Yeter Artık! Daha Fazla Domuz Yemek İstemiyoruz!

TAKDİM

Yazımın başlığı oldukça itici ve korkunç değil mi? Acı ama gerçek bu! Hepimiz öyle veya böyle, domuz veya domuz katkılı ürünleri yiyip-içiyor, giyinip kuşanıyoruz maalesef. Rabbimiz kurtarsın, bilip bilmeden yediğimiz bu melanetten bizleri muhafaza etsin. Sözde dualarımız öyle de, fiili duamız yani davranışlarımızda öyle mi? Oy vererek kendimize yönetici yaptıklarımız, gereken duyarlılığı gösteriyor mu? Daha da önemlisi, bizler yöneticilerimizi bu konuda yeterince uyarıp denetliyor muyuz? Yoksa hem ağlarım, hem giderim diyen gelinlerin sessiz kabulü gibi ve tıpkı faizle iç içe yaşamaya alıştığımız gibi, zinayı suç olmaktan çıkardığımız gibi daha bir çok konuda, Allah’ın ve Peygamberinin açıkça lanetlediği fiilleri işlemeye devam edecek kadar cesur muyuz!?

Allah-u Teala, biz kullarına verdiği sayısız nimetleriyle bütün ihtiyaçlarımızı meşru yollardan giderebileceğimiz bir atmosfer yaratmıştır.  “Ey insanlar! Yeryüzündeki şeylerin helâl ve temiz olanlarından yiyin! Şeytanın izinden yürümeyin. Çünkü o sizin için apaçık bir düşmandır.” (el-Bakara 2/168 ve  172; el-A‘râf 7/157; el-Mü’minûn 23/51). Yasaklanan şeyler genellikle zararlı ve aşırılık içeren madde veya haller şeklinde karşımıza çıkıyor. Bir Müslüman için, açıkça zararını görmese bile, sırf Allah ve Resulü emrettiği için bir şeyden kaçınmak, inancının gereğidir. Cuma namazı vaktinde, işini gücünü bırakıp ibadete gitmesi gibi. Kaçındığı şeyin aynı zamanda zararlı olduğunu görmesi de, İlahi bir lütuf ve güzellik olarak şuurunu arttırır, daha iyi bir insan ve Müslüman olabilmesi için teşvik eder. Domuz ve alkolden kaçınmak gibi.

İSLAMDA DOMUZUN HÜKMÜ

Domuzun, İslamda tamamıyla yasaklanmış bir hayvan türü olduğunu ve Kur’anı Kerim’de açıkça belirtildiğini görüyoruz. “Allah size ancak ölüyü (leşi), kanı, domuz etini ve Allah’tan başkası adına kesileni haram kıldı” (el-Bakara 2/173; en-Nahl 16/115; ayrıca bk. el-Mâide 5/3; el-En‘âm 6/145).

Yenilmesi Müslümanlara açıkça haram kılınanlar;
1. Ölmüş hayvanlar (leş hükmündekiler)
2. Kan ve kandan yapılan yiyecekler
3. Domuz ve domuz ürünleri
4. Allah’ın adı anılarak kesilmeyen veya Allah’tan başka bir şeyin adına kesilen her türlü hayvan (koyun ve dana bile olsa)

Kur’ân-ı Kerîm’de etinin haram olduğu belirtilen tek hayvan domuzdur. Et yiyen diğer yırtıcı hayvanlarla ilgili yasak ise sünnet ve içtihada dayanmaktadır. Domuz, Müslümanlar için hukuken değer taşıyan (mütekavvim) mallardan değildir. Ayrıca şarabın, leşin, domuzun ve putların satımının haram olduğunu ifade eden sahih hadisler mevcuttur (Buhârî, “Büyû”, 102, 112; Müslim, “Müsâkat”, 71; Ebû Dâvûd, “Büyû”, 64). Bu hadislere dayanarak İslam hukukçuları domuzun alım satımının haram olduğuna hükmetmişlerdir. Domuzun hiç bir ürünü, endüstriyel işlemlerden geçmiş olsa bile kullanılamaz.

Domuzla ilgili önemli bir konuda, A’raf Suresinde de (162-165) anlatıldığı üzere, Kudüs yakınlarındaki “Eyle” beldesinde yaşayan  Yahudi kavminin Cumartesi günleri balık avlamaları açıkça yasaklandığı halde, önce hile yolu ile balıkları havuzlarda hapsedip Pazar günleri toplayarak, sonra da açıktan ve fütursuzca Cumartesi günleri bolca balık avlayarak Allah’ın emir ve yasaklarını çiğnemeleri sonucu, bir gece kudreti sonsuz Rabbimizin “ol” demesiyle maymunlara dönüşmesidir. Konuyla ilgili diğer Ayet-i Kerimelerden birisi de  Maide Suresi 60. Ayetidir: “De ki: “Allah katında cezası bundan daha kötü olanı size haber vereyim mi? Onlar, Allah’ın lânetlediği ve gazap ettiği, bir kısmını maymunlara ve domuzlara çevirdiği, tâguta tapan kimselerdir. İşte bunlar, yeri daha kötü olanlar ve doğru yoldan daha fazla sapmış bulunanlardır.”

Konu oldukça açık ve net olduğu için, İslami hükümle ilgili kısmını bu kadarla bırakıyorum. Kısaca Yahudilikte de domuzun kesinlikle yasaklandığını, Hristiyanlıkta ise başlangıçta yasaklandığını, sevilmeyip horlandığını ancak, Hristiyanlığın daha kolay yayılmasını isteyen Pavlus tarafından yazılan “çarşıda satılan her şeyin yenebileceği” lafıyla meşrulaştırıldığını söyleyebiliriz. Dileyen kaynaklardan ayrıntılı olarak inceleyebilir.

Aşağıdaki videoda, Müslüman olmayan bir bilim insanının, neden domuz yenilmemesi gerektiğiyle ilgili, çok anlamlı bir konuşması var. Domuzların, aslında ne kadar sağlıksız ve tehlikeli olduğunu, Allah-u Teala’nın  pislikten ve hastalıklardan korunmamız için bizlere yasakladığını burada da görüyoruz.

 

DOMUZ ÜRETİMİ VE TÜKETİMİ NEDEN TERCİH EDİLİYOR?

 Domuz ve domuz ürünleri ile ilgili verileri, mümkün olduğu kadar batılı kaynaklardan, yani domuzları besleyip her şekilde kullanmaya özen gösterenlerden toparlamaya çalıştım. Domuza muhalefet edenler arasında yine batılı bilim adamları ve PETA gibi vejeteryan organizasyonlarının verilerini de inceledim.

Domuz ve domuz ürünlerinin tercih edilmesinin en önemli nedeni maliyet uygunluğu, yani ekonomik olmasıdır. Kısaca domuzların önemli özelliklerini sıralarsak;

  • Dişi domuzlar 170 ila 220 gün civarında doğurganlık çağına giriyor.
  • Domuzların gebeliği 114 gün kadar sürüyor. Yani istenirse bir domuzdan yılda 3 batın yavru alınıyor.
  • Domuzlar bir batında  12-13 civarında yavru verebiliyor.
  • Doğumda 1-1,5  kilo civarında olan yavrular, iyi bir beslenmeyle 4 aylık olduğunda 130 kiloyu geçerek, kesilmek üzere mezbahalara gönderiliyor.

Gördüğünüz gibi; koyun, keçi ve büyükbaş hayvanlardan hiç birisi, hızlı üreme ve büyüme açısından domuzla rekabet edemez. Üstelik, domuzlar cam dışında her şeyi, ama her şeyi yiyebilecek mahluklardır. Yavruları da dahil, her türlü hayvan leşini ve atık maddeleri yiyerek beslenebiliyorlar.

        Hollandalı yazar Christien Meindertsma,  tek bir domuzdan ne kadar ürün çeşidi çıktığını araştırmış, tam 3 yıl boyunca. Sonunda araştırmasını kitap halinde yayınlamış ve macerasını TED platformunda anlatmış. Türkçe alt yazılı videosu aşağıda. Domuzdan sağlanan maddelerin, tam 185 ayrı ürünün yapımında kullanıldığını tespit etmiş. Kendisi domuzlara hayranlık duyarak anlatıyor ama, ben izledikçe dehşet içinde kaldım. Meğerse her bir yanımız, evlerimiz ve mutfaklarımız domuzla işgal edilmiş bile!

DOMUZLARDA ZULÜM ALTINDA

 Sonsuz ve sınırsız kar hırsıyla gözleri dönmüş, vahşi kapitalist insanların ve firmaların yaptıklarını görünce, tiksindiğimiz domuzlara da acımak ve üzülmek zorunda kalıyoruz. Allah’ın kendince uygun gördüğü hikmetlere binaen, hem insanlara ve doğaya belki bir nevi çöp arabası gibi hizmet etmek, hem de sağladığı faydaların yanı sıra, zararlarıyla da bir imtihan kaynağı olmak üzere, yaratıp yer yüzünde var ettiği domuzların olağan getirilerini dahi yetersiz görüp, daha fazla kar elde etmek için, resmen işkence altında besleyip büyütüyorlar.

Tıpkı, sözüm ona modern üretim ve mezbaha sistemlerinde zulüm gören milyonlarca kümes hayvanları, büyükbaş ve küçükbaş hayvanların çile yolculuğu gibi, domuzlarda insafsız uygulamalardan payını alıyor.

Yavrularını henüz 10 günlük iken annelerinden ayırarak, anestezi yapmadan vahşice erkeklerin testislerini kopartıp iğdiş ediyorlar. Kulaklarını ve kuyruklarını kesiyorlar. Dişlerini söküyorlar. Sırf daha hızlı büyüsünler ve birbirlerini yemeye başlamasınlar diye.

