!” gerçeğini bize canlarınızla, cesaretinizle, zalimden korkmayan Hz. Hamza misali yüreğinizle hatırlattınız! Sizlere ve mücadelenize bakınca kendimizden ve dert diye tasalandıklarımızdan utandık!

Cennetin ucuz, Cehennemin de lüzumsuz olmadığını gösterdiniz!

Gaflet deryasında boğulmuşuz meğer! 1,5 milyar Müslüman uyuşturulmuş ve başsız kalmışız meğer! Allah’tan daha fazla siyonist ve zalim kullarından, keyif ve konforumuzun bozulmasından korkarmışız meğer! Korktuklarımız içi boş birer balon, imanımız hakiki güç ve kardeşlik kaynağımızmış meğer!

Ne çok şey yaşattın ve öğrettin bize Gazzeli Kahramanlar birliği HAMAS! Aşk olsun sana! Belki yine en kolayı olacak ama, en azından safımız belli olsun diyedir duamız: Yüce Rabbimiz senin zaferine bizleri de şahit eylesin! Kutlu İslam beldesi Kudüs ve Mescid-i Aksanın çevresinin zalimlerden kurtarılmasına memur ve müyesser eylesin!




Ekim Ayını Kimler Bekliyor?

Milletin derdine derman olmaları veya en azından çalışmaları için seçtiğimiz 27. dönem Vekilleri, geride öfke ve hayal kırıklığı  bırakarak, çözüm bekleyen onlarca soruna neredeyse hiç dokunmadan gittiler! 28. Dönemde tazelenen umut ve beklentilerle gelen Vekillerimiz de meclise geldikleri anda kronik Vekil hastalıklarına yakalandılar!

Meclisin duvarlarına sinsice yerleşmiş olan umarsızlık, gamsızlık, bencillik, tembellik, duyarsızlık ve kibir mikroplarıyla anında enfekte oldular! Daha mazbatalarındaki mürekkepler bile kurumadan, 1,5 aylık taze vekiller iken, Ekim ayına kadar sürecek olan anlamsız, haksız ve gereksiz uzunlukta bir tatile adeta kaçtılar!

Toplumsal beklentiler klasörünün kapağını bile açmadan, millete zehir gibi gelen ekstra vergi yüklerini doğru dürüst tartışmadan, alternatif yollarını sorgulamadan onaylayıp gittiler!

Sayın Cumhurbaşkanı da Meclisin bu utandıran performansından iktidar partisi Genel Başkanı sıfatı ve etki gücü ile bizatihi sorumludur. Kendisinin onay vermediği tekliflerin gündeme bile alınmadığını düşünürsek, yasamanın yürütme baskısı ve etkisi altında kaldığını söylemek yanlış olmaz!

Toplumda yükselen tepkilere cevap olarak Sayın CB Erdoğan 24 Temmuzda, “Kendisini mağdur hisseden tüm kesimlerin gönlünü mutlaka alacağız. Bunu da çok gecikmeden yılbaşı civarı neticeye ulaştırmayı planlıyoruz!” demişti.

Ekim ayında açılacak meclisin yıl sonuna kadar çok sınırlı bir çalışma süresi ve yoğun bir programı olacak. Tek başına bütçe maratonu bile bu sürenin çoğunu işgal edecek. Sayın Vekiller bütçe maratonunu tamamlayıp Aralık ayının son haftasında her yıl olduğu gibi NOEL Tatiline çıkacakları için, toplumsal beklentiler konusunda Sayın Erdoğan’ı halka karşı mahcup bırakmamak adına çok çalışmaları gerekecek!

Kendini mağdur hissedenleri yazmaya kalkarsak en az 2-3 sayfa tutacağını bilerek, en azından gruplar halinde hatırlatmış olalım:

1-EYT ilintili mağdur ve talep sahipleri: Kısmi emeklilik, 5000 gün prim mağdurları, Çırak ve staj mağdurları, Bağ-Kur tescil ve prim sorunlular, doğum ve askerlik borçlanması mağdurları, 9 Eylül 99 sonrası işe giren ve emekliliği 17-20 yıl ötelenenler.