Damızlık seçtiklerini, daracık ve sadece yatabilecekleri uzunlukta demir kafeslerde 3-4 yıl boyunca hareketsiz tutuyorlar. Sürekli yavrulayıp çoğalmaları için. İşkence gibi başlayıp devam eden kısa hayatları, zalimane uygulamalarla birlikte en sonunda mezbahada sona eriyor.

DÜNYA’DA DOMUZ ÜRETİMİ 

 Dünyada Domuz üretimi ile ilgili bulabildiğim en güncel verileri, Amerikan domuz üretim ve değerleme örgütünün sitesinden aldım. Kaynaklarda site bağlantısı da yer alıyor.  2017 yılında Dünya genelinde 103.894 Milyon Ton domuz eti ve domuz ürünü elde edilmiş.

Çin, Amerika ve Avrupa‘nın dünyadaki toplam domuz üretiminin yaklaşık %85‘ini sağladığını görüyoruz.

        Avrupa birliğinin resmi sitesindeki istatistik veritabanından aldığım tablolardan, aşağıdaki grafiği oluşturdum. Yukarıdaki Amerikan verisiyle arasındaki fark, mezbaha dışında kesilen hayvanlardan kaynaklanıyor. Önemli bir fark olmadığı için dikkate almadım. Gördüğünüz gibi, 2016 yılında Avrupa genelinde üretilen 32,19 milyon ton kırmızı etin %73’ü domuzdan elde edilmiş! Benzer durumun aynı şekilde devam ettiğini söylememize gerek yoktur sanırım.

TÜRKİYE’DE DOMUZ ÜRETİMİ 

Ülkemizdeki domuz üreticiliği hakkında araştırma yaptığımızda, kısaca şöyle bir tablo ile karşılaşıyoruz: 2000’li yıllara kadar bu alanda tam bir rahatlık ve boşvermişlik durumu yaşanmış. Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde kurulan ve farklı kaynaklara göre sayısı 30 ila 90 arasında bulunan Domuz çiftliklerinde yıllarca denetleme yapılmadan domuz üretilmiş. Bu domuzların etleri, ucuza mal edilen salam, sucuk ve sosisler olarak veya toplu tüketim yerlerine el altından satılarak kullanılmış. Bir kısmı turist ve gayri Müslimlere domuz eti olarak temin edilmiş. 2006 yılı civarında çıkarılan yönetmelikler ve daha sıkı takiplerle, açıktan domuz yetiştiren çiftliklerin büyük bir kısmı şartları yetersiz bulunarak kapatılmış. Ülke genelinde resmi izinle çalışan 2-3 domuz çiftliği ve Antalya’da ruhsatlı bir domuz mezbahası kaldığı anlaşılmıştır. Halen, gizlice üretilen veya avcılar tarafından vurularak satılan yabani domuzlardan çıkan etlerin, miktarları hakkında sağlıklı bir bilgi olmadığı ancak, beklenenden çok fazla olduğu söylenmektedir.

2008 yılında İngiliz BBC televizyonu tarafından ülkemizde yapılan çekim ve röportajın videosunu aşağıda paylaşıyorum. İzleyince rahatsız olduğum şeyleri de söylemezsem içimde büyük dert olacak:

1- Sanki, 2002 yılına kadar Türkiye’nin domuzlarla bir alıp veremediği olmamış ve gayet rahat üretiliyormuş gibi söylenmesi beni çok ürküttü. Geçmişte neler ve ne kadar pis şeyler yedirmişler bizlere.

2-  Domuz üretenler ve spiker, Türkiye’nin AB’ye girebilmek için diğer hayvanlarla beraber domuzların da yasal zemine eklendiğini, ama pratikte domuzcuların zora koşularak kapanmaya itildiğini iddia ediyorlar. Beni asıl üzen görüntü ise, İstanbul İl Tarım Müdürlüğünü temsil eden kişinin sözlerinde sergilediği “bizim domuzla ve domuzcularla bir sorunumuz yok, onlar gerekli şartları sağlasın yeter” sözlerinde ortaya konulan eziklik ve İslam toplumu adına yaşatılan zavallılıktır. Sözde İslam Dünyasının lider ülkesiyiz ama, ismi ve kendi batasıca Avrupa Birliği’nin hoşuna gitmesi için, lanetlik hayvan domuzu da kasaplık hayvanlar arasına ekleme zilletliğini hep birlikte yaşıyoruz artık. “Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı.“(Bakara 177) ve “Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki (bu hükme uyarak) korunursunuz.” (Bakara 178) Diyerek, bize huzurun ve adaletin yolunu emreden Rabbimizin dediğini yapmadık, Avrupa’ya uyum olsun diye idamı kaldırdık. Şimdi ise; çocuklarımızın canını ve namusunu kirleten sapıkları, vahşice cinayet işleyen gözü dönmüşleri ve 15 Temmuz‘da olduğu gibi, hem cinayet işleyen hem de vatanımıza hıyanetlik eden alçakları, sadece hapiste beslemek zorunda kalıyoruz! Ayasofya’yı müze yaptık, atamız Fatih Sultan Mehmet Han‘ın bedduaları ve lanetiyle kendimizi kıyamete kadar zalimlerden eyledik. Modern hayata aykırı, Avrupa’da yasak değil diyerek, zinayı suç olmaktan çıkardık, aile yapımızın altına dinamit koymuş olduk. Ne namus hakkı aranır oldu, ne de evliliklerin ömrü ve bir değeri kaldı. Ezcümle, kahir ekseriyeti Müslüman bir toplumun manevi değerleri yok sayılmadan, Allah’ın lanetlediği domuzu bizde lanetliyor ve gıda cinsinden görmüyoruz diyemez miyiz? Azınlık ve ateistlerin domuz yeme hakkı ne olacak diye, kimse domuzluk yapmasın. İlla domuz yiyeceğim, ben Müslümanlardan değilim diyenlerin, domuz yemesine izin ve imkan verilecek düzenlemenin yapılabileceğini, domuz gibi biliyorlar aslında.

3- İstanbul’da açık kalan son domuz kasabı tanıtımıyla röportaj yaptıkları Lazari Kozmaoğlu isimli herifin, “Vallah alamazsak, bu işi bırakıcaz.”  şeklinde, sözüne Allah’ın adıyla başlaması çok zoruma gitti. İnancımıza göre lanetlik bir iş yapan bu adamın, Allah’ın adını işiyle birlikte anması ne kadar çirkin ve sefilce bir haldir. Allah cezasını versin inşallah…

Avrupa Birliğine uyum çalışmaları içinde, mevzuatımızda bu pis hayvana da “kasaplık hayvan” statüsü verilerek meşrulaştırılmıştır.

TÜRK GIDA KODEKSİ ÇİĞ KIRMIZI ET VE HAZIRLANMIŞ KIRMIZI ET KARIŞIMLARI TEBLİĞİ (TEBLİĞ NO: 2006/31)

 MADDE 4 – (1) Bu Tebliğ’ de geçen;
a) Kasaplık hayvan: Büyükbaş, küçükbaş hayvanlar ve diğer kasaplık hayvanları,

b) Büyükbaş hayvan: Sığır, manda ve deveyi,

c) Küçükbaş hayvan: Koyun ve keçiyi,

ç) Diğer kasaplık hayvanlar: Domuz, yaban domuzu, at ve tavşanı,

Başka bir yönetmeliğimizde ise bu durumla çelişen ve sözde domuz kullanımını engellemeye çalışan maddeler konulmuş:
TÜRK GIDA KODEKSİ GIDA KATKI MADDELERİ YÖNETMELİĞİ (2013)

MADDE 6 (1) Bu Yönetmelik hükümleri ile uyumlu olmayan bir gıda katkı maddesi veya bu gıda katkı maddesini içeren bir gıda piyasaya arz edilemez.

(2) Domuz kaynaklı bir gıda katkı maddesi; gıdalarda, gıda katkı maddelerinde, gıda enzimlerinde ve gıda aroma vericilerinde kullanılamaz.

Gıda Katkı Maddeleri Yönetmeliğindeki bu maddenin pratikte hiç bir anlamı ve etkinliği 2 nedenle yoktur:

1.  Domuzdan elde edilen en meşhur ve yaygın şekilde kullanılan madde, jelatin olarak bilinen proteindir. Doğrudan insan vücuduyla uyumlu ve tek başına gıda niteliğinde olduğu kabul edildiğinden, katkı maddesi olarak tasnif edilmez. Doğrudan gıda maddesi olarak işlenir. Ayrıca, her hangi bir jelatin ham maddesinin hangi hayvandan geldiğini ayırt edebilecek laboratuvar testleri, belki de kasıtlı olarak, henüz icat edilmemiştir. Yahu, elin gavuru %100 domuzdan ürettiği jelatini bile gizleyerek Müslümanları ve Yahudileri kandırmaya çalışıyor. Hiç domuzdan üretildiği tespit edilebilsin ister mi? Bu kareyi aşağıda vereceğim videodan alarak, üzerine soru cümlesini ekledim. Röportaj yapan kişinin sorusuna, bakın nasıl alçakça cevap vermiş zalim adam.

2. Domuzdan üretilebilen gıda katkı maddeleri aynı zamanda bitkilerden veya diğer hayvanlardan da üretilebilmektedir. Üreticilerin, içindekiler kısmında yazılan E kodlu gıda katkılarının domuzdan yapılmadığını yazmaları, boş ve tüketicileri aldatmaya yönelik bir iddiadır. Bunların gerçek kaynağıyla ilgili ayrıntılı bildirimler ve yasal  takipler eksiktir. Domuz ve domuz yağından üretilebilen, ayrıca her yerde haklarında uyarılar yayınlanan örnek gıda katkı maddeleri: E100, E110, E120, E140, E141, E153, E210, E213, E214, E216, E234, E252,E270, E280, E325, E326, E327, E334, E335, E336, E337, E422, E430, E431,E432, E433, E434, E435, E436, E440, E470, E471, E472, E473, E474, E475,E476, E477, E478, E481, E482, E483, E491, E492, E493, E494, E495, E542,E570, E572, E631, E635, E904.

Örnek Katkı Maddesi İncelemesi:
Sırf bir örnek olması için, yukarıdaki katkı maddelerinden birisini seçelim. Mesela E495 olsun. Aşağıda KAYSİS bağlantısını da verdiğim TÜRK GIDA KODEKSİ GIDA KATKI MADDELERİ YÖNETMELİĞİ (2013)’ne göre BÖLÜM E GIDA KATEGORİLERİNDE İZİN VERİLEN GIDA KATKI MADDELERİ VE KULLANIM KOŞULLARI  tablosunda E 491-495 Sorbitan esterler şeklinde yer alıyor ve karşılığında hiç bir uyarı veya kısıtlama yok! Zaten, izin verilenler tablosuna koymuşlar. 5000 mg/kilo veya litre kullanım dozuyla her türlü yiyecek ve içeceğimize katılabilir yani.

Aynı katkı maddesi için başka bir kaynağa baktığımızda ise şu bilgilerle karşılaşıyoruz:

Kaynağı:
Bitkisel veya hayvansal kökenli normal bir yağ asidi olan palmitik asit ve sorbitolden üretilir.

Fonksiyon ve Özellikleri:
Emülgatör ve stabilizör özelliktedir.

Ürünler:
Farklı ürünler içerisinde kullanılır.

Kabul edilebilir günlük alım miktarı:
25 mg/kg vücut ağırlığı

Yan etkileri:
Sorbitan mono palmitat, yan etkileri olmadan metabolize edilen sorbitol ve palmitik asite metabolize edilir.

Kullanımındaki sınırlamalar:
Çoğunlukla bitkisel yağlar kullanılmasına rağmen, hayvansal yağların (domuz yağı gibi) kullanımı dışlanamaz. Bundan dolayı; birtakım gruplar, örneğin, etin yanı sıra süt ve süt ürünleri de yemeyen vejeteryenler, Müslümanlar ve Yahudiler bu ürünlerden uzak durmalıdır. Sadece üreticiler, yağ asitlerinin kaynağı üzerine detaylı bilgi verebilir. Kimyasal olarak, bitkisel veya hayvansal kaynaklı yağ asitleri aynıdır.

Bu bir facia değilse, başka nedir?

Hem sözde domuz ve domuz katkılarını yasaklıyoruz, hem de açıkça ve ekonomik olduğu için tercihli olarak domuzdan üretilen katkı maddelerini serbestçe kullanma izni veriyoruz. Bunun adı vebaldir, günahtır. Bilerek yapılıyorsa hainliktir, domuzluktur. Sıradan vatandaşın, bit kadar yazılı içindekiler listesi içinden bu maddeleri ve kodlarını görüp ayırabileceğini bekler misiniz?

Aşağıda bağlantısını paylaştığım BBC Türkçe haberine göre; tıpkı Müslümanlar gibi, Yahudiler içinde yasaklanmış olan domuz eti, laik Yahudiler tarafından yaygın olarak tüketiliyormuş. “Beyaz et” olarak tanımladıkları domuzları, kendileri ve Hristiyan İsrail vatandaşlarına temin etmek için özel çiftliklerde kurmuşlar.

BBC’nin, yukarıda verdiğim videosuyla ilgili İngilizce haberinde ise, Türkiye açısından korkunç ifadeler var. Haberin linkini yabancı kaynaklar içine de ekledim. “Bir başka Türk arkadaşım, İslam’ın yasakladığı domuz yemeklerinin, burada laik yüksek sosyete arasında gittikçe popüler olduğunu söyledi.”  Bu hale gelmişiz! Allah sonumuzu hayır etsin. İçimizdeki ahmaklar yüzünden bizleri de helak eylemesin.

Domuz Derisinden Ayakkabı ve Montlarda Giymeye Başladık! 

Özellikle Çin’den ithal edilen ucuz ayakkabı ve deri mamullerinin büyük bir kısmında, domuz derisi kullanıldığı ortaya çıkmış. Buna hiç şaşırmadım, çünkü yukarıdaki tablolarda da göreceğiniz gibi, domuz üretiminde Çin tek başına, Dünya piyasasının yarısından fazlasına sahip. Kış kışlığını, Çin Çinliğini yapacakta, bunlara ithalat izni veren makamlarımız bu kadar mı saf ve rahat acaba? İthalat şartlarını domuz derilerini önleyecek şekilde düzenlemek varken, neden Milletin vebaline giriliyor?

Sırf ucuz diye domuz ürünlerinin piyasada kök salmasına vesile olanları Allah’a havale ediyor ve bu yazıyı okuyanları da, sorgulayıp hesap sormaya davet ediyorum. Kendi adıma ise,  dilsiz şeytanlardan olmamak için buraya yazmış bulunuyorum. Haber bağlantısını, yerli kaynaklardan görebilirsiniz.

DOMUZ KONUSUNDA EN BÜYÜK BAŞ BELAMIZ: JELATİN

Jelatinle ilgili bulgularıma yer vermeden önce, bu konuda çok değerli açıklamaları olan Nurettin Yıldız hocamızın konuşmasını paylaşıyorum.

Kuzey Amerika Jelatin Üreticileri Enstitüsünün (gelatin-gmia) web sitesinde yayınladığı jelatin el kitabından alıntı yaparak paylaşıyorum:

Domuz derisi, ABD’de yenebilir jelatin üretimi için önemli bir ham madde kaynağıdır. Çıkarılmadan önce, ön arıtma için kısa süre gerekmesi ve atık su miktarının en aza indirgenmesi, jelatin üretiminde bu ham maddenin sağladığı önemli ekonomik faktörlerdir. Taze ya da dondurulmuş olarak sunulan domuz derisi, zaten yağ, et ve kılları ayıklanıp düzeltilmiş olarak mezbahalardan işleme tesislerine geliyor. Domuz derisinin kılları genellikle sıcak bir soda çözeltisi ile kazınıyor.

Hayvansal jelatinler 2 tipte üretiliyor. Domuz derisi ve yağından üretim sırasında ilk önce asid kullanılarak ayrıştırma yapıldığından Tip A Jelatin olarak tanımlanıyor. Domuz, Sığır ve diğer hayvanların kemiklerinin parçalanarak önce alkali madde ile ayrıştırılmasıyla veya sığır cinsi derilerin alkali maddelerle işleme başlatılmasıyla da Tip B Jelatin üretiliyor.

Aşağıdaki video İngilizce olmasına rağmen, info-grafik anlatımı nedeniyle kolayca anlaşılıyor. Kollajen olarak tanımlanan Jelatinin nasıl  ve nereden üretildiğini, nerelerde kullanıldığını güzelce izah ediyor.

Gerçek görüntülerle Jelatin nedir? anlamak isterseniz, en büyük jelatin üreticilerinden birisinin buradaki tanıtım videosunu izleyebilirsiniz:

       TRT Haber Televizyonunda Jelatin nedir? konulu güzel bir program yapılmış. Onu da eklemezsem eksik kalırdı.

JELATİN NASIL YAPILIYOR?

      Aşağıda, helal jelatin ürettiğini belirten bir firmanın sektör sunumundan bir kesit görüyorsunuz. Rakamlar doğru mudur, abartmış olabilirler mi diyerek, AB’nin kendi verileriyle karşılaştırdım. Yukarıda bulunan, dünyada domuz üretimi analizinden de hatırlarsanız, 2016 yılında Avrupa’da kesilen kırmızı etlerin %73‘ünün Domuzdan sağlandığını resmi verileriyle göstermiştim. Domuzların, en çok karın bölgesi yağları ve derileri tercih edilmekle beraber, tıpkı sığırlar gibi kemiklerinden de jelatin üretilebildiğini bildiğimize göre, kesilen domuzların kemiklerinden sağlanacak jelatinin de hesaba katılması gerekir. O zaman genel olarak, üretilen jelatinin en az %80 oranında domuzlardan çıkarıldığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Ekonomik ve hızlı ayrıştırma avantajları da domuzları özellikle tercih edilir kılıyor.

      Jelatin üreticilerinin tanıtım kitapçığındaki işlem şemasına göre, kırılıp parçalanarak kurutulan, yağlı kısmı giderilen kemikler, çeşitli işlemlerden geçtikten sonra, sıcak suyla ayrıştırma aşamasına geliyor. Domuz derileri de parçalanıp asit ve yıkama gibi işlemlerden sonra, sıcak suyla ayrıştırma noktasına gelmiş oluyor. Bundan sonrası ortak işlemlerle devam ederek, ticari formlarına getirilip paketlenmesiyle Jelatin Üretim Süreci sona eriyor.  

       Almanya’da kurulan, dünyanın en büyük ve eski jelatin üreticilerinden birisi de GELITA firmasıdır. Resmi bir kayıt bulamadığım için ispat edemiyorum ancak, HARIBO firması ile organik bir ilişkisinin olduğuna kuvvetle inanıyorum. Çünkü vereceğim tanıtım videolarından da göreceğiniz gibi, doğrudan kendi markaları gibi açıkça teşhir ediyorlar. Gıdalarda jelatin kullanımını anlattıkları videodan bir görüntüyü alarak buraya ekledim. Haribo markasını net olarak görebilirsiniz.

          Yukarıda yayınladığım, Gelita firmasının Youtube’da bulunan Jelatin nedir? konulu tanıtım videosunda da, ham madde olarak açıkça domuz derisini göstermiş ve anlatmışlar. İlgili kısımdan bir kareyi ekledim.