2-İş-Kur TYP garabeti çalışanları, Ulusal Hane Ziyareti çalışanları, eski Okul Güvenlik görevlileri, Ücretli Öğretmenler, Usta Öğreticiler, Fahri Hocalar, EYS Antrenörleri, Aile Bakanlığı Ekdersli Meslek Elemanları, PİKTES projesi çalışanları.

3-İhmal edilen Kahramanlarımız: Güvenlik Korucuları,  Sözleşmeli Er-Erbaşlar, Uzman Çavuşlar, Uzman Jandarmalar, Astsubaylar, İnfaz Koruma Memurları, Güvenlik birimlerindeki Sivil Memurlar.

3-Kamuda türlü isim ve unvanlar altında çalışan envai çeşit engele takılan TAŞERON işçiler ve işçi kılıklı memurlar, KİT ve BİT çalışanları, çakma kadrolu belediye işçileri, çakma sağlıkçılar, karayolu işçileri, her çeşitten var!

4-Yardımcı Hizmetler Sınıfı en gariban memurlar, Öğretmenliği verilmeyen Memurlar, haksız şekilde parçalı aile bırakılan memur ve işçiler, memur kadrosu verilmeyen ama aynı işi yapan üniversiteli kamu işçileri.

5-Sadece Memura yapılan seyyanen zamla haksız şekilde sefalete sürülen memur emeklileri, haksız Aylık Bağlama Oranları ve piyasa zamları yüzünden maaşının hayrını göremeyen SSK ve Bağ-Kur emeklileri.

6-Bir önceki Milli Eğitim Bakanı ile bir sonraki Bakan arasındaki tutarsızlığın bedeli ödetilen 2022 KPSS ataması bekleyen öğretmenler, mezunlar havuzunda çırpınarak beklerken; yetersiz kontenjan sayısı, 35 yaş sınırı, 4001 kodu gibi haksızlıklar ile umutları doğranan gençler.

7-Evlenmeyi tuzağa çeviren yasalardan korkarak uzaklaşan, haramlarla boğuşmaya sevk edilen, 6284 ve süresiz nafaka gibi zulüm yasalarının kara gölgesinden kurtulamayan gençler ve gittikçe zayıflayan, parçalanan aile ocakları.

8-Birbirinden tuhaf ve çelişkili af ceza indirimi gibi uygulamaların dahi dışında bırakılan, çek yasası mağdurları ve ehliyet affı beklentili yüzbinlerce insanımız,

9-YÖK’ün haksız uygulama ve bürokratik zorbalıklarından kendilerini bir türlü kurtaramayan denklik sorunu mağdurları, YÖK 100/2000 projesi doktor akademisyenleri, azami süre sorunu yüzünden mevcut aflardan yararlanamayıp okullarından atılan TIP  ve Dişçilik vb. bölüm öğrencileri.

10-Makul ücretli ve kışlasız bedelli askerlik talep eden gençler.

11-Ülkenin her yerini işgal eden başıboş köpek terörüne, her gün kurban gibi insanlarımızı feda etmekten bıkıp usanan, kendi yurdunda köpekten daha değersiz hisseden vatandaşlar.

Gördüğünüz gibi konu başlığı da mağdur sayısı da çok ve milyonlarca insanı doğrudan etkiliyor. Bunlar bir çırpıda aklıma gelenlerdi. Elbette eksikler de çoktur.

Netice olarak, Sayın Vekillerimiz lütfederek 3 aylık tatillerini tamamlayıp geldiklerinde, gerçekten çok hızlı ve etkili çalışmaları gerekiyor. Öbür türlü halefleri gibi hüsran ve kızgınlık yaşatmaya, hayır duası yerine ah ve beddua toplamaya devam edeceklerdir.

Sayın Vekillerimizin, Ekim ayına kadar keyif çatarak geldikten sonra, bunca sorun ve talep için süremiz yetmedi deme lükslerinin olmadığını hatırlatmaya gerek yoktur sanırım. Yaklaşan yerel seçimler öncesinde Meclise ilk defa katılan Yeniden Refah Partisi gibi taze partilerin özellikle yüksek performans göstermelerini bekliyoruz.