         Aynı firmanın Jelatin nasıl yapılır? konulu videosunda da temel ham madde olarak domuz karnı gösterilmiş. Jelatini daha çok böyle ürettikleri halde, web sitelerinde domuz yerine inek görsellerini kullanmaları sizi bilmem ama, bana tam bir domuzluk örneği gibi geliyor. Videodan örnek kare alarak, Türkçe açıklamasını ekledim.

         Yabancı bir kanalın yapmış olduğu çekimlerde de jelatin üretiminde kullanılan domuzların ve bunları insanlardan gizlemek için yapılan domuzlukların farkına varabilirsiniz. Youtube’da bulunan, Türkçe alt yazılı videosunu buyurun buradan izleyin. Yalnız, Türkçe açıklamadaki jelatin maddesini sadece E471‘e indirgemelerini ve belirli iki markayı hedef almalarını doğru bulmadığımı belirtmek isterim. Jelatin bir gıda katkısı değil, gıdanın kendisidir çünkü. Ayrıca, içine giremediği paketli işlenmiş gıda ürünü neredeyse kalmamıştır. Bu açıdan, kasıtlı bir ticari amaç gözetildiğini düşünüyorum. Neyse, biz işin esasına bakalım yine de:

Gelita firmasının Jelatin nasıl yapılır? Konulu videosunu da izlerseniz, domuzun jelatin üretiminde ne kadar önemli bir ham madde olduğuna artık kesin kanaat getirmiş olursunuz.

JELATİN NERELERDE KULLANILIR?

Sadece bu soruya cevap vermek için sayfalarca yazmamız gerekir. Kullanılmadığı bir yer kalmamış neredeyse.

Genel bir gruplama yaparsak eğer, jelatinin kullanıldığı yerleri şöyle sıralayabiliriz:

  1. Gıdalarda
    a) Doğrudan gıda maddesine katılarak. Örneğin şekerlemeler, tatlılar gibi
    b) Gıdaların içinde değil üretim süreçlerinde kullanılarak. Örneğin meyve sularının içindeki parçacıkların filtre edilmesi işleminde
  2. Hijyen ve temizlik maddelerinde. Sabun, diş macunu, şampuan vs.
  3. Sağlık teknolojilerinde, aşı ve ilaçların hem içeriğinde hem de üretiminde
  4. Makyaj, kozmetik ve güzellik ürünlerinde
  5. Yaşlılığı önleyici, geciktirici ürünlerde
  6. Biyolojik yakıtlarda, petrol ürünleri ve asfalt üretiminde
  7. Silah sanayisinde
  8. Isıtma ve soğutma sistemleri sanayisinde,
  9. Metal ürünleri işleme ve üretim sanayisinde,
  10. Fotoğraf, baskı ve film ürünlerinde
  11. Evcil hayvanların bakım ve beslenme ürünlerinde

Gördüğünüz gibi, çok kaba bir gruplama yapmış olmama rağmen, eminim eksik kalan sektör ve ayrıntılar halen vardır. Domuz içermesi nedeniyle, hepsi bizi ilgilendirmekle beraber, özellikle vücudumuza giren gıda, ilaç ve aşılar açısından son derece duyarlı ve uyanık olmamız gerekiyor. Gelita firmasının gıdalarda Jelatin kullanımı ile ilgili videosu, bizlere manevi çığlıklar atarak uyanın artık diyor, ama duyabiliyor muyuz acaba?



DOMUZ GRİBİNİN AŞISINDA DA DOMUZ VAR!

Evet, maalesef var. Üstelik sadece Domuz Gribi (H1N1) aşısında değil, Avrupa ve Amerika’da üretilen aşıların bir çoğunda doğrudan içeriğinde veya üretiminde kullanılıyor.  Üstelik bunu saklamayıp gururla yayınlıyorlar! Gelita firmasının ürünlerini ve kullanım alanlarını anlattığı sayfanın en başına aşı teknolojisindeki ürünleri konulmuş. İlgili sayfayı mümkün olduğu kadar aslına sadık kalarak Türkçe çevirisini buraya alıyorum. İnanmayan sitesine giderek inceleyebilir.

Gelita’nın Portföyünde benzersiz bir ürünü olan VacciPro, kritik H1N1 (Domuz Gribi) aşılarının geliştirilmesinde dünyanın önde gelen aşı üreticileri tarafından kullanılmaktadır. Aşı stabilizasyonu için özel olarak optimize edilmiş özel bir kolajen peptid olan VacciPro, yıllar boyunca aşı üretiminde kullanılırken, H1N1 virüsünün son salgını için, modern zamanların en önemli aşı gelişmelerinden birini sunuyor. Son derece yüksek saflık seviyesi ve mükemmel ve tutarlı moleküler ağırlık kontrolü ile, VacciPro antijen stabilizasyonu için idealdir.

Gelita, USP ve EP gerekliliklerine uygun olarak VacciPro’yu özenle üretmektedir. VacciPro’nun viral temizliği, implante edilebilen cihazlar için FDA (Federal İlaç İdaresi) gerekliliklerini bile aşmaktadır. Ayrıca, VacciPro’nun düşük allerjenik potansiyeli nedeniyle, vücut tarafından yüksek tolerans ve doku hücreleri için bir yakınlık, enjekte ilaç için ideal bir maddedir. Yüksek stabilizasyon özellikleri ile, VacciPro aşı geliştirme süreci, altın standart olarak küresel aşı üreticileri tarafından tanınır.

Adamlar her şeyi ayan beyan yazmışlar. Daha ne desinler! Benzer şekilde, aşılama yoluyla dünya nüfusunu azaltmaya çalışan Bill Gates gibi Siyonist-Yahudilerin sırf bu işler için, milyon dolarlık bütçeler ayırıp vakıflar kurduğundan önceki bir yazımda da (bakınız Rızkımız Teminat Altında Değil mi?) bahsetmiştim. Ya kendi yolumuzu açarak kurtuluş ve huzura gideceğiz, ya da başkalarının açtığı yoldan acı, hastalık, günah ve zillet dolu, sonu meçhul yolculuklara katlanacağız. Acilen temel ilaç ve aşı sanayimizi geliştirmemiz ve domuza alternatif olacak, meşru teknolojik çözümler üretmemiz lazımdır. Yoksa bu gidişle hem kendimizi, hem de neslimizi koruma imkanımız kalmayacak. Çocuklarımız ve yetişkinlerimiz domuzdan üretilen aşılarla mikroplardan korunmaya çalışacak, hastalarımız domuz jelatiniyle kaplanmış veya domuz ürünleriyle tatlandırılmış ilaçları içecek, kalp hastalığı olanlarımız da domuz kalbinden alınan parçalarla yaşamaya çalışacak. Buna Müslümanca yaşamak denirse tabii..

Konunun uzmanları,  son yıllarda kanser hastalığının anormal şekilde yayılmasının en büyük nedenlerinden birisi olarak, domuz menşeli ürünlerin aşırı kullanımını gösteriyorlar. Çünkü jelatin gibi organik ve vücuda yabancı olmayan maddeler yüzünden, otoimmun (özsavunma) sisteminin bozulduğunu, genetik bütünlüğün ve hormonal dengenin sarsıldığını anlatıyorlar. Domuz tüketen toplumlarda fizyolojik ve manevi açıdan domuzlaşma eğilimi de artıyor. Çocuklarda cinsel ve duygusal gelişim normal seyrinden çıkıyor. Davranış modelleri değişiyor. Diyabet gibi metabolik hastalıkların görülme sıklığı artıyor, kalp-damar hastalıklarının başlangıç yaşları gittikçe düşüyor. Aşırı ilaç kullanımı da eklenince bio-kimyasal vücut dengesi kalmıyor. Gereksiz ve ölçüsüz kullanılan antibiyotikler yüzünden, basit hastalık mikropları bile tedavi edilemez enfeksiyonlara neden olabiliyor. Çiftlik hayvanlarının daha hızlı gelişmesi ve zayiat vermemesi için kullanılan antibiyotik ve hormon takviyesi gibi ilaçlarda, et ve süt ürünleriyle birlikte insanlara geçerek yıkıcı etkilerde bulunuyor.

İSLAM DIŞI ÜLKELERDEN GELEN JELATİNLER, NEDEN MUTEBER OLAMAZ?

Yazımın en başında da gösterdiğim gibi; kendiliğinden ölmüş hayvanlar, kan, domuz ve Allah’ın adı anılmadan kesilen hayvanların etleri kesin olarak yasaklanmış ve Rabbimiz tarafından bizlere  haram kılınmıştır.

  • Avrupa, Çin ve Amerika gibi ülkelerdeki jelatin ve diğer hayvansal gıda katkılarının, kahir ekseriyetle Domuzdan yapıldığını cümle alem biliyor artık. Üretimin en az %80-90 oranında domuzdan yapılması ekonomi ve kapitalist dünyanın bir gereği olmuştur.
  • Helal kabul edilen hayvanlarda olsa, İslama uygun şekilde beslenip kesilmeyen hayvanların et ve et mamulleri de haram kılınmış ve tıpkı leş veya domuz hükmünü almıştır. Yani bu hayvanlardan çıkarılanların, pratikte domuz ürünlerinden bir farkları yoktur.
  • Küçükbaş ve sığır cinsi olduğu halde, İslam olmayan ülkelerde Allah’ın adı anılarak yapılan kesimler az da olsa vardır muhakkak. Müslümanların kendi işletmeleri veya Müslümanlara özel kesimler gibi. Ancak, buralardan sağlanan deri ve kemikler yine götürülüp domuz ve diğer hayvanların işlendiği fabrikalara girdiği için, pis etlerin içine atılmış bir kaç parça temiz et gibi olmaktadır. Diğerleriyle birlikte işlenmeye başlandığı anda, temiz hükümlerini kaybetmiş ve necis olmuş sayılırlar.
  • Jelatinin helal kabul edilebilmesi için; İslama uygun yetiştirilmiş ve helal kabul edilen hayvanların, yine İslama uygun şekilde kesilerek deri, et ve kemiklerinin çıkarılması, sadece İslama uygun kesilen hayvanların işlenmesi için özel kurulan sanayi tesislerinde ve yine İslama uygun maddelerle birlikte muamele edilerek üretilmesi gerekir. Yani bir fabrika, hem domuz hem de sığır jelatini üretiyorsa oradan çıkan jelatin uygun olamaz. Sadece sığır eti işlediği halde, Müslümanların kestiği sığır etleri ile Müslüman olmayanların kestiği sığırların etleri karışıyor veya aynı makinelerden geçiyorsa yine uygun olmaz. Sadece Müslümanların kestiği sığırlarının etlerini alan bir jelatin fabrikasında, üretim sırasında örneğin etler alkol ile muamele edilerek işleniyorsa çıkan ürünler yine uygun kabul edilemez.

Bu gerçeklerin ışığında ve ekonomik verileri de dikkate aldığımızda, İslam olmayan ülkelerden İslam’a uygun jelatin ve diğer hayvansal gıda katkılarının gelebilmesi %99 mümkün değildir. %1 ihtimal bilmediğimiz tesisler olabilir ama kimse buna güvenerek yola çıkamaz sanırım.

HARIBO’NUN HELAL SERTİFİKASI SİZCE DOĞRU MUDUR?

HARIBO markasının Türkiye’de helal üretim yaptığı reklamına itirazımı belirtmek istiyorum. Türkiye’de şekerleme fabrikası kurmuş olmaları, onları helal kısmına koyamaz. Çünkü, en önemli ham maddeleri olan Jelatin için Türkiye’de bir fabrika kurduklarını duymadık. Varsa ve sadece buradan sağlanan jelatinle üretim yaptıklarını belgeliyorlar ise, büyük bir memnuniyetle bende yayınlar ve hatta gönüllü elçileri olurum.

Bir kaç yıl önce HARIBO için şahsen jelatin araştırmam yine olmuştu ve buradaki tesislerini telefonla arayarak bilgi edinmeye çalışmıştım. Bana söyledikleri Türkiye’deki tesislerinde sığır jelatini kullandıklarıydı.

Yukarıda da izah ettiğim gibi;

Jelatinin son halinden geriye dönük olarak yapılan testler ile sığır veya domuz menşeli olup olmadığı halen anlaşılamıyor. Firmaların tek taraflı beyanlarına ne kadar güvenilebileceğini videolarda gördünüz. İki farklı firmadan birisi kalp kapakçıklarının domuzdan yapıldığını, diğeri de jelatinin domuz kaynaklı olduğunu özellikle saklamaya çalışıyordu. Gelita’nın ortağı veya en büyük müşterilerinden birisi olan Haribo’ya neden inanalım?

Haribo, belge üzerinde sığır menşeli jelatin kullandığını göstermiş olursa, bu sefer hangi ülkeden ve hangi fabrikadan aldığını açıklayıp, İslama uygun kaynaklardan geldiğini ispat etmesi gerekir. Web sitelerinde sadece tek taraflı beyanları var ve kimler olduğu, hangi kriterlere göre denetleme yaptığı belli olmayan EHZ diye bir Enstitüden aldıkları sözde  helal sertifikası var. Neden böyle diyorum? Avrupa Helal Enstitüsü diye bir kurum uydurup başta Almanlar olmak üzere, Müslüman müşterileri kaçırmak istemeyen firmalara bol kepçe belge satmışlar. Maalesef belgelerde adı geçen şahıslarda Türk asıllı. Merak edip araştırdım. Nasıl bir Enstitüdür, hangi kriterlere göre inceleme yapıyorlar, hangi laboratuvarlarla ve bilim adamlarıyla, hangi İslam alimleriyle çalışıyorlar diye. Tam bir hayalet gibiler. Web siteleri bile kapanmış, çalışmıyor yahu!**   www.eurohelal.de girin bir bakın adreslerine. Site yayından kaldırılmış. 

(**Güncelleme bilgisi: Bu yazı hazırlanıp yayınlanırken çalışmayan web sitelerinin, bir hafta on gün kadar sonra kısmen çalışmaya başladığını fark ettim. Ulaştığım site içeriği de kuşkularımı gidermeye ve EHZ’ye güvenmeme yeterli gelmedi. Küçük bir örnek vereyim: EHZ kendisini Dünya çapında tanınan meşru Helal Sertifika Kurumlarından birisi olarak gösterebilmek için, web sitesinde World Halal Food Council yani Dünya Helal  Gıda Konseyi üyesi olduğunu iddia etmiş. Üşenmeyip konseyin web sayfasından üye kuruluşlarını araştırdım. Avrupa’daki üyelerimiz sayfasında  EHZ diye bir üye bilgileri yoktu! Buyurun isterseniz, sizde buradan bakın. Sözde helal işler için, haram olan yalanla bezenmişler. Aynı şekilde, iş ortakları listesinde verdikleri Helal Avrupa adlı kuruluşta Dünya Helal Konseyi üyesi olduğunu üstüne basarak belirtmiş ama Konseyin Avrupa’lı  üyeler sayfasında onlarında adı yoktu! Daha da ötesini kurcalamaya gerek görmedim artık.)

Müslümanlar bu kadar mı saf ve aciz olur? Ne kadar da kolay aldanıyoruz? Türkiye devleti bu sertifikaya akreditasyon vermiş mi? Yurt dışındaki okulların, diploma denkliğini verirken bile kılı kırk yararken, sözde “Helal Sertifikası” aldığını söyleyip Müslümanları kandıran kişi ve kurumlara neden fırsat veriliyor? Tarım Bakanlığımız neden Helal Sertifikası şartlarını İslama uygun şekilde verilmek üzere denetleyip tescil etmiyor? Diyanet İşleri Başkanlığımız için Müslümanların helal gıda yemesi, en az Umreye seyahat organize etmek kadar önemli değil midir? Üniversitelerimizin İlahiyat Fakülteleri, helal gıda konusunda neden İslami-Akademik çalışmalar yapmıyor? Bunlar olup bitiyor da biz mi bilmiyoruz? 

Haribo sitesinde ayrıca, doğru dürüst okunmayan bir resim şeklinde Malezya-Endonezya Ulema Meclisinden alınan “Helal Sertifikası” resimleri var. Ama bu belgede Haribo için değil Pamir Gıda diye bir şirket için verilmiş.  Pamir firmasını satın alarak üretmeye başlamışlar, sonra Haribo markasıyla üretmeye devam etmişler. Haribo olduklarında helal şartlarını korumaya devam etmişler mi? Bu durumu kim kontrol etmiş? Ham maddeleri Avrupa’dan mı geliyor, İslam ülkelerinden mi? Bunlar belli değil ve bende Haribo’ya güvenmiyorum. Rahatlıkla satan veya yiyenleri de yeniden düşünmeye, araştırmaya ve değerlendirmeye davet ediyorum.

TÜRKİYE’DE JELATİN ÜRETİMİ VAR MIDIR?

Bunca iç karartıcı bilgi ve haber sonunda, çok şükür güzel şeylerinde olmaya başladığını duyurmakta ayrı bir mutluluk ve umut oldu benim için. Gecikmiş bile olsa önce Balıkesir’de SELJEL, sonra da İstanbul Tuzla’da HALAVET adıyla iki jelatin fabrikamızın kurulup üretime başladığını memnuniyetle öğrendim.

Henüz Türkiye’nin tüm ihtiyacını karşılayabilecek ve Müslüman ülkelere de yetebilecek seviyeye gelememiş olsalar da, büyük bir yaramıza merhem olmaya başladılar. Allah kuranlardan ve işletenlerden razı olsun. Sayıları ve imkanları artsın İnşallah.

Devletimizinde yerli üretim jelatin ham maddesinin kullanılmasını teşvik etmesi ve hatta zorunlu tutması gerekir. Jelatin ve benzeri son ürün haline gelmiş maddelerin kaynağını kontrol altına alamadıkça, içeriğinden asla emin olamazsınız. Hiç olmazsa, ithal jelatin ve benzeri maddelere karşı yüksek vergi ve caydırıcı kotalar koyarak, yerli jelatin ve benzeri ürünlerin gelişip yayılmasına imkan verilmesi gerekir. Şahsen, imkanı olduğu halde, bu yönde irade göstermeyen ve jelatin zulmünün devamına göz yuman yöneticilerimize, kendi adıma hakkımı helal etmediğimi buradan ifade etmek isterim.

Domuz sorunu, hem dünya ve hem de ahiretimizi berbat edebilecek bir afet haline gelmiştir. En az huzurumuza kast eden terörist hainler kadar tehlikeli ve acildir.

SONUÇ

İnsan yediğine bir bakıp düşünsün!” (Abese, 24) Buyuruyor Yüce Yaradanımız. Bu İlahi ikazın çok derin anlamları  olduğu ve Müslümanların üzerinde çokça düşünüp taşınması gerektiği ortadadır. İçimiz dışımız yasaklanmış ve zararlı gıdalarla doluyorsa, biz farkında olmasak bile, Rabbimize karşı nasıl bir görüntü vermiş olabileceğimizi düşünüyor muyuz?

Bugünkü toplumda yaşadığı halde, ben hiç bir şekilde faize bulaşmadım ve uzak kaldım, faizin bulaştığı şeyleri yemedim ve içmedim diyebilen çıkar mı? Devlet sistemimiz, ekonomik düzenimiz, ticaretimiz, maaşlarımız, kısaca para ile ilgili her işimiz faiz çarkları içinden geçiyor ve faiz sisteminin devamını sağlıyor. Dünya kocaman bir köye döndü artık. Dünyayı ülkelerden ziyade, büyük şirketler yönetiyor fiilen. Karlılık oranlarını yüksek tutabilmek için, mümkün olan her şeyi en ucuza mal edip, en iyi fiyata satmaya çalışıyorlar. Durum böyle olunca, dini hassasiyetler ve toplumsal değerler hep geri plana atılıyor veya sahtekarca davranılıyor. Yediğimiz, içtiğimiz, her şey birbirine karıştı. Marketten aldığımız ürünlerin arkasına dikkatli bakınca, envai çeşit ülkelerde üretilerek bizlere ulaştırıldığını görebilirsiniz.