Kendilerine yönelik tüm hakları en üst limitten yasalaştıran, bir koyundan bir kaç post çıkarırcasına hem şimdiki Vekil maaşını hem de önceki dönemler için emeklilik maaşını aynı anda alabilecek kadar becerikli olabilen Sayın Vekillerimizden bu kadarcık performans istememiz haklı değil mi?

 




İhmal Edilen Kahramanlar-4: #İnfazKorumaMemurları

İnfaz Koruma Memurları (İKM) yani bilinen adıyla Gardiyanlar da ihmal ettiğimiz kahramanlar arasındadır. Kahraman ifadesini abartılı bulabilirsiniz ama biraz düşününce sizin de hak vereceğinize inanıyorum. Vücudumuza zararlı bir cisim veya mikroplar girdiğinde savunma sistemimiz öncelikle dışarı atmak veya yok etmek için mikro düzeyde çatışmaya girer. Yapabiliyorsa parçalar ve sindirir. Bunu yapamayacağını anladığı anda izole etmeye ve başka yerlere dağılmasını önlemeye çalışır. Zararlı cismin veya canlı organizmanın etrafını sararak etten ve bazen kemikten duvar ören yapımız adeta vücudun infaz koruma memurları gibi davranır. İnfaz Koruma Memurları, bazılarının yargı kararı tartışmalı olsa da topluma zararlı olduğu tescillenmiş bireylerin şerlerini uzaklaştırmak, huzur ve sükuneti sürdürmek, cezalarının infazı ile adalete hizmet etmek için çok kıymetli ve gerekli bir görevi icra ediyorlar.

İnfaz Koruma Memurları vazife sırasında ölümle burun buruna gelmeleri, fiili darp ve saldırı hedefi olabilmeleri, kendileri de korunma ve disiplin kuralları gereği fiziksel zorlama yetkisi kullanmalarına rağmen, tuhaf bir şekilde Genel İdari Hizmetler (GİH) sınıfı içinde sayılmıştır. Genel idari hizmetler adı üstünde büro ağırlıklı işler, yazışma ve benzeri kurumsal işlevler odaklıdır. Memur sınıfları içinde en düşük maaş ve özlük hakları  Yardımcı Hizmetler Sınıfından sonra GİH sınıfındadır. İKM için, GİH sınıfından farklı bir ayrıcalık olarak sadece 2018 yılında 5510 sayılı kanuna eklenen bir madde ile “fiilî hizmet süresi zammı” yani yıpranma payı eklenmiştir. Bu sayede fiili görev sürelerine her yıl için 90 gün ilave edilerek emeklilik yaşlarını en fazla 3 yıla kadar öne çekme hakkı tanınmıştır.

Pandemi sırasında görevliler dışında kimse evinden bile çıkamazken, cezaevlerinde fiilen mahkumlar gibi kesintisiz görev yaparak hem ailesinden uzak kalan hem de şiddet riskinin yanında hastalık tehlikesine de maruz kalan sessiz kahramanlar arasında İKM ve diğer Cezaevi personeli de yer almıştı. İçeride psikolojik olarak dengesiz ve genelde sorunlu mahkumlarla sürekli muhatap olmak ve taleplerini yasalar çerçevesinde karşılamaya çalışmak, dışarıda mahkum yakınlarının ve suç örgütlerinin haklı veya haksız baskılarıyla, bazen de tehditleriyle sürekli mücadele etmek hiç kolay olmasa gerek!

İnfaz Koruma Memurlarının bazen cezaevlerine ziyarete gelen mahkum ve tutuklu yakınlarına da sınırları zorlayacak şekilde sert ve kaba davranışlarını, adeta onlar da suçluymuş gibi hallerini veya içeride yatan mahkum ve tutuklulara bazen gereğinden fazla sert davranmalarını ve kişisel zorbalıklara yol açmalarını tasvip etmek elbette mümkün değil! Her meslek grubunda olduğu gibi İKM içinde de sıkıntılı tiplerin yer alması kaçınılmazdır. Bu tür sorunlu kişilerin sayısını en azda tutmanın yolu da İKM için hak edilen maaş ve özlük haklarını vermekten, İKM mesleğini nitelikli ve iyi eğitimli gençlerimiz için cazip kılmaktan geçiyor. İKM şartları ne kadar iyileşirse mahkum ve tutuklu yakınlarına karşı toleransları, kanunsuz tekliflere karşı direnmeleri, bu mesleğe talip olan insanların kalitesi de o kadar yükselecektir.

Sonuç olarak, İnfaz Koruma Memurlarının GİH sınıfından alınarak Emniyet Hizmetleri Sınıfına veya yeni tesis edilecek eşdeğer bir sınıfa konulması, özlük ve maaş haklarının maruz kaldıkları risklere uygun şekilde güncellenmesi hem adalet, hem de toplumun huzuru açısından gerekli bir düzenleme olmuştur. Yapılacağı konuşulan devlet personel rejimi değişikliklerinde bu hususun da unutulmaması gerektiğini hatırlatmak istedim. Karar, yetki ve sorumluluk, Cumhurbaşkanlığı Kabinesi ve Yüce Meclisimizdedir.




YÖK’e Yok Artık Demek Lazım!

Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK), tıpkı 80 darbesinin diğer ürünü olan 82 Anayasası gibi hayatımızdan yadsınamıyor, hep şikayet edilirken bir türlü kaldırılamıyor, her seçim döneminde vaatler arasında konuşulsa da varlığını korumayı hep başarıyor! Halkın ve iktidarın sinir uçlarını germekten, anlamsız engelleme ve yokuşa sürmelerle akademik dünyanın huzursuzluk kaynağı olmaktan da çekinmiyor!

Akademisyenlerin maaş, tayin, eş durumu, kadro ve özlük haklarından, öğrencilerin maruz bırakıldığı eziyetlere kadar, çok sayıda sıkıntılı konuları var. Bunlardan yakinen bildiğim bazılarını kısaca hatırlatarak, en sonda soracağımı şimdiden yazmak istiyorum: YÖK’e yok artık bu kadar da olmaz diyerek, düzeltmeye gidecek bir kahraman yok mu? 

Mesela neler mi? Bir kaç örnek vereyim:

1-Ülkemizde sayısı birden bire artan kamu ve özel üniversitelerin işletilmesi için gerekli olan akademisyen kadronun, ihmal edilen, ihtiyaç duyulan alanlarda başta olmak üzere yetiştirilmesi gerekiyordu. 2016 yılındaki YÖK yönetimi güzel bir proje ile bunu gördü ve çalışma başlattı. 100 tematik alanda 2000 doktora öğrencisi yetiştirmek için burs planladı ve 2000 diye başlanan proje zaman içinde 6.000’e kadar ulaştı. Mükemmele yakın şartlarda özel eğitim alan akademisyenlerimiz aynı zamanda fiilen asistan gibi çalışarak üniversitelerde önemli bir insan gücü de oldular. Mezunlara kendi alanlarında üniversite akademisyenliği veya kamu ar-ge projelerinde uzman görevli istihdam sözü verilmişti. Büyük bir hevesle doktorasını yapan gençlerimiz şimdi ortada kaldılar! Çünkü projeyi başlatan YÖK Başkanı başka bir göreve gitmiş, yeni gelen Başkan da eskisinin projesini uygulamak istememişti! Gençlerin ve ülkenin akademik geleceği kişisel hırs ve kaprislere kurban edildi! Bu rezalete yok artık diyerek son verecek birisi yok mu?

2-YÖK’ün tanıdığı yurt dışındaki üniversiteler listesindeki okullara giderek gurbet elde okuyan, önemli miktarda harcamalar yapan 104 bin kadar gencimiz, yurda döndüğünde acı bir sürprizle karşılaştı! YÖK’e güvenerek gittikleri bu okullar için keyfi nedenlerle denklik verilmiyordu! Türkiye’ye özel telafi dersler vb düşünülmeden, yıllar süren emekleri çöp sayılıyordu! İktidar partisinin yöneticileri defalarca gündeme getirdiği halde YÖK inadından vazgeçmedi. Bir önceki Meclis döneminde çıkarılan Gençlik Paketi içinde olmasına neredeyse kesin gözüyle bakılıyordu ama YÖK Başkanı ve ekibinin marifetiyle yine hüsrana dönüştü! Bu haksızlığa dur diyecek birisi yok mu?