Bu kadar karışıklığın içinde, yediğimiz içtiğimiz gıdaları en azından helallik yönüyle kontrol altına alamazsak, kendimizi ve neslimiz koruyamayız. Rabbimize el açıp yalvarırken, haram gıdalarla dolmuş midemiz ve bunlarla dolan kanımızı pompalayan kalbimiz bizi nasıl temsil edebilir? Allah, her şeyi gören ve bilendir.

Abdullah b. Ömer’den rivayete göre Resûlullâh (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “İçki içen kimsenin kırk gün namazı kabul olmaz. Tevbe ederse Allah tevbesini kabul eder. Yine içki içmeye dönerse Allah kırk gün onun namazını kabul etmez. Tevbe ederse Allah yine tevbesini kabul eder. Yine içki içmeye dönerse Allah kırk gün onun namazını kabul etmez. Tevbe ederse yine tevbesini kabul eder. Dördüncü sefer içki içmeye devam ederse yine kırk gün o kimsenin namazını kabul etmez tevbe etse bile tevbesini de kabul etmez ve ona Cehennemde Habal nehrinden içki içirir.” Bunun üzerine Ey Ebû Abdurrahman Habal nehri nedir? Diye soruldu. O da dedi ki: Cehennemliklerin irinlerinden meydana gelen bir ırmaktır.” (Tirmizî, Eşribe, 1; Ebû Dâvûd, Eşribe, 5; İbn Mâce, Eşribe, 1)

Bilerek içki içmeye devam edenlerin (Allah kurtarsın akıl, iman ve şuur versin) durumu böyleyken, bilerek domuzlu ürünleri yemeye ve önlem almamaya devam edersek, halimiz nice olur Allah muhafaza?

 Şimdiye kadar, en çok zaman ve emek harcadığım yazı bu oldu. İnşallah güzel bir amaca hizmet eder, Müslüman kardeşlerimizin dikkatini çeker, Devlet büyüklerimizin en azından jelatin konusunda gereken  duyarlılığı göstermelerine vesile olur. Şahid ol Ya Rabb! Bildiklerimi ve inandıklarımı hiç eğip bükmeden, dosdoğru yazmaya gayret ettim. Eksiklerimizi Sen tamamla ve bizleri Senin Rızanı isteyenlerin yolundan ayırma! Amin…

 

Güncel Bilgi Notu:

Bu yazımı yayınladıktan sonra konu hakkında araştırmaya devam ederken, çok güzel ve hayırlı bir bilgiye ulaştım. Elhamdulillah, Helal Akreditasyon Kurumu kuruluş kanunu TBMM’de onaylanarak 18 Kasım  2017 tarihli Resmi Gazetede yayınlanmış. Kanun metnine buradan ulaşabilirsiniz.  Duyunca çok mutlu oldum. İnşallah bundan sonra, Helal Sertifikası veren yerlerin akreditasyonu Devlet ciddiyetiyle ve şeffaf olarak yapılır diye duacıyım. Rabbimiz karar verenlerden, yapanlardan  ve sebep olanlardan razı olsun.

 

Kaynaklar:

A. İSLAMİ Kaynaklar: 

  1. http://kuran.diyanet.gov.tr/mushaf/kuran-meal-2/maide-suresi-5/ayet-59
  2. http://www.islamansiklopedisi.info/
  3. https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Abese-suresi/5782/24-32-ayet-tefsiri
  4. https://www.diyanet.gov.tr/userfiles/dinibilgiler/ilmihal_cilt_2.pdf
  5. http://www.islamansiklopedisi.info/dia/ayrmetin.php?idno=090508
  6. http://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Mâide-suresi/729/60-ayet-tefsiri
  7. https://heshamsyed.wordpress.com/pig-fat-or-code-on-food-products-muslims-be-careful
  8. http://www.muslimtents.com/aminahsworld/Ecodes.html
  9. http://www.daganghalal.com
  10. http://www.fetva.net/yazili-fetvalar/icki-icen-bir-insan-40-gun-namaz-kilamaz-mi.html
  11. http://whfc-halal.com/

 

B. YERLİ Kaynaklar:

  1. http://helaldenetim.com/makale.aspx?makaleid=179
  2. http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2006/07/20060707-12.htm
  3. https://kms.kaysis.gov.tr/(X(1)S(dux43opzjndvm55qzmfmnrjm))/Home/Goster/42410
  4. http://halavet.com.tr/index.html
  5. http://seljel.com.tr/index.html
  6. insanvehayat.com/9-maddede-turkiyede-jelatin-gercegi/
  7. http://www.gidaraporu.com/turkiyeye-alenen-domuz-jelatini_g.html
  8. https://gidabilinci.com/ama-bu-yenilebilir-sigir-jelatini
  9. http://veterinerturkiye.com/hayvanlarda-gebelik-sureleri/
  10. http://www.bbc.com/turkce/haberler/2010/06/100628_israel_pork
  11. http://www.dunyabulteni.net/haber/254699/bakanliga-gore-domuz-eti-satisina-engel-yok
  12. http://www.food-info.net/tr/e/e495.htm
  13. https://www.yenisafak.com/politika/ucuz-ayakkabida-domuz-derisi-691822

 

C. YABANCI Kaynaklar:

  1. http://www.gelatine.org/
  2. http://www.gelatine.org/GME_Gelatine_compass_en.pdf
  3. http://www.gelatin-gmia.com/home.html
  4. http://www.gelatin-gmia.com/images/GMIA_Gelatin_Manual_2012.pdf
  5. https://www.grandviewresearch.com/gelatinmarket
  6. https://www.gelita.com/en/products/product-finder
  7. http://www.gelatine.org/Statements/2018_1_-_iden_of_animal_species_origin_-_with_EURL-AP.pdf
  8. https://www.linkedin.com/gelatin-market-analysis-segment-forecasts-2020-vignesh-kulkarni/
  9. https://www.vegsoc.org/page.aspx?pid=728
  10. http://ec.europa.eu/meat&_estatsearchportlet_=2018
  11. http://ec.europa.eu/eurostat/Pig_farming_sector_-_statistical_portrait_2014
  12. http://ec.europa.eu/eurostat/Meat_production_statistics
  13. http://www.pigprogress.net/Turkeys-pork-industry-on-the-brink-of-extinction-PP001563W/
  14. http://news.bbc.co.uk/7368020.stm
  15. http://slideplayer.com/slide/8577496/
  16. https://commons.wikimedia.org/wiki/File:Gelatin_Production_by_Geography.svg
  17. https://www.pork.org/facts/pig-farming/life-cycle-of-a-market-pig/
  18. https://www.gelita.com/en/products/gelatine/vaccipro
  19. http://naturalsociety.com/bill-gates-faces-trial-india-illegally-testing-tribal-children-vaccines/
  20. http://naturalsociety.com/scientists-create-human-pig-embryo-transplant-research-1134/

 




Rızkımız Teminat Altında Değil mi?

BaleKoreografi terimini duymayan kalmamıştır her halde. Eski Yunan veya Latin kökenli bu terimin üzerinde anlaşma sağlanmış bulunan karşılığı “Adım Tasarımcılığı” veya “Dans Besteciliği”dir. Koreografisi düzgün yapılmamış her türlü dans vb etkinliğin başarılı olamayacağı ve beklenen sonuca götürmeyeceği açıktır. Koreograflar öncelikle mekânın boyutları ve sınırları başta olmak üzere, sesten ışığa kadar pek çok unsura dikkat ederek çalışırlar. Etkinliğin başlangıç ve sonunda olunacak noktalar mutlaka bellidir ve etkinliği icra edenler bu sanal veya fiziksel noktaları dikkate alarak hareket ederler. Günlük hayatımızda yaptığımız her şey aslında bir koreografi içinde gerçekleşir. Olayları ve karşılaştığımız yeni durumları mutlaka idrakimizde yer alan veriler ve deneyimlerle karşılaştırır ve bu şekilde anlık hükümler vererek ilerleriz. Yiyip içtiğimiz şeylerin tadından tutun, sıcaklığından sertlik derecesine kadar, her şey önceden oluşmuş bir koreografiye göre işlem görür. Sıcak bir çayı içerken veya dondurma yerken yaptıklarımız gibi. Genelde kendi deneyimlerimizle oluşan koreografilere göre davranmamız gayet doğal ve gereklidir. Ancak, tamamını ustaca bilmediğimiz dansları kafamıza göre yapamayacağımız için; belirlenmiş koreografileri öğrenmek ve uygulamaya çalışmak zorundayız. Nerede durup nerede hareket edeceğimizi buna göre belirleriz. Bazı kavramları tartışmak veya değerlendirmekte buna benzer bir yaklaşımı zorunlu kılar. En başta da dinle ilgili olanlar için. Dini konularda konuşup tartışmak veya fikir üretmek için durak noktalarımızı ve doğal sınırlarımızı bilmek zorundayız. Kaynağını dinin kendi temellerinden yani Kitap, Sünnet, İcma ve Kıyas hiyerarşisine uygun şekilde almayan her türlü görüş, ancak sahibini bağlar ve din adına ahkam kesme hakkını vermez. Kişisel görüşlerimizi dine mal etmeye kalkmak büyük bir cinayettir. Hayatı çepeçevre kuşatan İslam dini bize her konuda doğru sonuca götürebilecek unsurları barındırır. Yeter ki görmek isteyelim. Burada daha net bir ifade olarak Mihenk Taşı kullanabiliriz artık. İslam dini içinde özellikle “Kur’an-ı Kerim” ve onun hayata geçmiş halini ifade eden “Sünnet-i Seniyye” en temel mihenk taşlarımızdır. Bu mihenk taşlarına göre teneke çıkan şeyler için dünyalar dolusu altın ve gümüş olsa kıymeti yok; altın çıkan şeylerde en basit cam parçası olsa da değeri pek çoktur.

Gelin bir konuyu beraberce ele alalım. Dünyada nüfusun çoğalması ve beraberinde gelişen durumlar hakkında ne düşünüyoruz? Büyük oranda yönetiminde söz sahibi olamadığımız kamuoyu, medya ve uluslararası güçlerin yaklaşımı ve nefislerimizin neler düşündüğü aşağı yukarı belli. Bu konuda görüş beyan etmeye, yani dansa başlamadan önce sınırlarımızı belirleyelim ki dünyada ve ukbada rezil olanlar safına yazılmayalım.

Yüce Rabbimiz Hud Suresinin 6. Ayetinde buyuruyor ki: “Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah’a ait olmasın. Her birinin (dünyada) duracakları yeri de, (öldükten sonra) emaneten konulacakları yeri de O bilir. Bunların hepsi açık bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da yazılı)dır.”
Hz. Ayşe (R.A.) Validemizden rivayetle, Sevgili Peygamberimiz (S.A.S.) buyurdu ki: “Nikâh benim sünnetimdendir. Kim benim sünnetimle amel etmezse benden değildir. Evleniniz! Zira ben, diğer ümmetlere karşı siz(in çokluğunuz) ile iftihar edeceğim. Kimin maddi imkânı varsa hemen evlensin. Kim maddi imkân bulamazsa (nafile) oruç tutsun. Çünkü oruç, onun için şehveti kırıcıdır.

Demek ki;
1. Rabbimiz gelmiş ve gelecek her türlü canlının rızkına kefildir ve kefaletini her an yaratmaya devam ederek yerine getirendir.
2. Müslümanların evlenmesi ve çoğalması Sevgili Peygamberimizin (S.A.S.) emri ve sünnetidir.

Konuya ayrıntılı şekilde dalmadan önce, İslam’ın bir sistemler bütünü olduğunu ve kişi veya toplumlardan kaynaklanan eksikliklerin İslam’a mal edilemeyeceğini, bir referans zamanı ve kişileri vermek gerekirse en başta Sevgili Peygamberimizi (S.A.S.) ve yaşadığı Asr-ı Saadet içindeki Ehl-i Beyt ve Sahabe-i Kiramın örnek alınması gerektiğini ifade etmiş olalım. Çünkü İslam’ın diğer yaklaşımlarını dikkate almadan kuru bir nüfus çoğalmasını istediğini farz etmek büyük bir hata ve insafsızlık olur. Bugün dahi ulaşılamayan bir sosyal dayanışma ve kardeşlik şuurunu tanımlayan İslam yapısındaki nüfusun artması ancak hayırlı ve güzel sonuçlar doğurur. Yine de su-i zanda bulunanların vebali kendi üzerinedir.

 

ChipDünyanın en zengini kimdir diye sorsak hemen herkes düşünmeden cevap verebilir: Bill Gates! 79,2 Milyar Dolar’lık adam. Microsoft’un kurucu ortağı, ABD’li iş adamı. Aktif ticaretten ayrılmış ve sözüm ona hayır işlerine ağırlık vermeye başlamış. En büyük ideallerinden birisi de Dünya’da gittikçe artan nüfusu azaltmak ve modern teknolojilerin yardımıyla nüfus artışını kontrol altında tutmak! En güncel çalışmaları da uzaktan kontrol edilebilen, kadınların kalça veya kol gibi yerlerine yerleştirilebilen, geçici kısırlık sağlayan doğum kontrol çiplerini üretmek ve en geç 2018 yılında pazara yaymakmış. Allah bilir, sonrasında çocuk yapmayı bile lisansa bağlarlar(!). Halk arasında aşıların kısırlığa yol açtığı rivayeti öteden beri var olup, belirli zamanlarda resmi ve özel kampanyalarla yok öyle bir şey, cahillik etmeyin, aşılarınızı yaptırmazsanız çocuklarınız ölür denir ve bizde öyle bilip öyle davranırdık. Peki, aşıların doğum kontrolü için kullanıldığını açıkça itiraf eden ve bu konuda büyük kaynaklar harcayan Bill Gates olursa ne diyeceğiz? Aşağıda linkini verdiğim, önceleri açık olan fakat sonradan gizlenen 2010 yılındaki TED konuşmasının 2. dakikasında Bill Gates şöyle diyor: “The world today has 6.8 billion people. That`s heading up to about nine billion. Now if we do a really great job on new vaccines, health care, reproductive health services, we could lower that (number of 9 billion) by perhaps 10 or 15 percent. But there we see an increase of about 1.3 (billion)
Yani, “Dünyada bugün 6,8 milyar kişi var. Yaklaşık dokuz milyara doğru gidiyor. Şimdi bizler yeni aşılar, sağlık bakımı, üreme sağlığı hizmetlerinde gerçekten harika bir iş yaparsak belki de bu rakamı yüzde 10 ya da 15 oranında düşürebiliriz. Ama görüyoruz ki yaklaşık 1,3 milyar artış var.”  Açıkça anlaşıldığı gibi geleneksel ve modern nüfus planlama yöntemlerine artık aşılarda eklenmiş durumdadır. Bu durumda kendimizi ve neslimizi nasıl koruyabilir ve kontrol edemediğimiz aşı ve ilaçlara hatta, biyolojik silaha dönüştürülebilen gıdalara ne kadar güvenebiliriz?

Suttozu1950’li yıllarda Türkiye’de Marshall Planı çerçevesinde, güya yardım olarak dağıtılan ve çocuklarımıza ısrarla içirilen süttozlarından hemen sonra; 1960’lı yıllardan itibaren Anadolu’nun ücra yerlerinde dahi, o zamana kadar pek görülmemiş Çocuk Felci hastalığının salgınlar halinde çıkmasına tesadüf deyip geçebilir miyiz? Hastalığı ortaya çıkarıp sonra yıllar boyu sürecek aşılama hizmetleri için kendilerine bağımlı pazar sömürgesi kuranlar dostumuz olabilir mi?

Bill Gates gibi, özellikle Yahudi kökenli zenginlerin, öncelikli sosyal sorumluluk projelerinin nüfus planlaması (azaltılması) olduğuna dair pek çok örnek ve belge sunmak mümkün, ama meramımı arz edebildiğimi varsayarak uzatmıyorum. Farklı zamanlarda okuyup duyduğumuz bazı bilgileri kısaca hatırlatmak ve sonrasında, arka planda yattığına inandığım düşünceleri analiz ederek konuyu bağlamak isterim.

Dünya çapında nüfus azaltma çalışmaları yıllardan beri yapılırken; ABD’de nüfusun 200 Milyonu geçtiği anlaşıldığında şampanyalar patlatılarak kutlama yapıldığını, Danimarka’nın evli çiftlerin çocuk yapmaları için bedava tatil kampanyaları düzenlediğini, Avrupa’da bazı ilkokulların çocuk yokluğundan kapanmalarının söz konusu olduğunu ve bu yüzden çocuk yapmak için yeni teşvikler verilmeye başlandığını biliyor muyuz?

Yani ortada ters bir durum var. ABD ve Avrupa’da nüfusun azaltılması değil; bilakis genç nüfusun arttırılması için özel gayretler var. Bu sırada kimse Dünyada kaynaklar azalıyor, bu kadar insan nasıl beslenecek vb. sorunları hiç düşünmüyor. ABD ve Avrupa’da duyulmayan nüfus kaygısı diğer her yer için büyük bir felaket. Tabii hakkını vermeden geçmeyelim, birde İsrail var. Devlet terörünü yıllardan beri kurumsal olarak işleyen, yerli Arapları sistematik şekilde kâh öldürerek, kâh göçe zorlayarak yerinden edip kesintisiz işgal ile Yahudi nüfusunu hoyratça arttıran İsrail.

Temelini lain şeytanın kibrinden alan, gerçek anlamda ırkçı, sömürgeci ve acımasız batı medeniyeti ile, perde arkasında küresel yönetim organizasyonunu kuran siyonist zihniyete göre; Dünya üzerinde yaşayan diğer tüm insanlar aslında birer asalak hükmünde ve kontrolsüz şekilde artışlarını engellemek gerekiyor! Yoksa, sömürge düzeninde kendilerine düşen kaynaklarda, istenmeyen azalmalar ve tehlikeli paylaşımlar söz konusu olacak. Başta enerji kaynaklarını barındıran Ortadoğu olmak üzere, toplumların gelişmesi ve kendi imkânlarını özgürce kullanıp, insana yaraşır şekilde yaşamaya ve yönetilmeye başlamaları, onlar için kıyamete bedel bir son demektir.
Bu yüzden;
– Tatlı dilli yılanlarla ve bin bir çeşit bilimsel görüntülü yalanlarla, nüfusu azaltmak ve gençliği eritmek isterler.
– Aile ve toplumsal dayanışma kurumlarını yok etmek için, medya ile ahlaksızca saldırırlar, üretmeyi değil, köle misali tüketmeyi, düşünmeyi değil, mankurtçasına tabi olunmayı beklerler.
– İnsanları metalaştırmayı, kadınları analık makamından indirip, vücuduna ve güzelliğine köle olmuş, normal doğumu felaket görüp, sezaryene ancak razı olmuş tembel ve dayanıksız tiplere dönüşmesine çalışırlar.
– Dünya malı ve makamlarını yüceltip, ahireti unutturarak, rızık kaygısına düşürüp, çocuk sahibi olmayı ertelemeyi ve daha da acısı; kürtaj ile cinayet işlemeyi göze alacak kadar canavarlaşmış ve zayıf imanlı anne babaları severler.
– Zinayı alabildiğine yayıp kolaylaştırarak, evlenmeyi ve sorumluluk sahibi bir yaşantıya girmeyi öcü gösterirler.
– Bütün bunlar yetmez,  sonuca daha hızlı ulaşmak için, toplumlar arasında fitne çıkarırlar. Sağ-sol, alevi-sünni, Türk-Kürt gibi yumuşak karınları önce suni olarak oluşturur, sonra acımasızca kanatmak için deşip dururlar.
– Terörle insani ve maddi kaynaklarımızın tüketilmesini arzu ederler. Gözümüzün açılıp, etrafından haberdar ve mazlumun yanında olmamızı önlemeyi görev bilirler. Bu sıralarda yitip giden binlerce can ve harcanan para, onların başarı hanesine yazılacak değerlerdir.