3-YÖK’ün danışmanlığında 2014 yılında YÖK kanununda yapılan düzenleme ile Üniversitelere azami süre konuldu. Bu süreler kolay ve kısa dönemli 2 yıllık okullarda yüzde 100 yani 4 yıl yapılırken; kazanması, okunması en zor ve aynı zamanda en uzun olan 6 yıllık TIP fakültesi gibi bölümlerde yüzde 50’ye kadar düşük yani en çok 9 yıl verildi. İlk haksızlık ve yanlış buradaydı. Daha sonra 2018 ve 2022 yılında öğrenci afları çıksa da mevcut okuyan gençlerimize hiç bir faydaları olmadı! Okulundan tamamen ilişiği kesilenler 1 gün veya 10 yıl önce de olsa aynı sayıldı ve özel hakla bitirme imkânı buldular. Zaten kaydını yaptırıp okumaya çalışan ama pandemi, deprem, hastalık, ekonomik vb nedenlerle süresinde bitirme imkânı olmayan Diş, Eczacılık, Tıp gibi zor ve zahmetli okullardaki gençlerimiz yılsonunda kendilerini değersiz bir eşya gibi sokakta bulacaklar! Bitirmelerine 1-2 dönem kala emekleri ve hayalleri yok edilecek! Öğrenci aflarını tasarlayan bürokrat akademisyenler, bu vahim noktayı sehven mi yoksa kasten mi atlıyor artık daha net görüyoruz! Bu eğitim faciasına dur diyecek yok mu?

4-Ülkemizde açılan kamu ve özel üniversite sayısında patlama yaşandı. İlkokulda zorunlu eğitime verilen bir çocuk isterse hiç doğru dürüst ders çalışmadan, adeta iteklenerek lise sona kadar taşınıyor. Sınavda sıfır puan çekse bile kazanabileceği üniversite bölümleri var! Kariyer meslekler için özel ve kamu tarafının talep miktarını dikkate almadan aşırı sayıda açılan okullar nedeniyle arzda anormal bir yığılma yaşanıyor. Herkes üniversite mezunu oldu ama büyük bir kısmı işsizlik ve ümitsizlik havuzunda boğuluyor! Emeğin ve diplomanın değeri düştü! Sınavlardaki haksızlıklar ve nepotizmde sınırların zorlanması sayısı az olan imkânları daha da ulaşılmaz kıldı. YÖK’ün çılgınca öğrenci kontenjanı açma yerine sağlıklı bir planlama yapması gerekirdi. Siyaset baskısına asıl bu konularda direnç göstermeli, siyaseti ikna ederek yükseköğretimin değerini ve etkisini korumalıydı! YÖK’e asıl işinize odaklanın diyecek yok mu?

YÖK’ün kuruluş amacına ne kadar hizmet ettiği tartışılır. Belki de şikâyet ettiğimiz şeylerin yaşanması için tasarlanmıştı Allah bilir! Geldiğimiz noktanın sağlıklı bir zemin olmadığı hem okullarımızın hem de mezunlarımızın durumundan anlaşılıyor! Eğitimde esas alınan müfredat felsefesi de ayrı bir çalışma ve dert konusudur. Sayın Cumhurbaşkanımızın final dönemi kabinesinden ve Meclisteki temsilcilerimizden, YÖK’ün yukarıda sayılan sorunlarına karşı daha duyarlı olmalarını ve bürokratik oligarşinin kalesi olmaya namzet davranan bu kurumun ideal seyrine dönmesini sağlamalarını bekliyoruz. Bunu yapabilecek milli irade ve yetki güncellemesi de yaşandığına göre, beklemeye gerek yok değil mi efendim?