Türkiye içinde böyle olduğu gibi, Dünya’nın her yerinde benzer oyunlar döner durur. Özellikle İslam toplumlarını zayıflatmak ve sürekli sömürülecek kıvamda tutabilmek için, her türlü şeytanlığı ve vahşiliği yapmaktan geri durmazlar.
– İran ve Irak arasında suni savaş çıkartarak; yıllarca iki tarafa da silah satıp hem para kazandılar, hem petrollerini sömürdüler, hem de nüfuslarını azaltarak, bir taşla bir sürü kuş vurmuş oldular.
– Saddam’ı gaza getirip Kuveyt’e saldırtarak; sözde koruma ve kurtarma karşılığında hem Suud’ların haracını arttırıp kendi bütçelerini dengelediler, hem de kendi elleriyle King Kong yaptıkları Saddam’ı hizaya getirip, kontrolden çıkmasını engellediler.
– New York’ta nedense bütün Yahudilerin izinli olduğu bir günde, ikiz kuleleri vurdurup, bu bahane ile Afganistan’ı yıllarca işgal ederek, Irak ve Afganistan’da yüz-binlerce Müslümanı çoluk çocuk demeden, uzaktan bombalar ile katlettiler. Yetmedi, evleri işgal edip kadınların ve kızların namuslarını kirleterek, yaşlı genç ayırmadan kurşuna dizdiler.
– Afrika’da yeniden yeşermeye başlayan İslam filizlerini koparmak için, Boko Haram gibi suni ve İslam görünümlü İslam dışı örgütleri toplumlara musallat ettiler.
– Suriye’de ve Irak’ta kendi gizli servisleriyle DAEŞ vb. terör örgütlerini kurup, kendi çıkarlarına uygun şekilde kukla gibi yönettiler.
 Esed ve Sisi gibi İslam ve halk düşmanlarını iktidara taşıyarak veya koruyarak vahşi katliamlara imza attırdılar.

Dün Bosna’da, bugün Suriye’de, Myanmar’da, Doğu Türkistan’da, Irak’ta, Afrika’da kısaca Dünyanın her yerindeki savaş ve vahşet gösterilerinin senaristleri ve yönetmenleri hep aynı kişi, grup ve devletlerdir. Değişen sadece zavallı ve satılmış oyuncularla ahmak figüranlar olmuştur.  Bütün Dünya’da ölenlerin çoğunlukla Müslüman olduğunu, öldürenlerin de maalesef yine sözde Müslümanlar ve paralı askerler olduğunu görmeyecek kadar aciz miyiz? Yıllarca dostum dedikleri Kaddafi’ye petrol ve para kokusu aldıklarında aç sırtlanlar gibi bomba yağdıran Avrupalı liderler utanmadan ve kahramanca dolaşıyorlar. Paris’te öldürülen 12 gazeteci/dergici için bir araya gelen dünya liderleri, Türkiye’de öldürülen yüzlerce kişiler için, Suriye ve Gazze gibi savaş alanlarında hemen her gün öldürülen ve artık hesabı bile yapılamayan sayısız canlar için, 3 maymunu oynuyor. Çünkü onların canı ile diğer insanların ve özellikle Müslümanların canı aynı değerde değil. Bilakis, öldürülen her Müslüman dünya sofrasından eksilen bir boğaz olarak, onları mutlu ediyor. Bakmayın siz basın ve medyanın dünya dar geliyor temelli yalanlarına. Dar gelen ve rekabet riski doğan, onların doymak bilmez gözleri ve dünyaya tapan emelleridir.

Başlığımıza dönersek; – Madem Allah her canlının rızkına kefildir, Afrika gibi yerlerde açlıktan ölenler nasıl oluyor? Diye soranlar çıkabilir. Âcizane söylemek gerekirse: Açlıktan ölenler, aslında aç bırakılarak ölüme mahkûm edilen, cinayete kurban giden zavallılardır. Onların ölümleri hayatın normal akışı ile değil, sömürgeci alçakların yiyecek kaynaklarını veya yiyecek alabilecek zenginliklerini ellerinden gasp etmeleri sonucu, açlığa mahkûm edilmeleri ile meydana gelmektedir. Biz Müslüman geçinenlerse, bu zulümlere seyirci kaldığımız oranda suç ortağıyız! İslam sadece bireysel Osmanlideğil, sosyal sorumlulukları da getiren bir dindir. Ölen bir Müslümanın cenazesinin kaldırılması o bölgedeki tüm Müslümanların üzerine farz iken; Müslümanların ve masum insanların açlıktan ölmelerinden hesaba çekilmeyecek miyiz? Hepimiz verilen nimetler ve imkânlar ölçüsünde toplumsal olaylardan ve cinayetlerden sorumluyuz.  Cennet mekân, dualarla andığımız Osmanlı ceddimiz, Avrupa’daki Büyük Kıtlık sırasında 1847’de gemilerle İrlanda’ya yiyecek buğday göndermişlerdi. Bugün olsalardı Afrika’da masumların ölmesine izin verirler miydi?  Türkiye’ye saldırmak için yekvücut olan şer cephesi, neden bu kadar amansız ve aralıksız mücadele ediyor sanki? Çünkü, içimizdeki Osmanlı uyandı Elhamdülillah! Artık, Afrika’dan Amerikan yerlilerine kadar, Dünyadaki bütün mazlumların yanında olabilen bir Türkiye var. Sömürmek için değil, yeşertmek için, sulamak için, eğitmek için, üretmek için gidiyor. Karşılıksız insani yardımlarda Dünya liderliğine oynuyor. Suriyeli mazlumlar kapılarına dayanınca, dehşete düşen Avrupa’nın tamamında yer alan göçmenden çok daha fazlasını sadece İstanbul barındırıyor.

Geçmişte Bulgar zulmünden kaçan Türk kardeşlerimize, Saddam’ın kimyasal saldırılarından kaçan Kürt kardeşlerimize, Esad’ın tertiplediği katliamlardan kaçan Türkmen, Arap ve Kürt kardeşlerimize kucak açtık. Evet, biraz rahatımız bozuldu, istenmeyen olaylarda yaşadık ama bunlar olacak diye kardeşlerimizi ölüme terk etseydik halimiz ve ahiretimiz nice olurdu? İsmet-İnönü-ve-Ağlayan-VatandaşTek parti iktidarı sırasında, Rus zulmünden kaçıp bize sığınan 417 Azeri kardeşimizi, bütün yalvarmalarına rağmen aldırmayıp, Ruslara teslim eden ve Boraltan Köprüsünü geçince kurşuna dizilerek katledilmelerini seyrettiren İsmet İnönü’nün utancı sırtımızdayken, nasıl duyarsız kalabiliriz? Türküyle, Kürdüyle, Arabıyla bu topraklarda yaşamanın huzur ve mutluluğunun yanı sıra bedel olarak sorumluluklarımızın olduğunu unutmamak lazımdır. Bizler ABD gibi köksüz ve yaklaşık 200 yıl önce toplanmış bir halka dayalı devlet değiliz. Anadolu’da 1.000 yıldır süre gelen kardeşlik ve dayanışma ile devletler geleneği oluşmuş, kadim bir medeniyetin temsilcileriyiz. Türkiye, Osmanlı’nın ve önceki İslam devletlerinin bakiyesidir. Borçlarını ödediği gibi, alacaklarını da tahsil etmekle yükümlüdür.

Dünya’da insan fazlalığı olduğu ve insanlığın geleceği için mutlaka radikal önlemler alınması gerektiği teorisini hayata geçiren yukarıda bahsettiğim zihniyet gerçekten yoğun bir şekilde her cepheden savaşıyor. Uyanık olmak ailemizi ve neslimizi bunların şerrinden korumak zorundayız. Daha önceki yazılarımda izah ettiğim gibi; alkol, uyuşturucu, zina, homoseksüellik, tanrısal güç ve kahramanlık vehimleri, kabbala öğretileri, büyücülük, vampirlik ve zombilik artık tüm batı kaynaklı sinema ve TV yapımlarının olağan unsurları haline geldi. Maalesef yerli yapımlarımızda artık onlardan geri kalmıyor. Gittikçe normalleştirmeye ve bu sapkınlıklar hakkında özellikle Müslümanları duyarsızlaştırmaya başladılar. Şimdi dikkatimi çeken başka bir konu da, nüfusun azaltılmasının ve toplu katliamların insanlığın geleceği için gerekli olduğu savını işlemeye yoğun şekilde başlamaları oldu. Yeni izlediğim bir Amerikan dizisinde, 2 bilim insanı, insanlığı kurtarmak için ani salgınlarla büyük ölümlere yol açacak biyolojik silahları yaymak için hayatlarını feda ettiler. Neredeyse bir kahramanlık destanı gibi katliam teşebbüsü sunumu yapıldı. Benzer yaklaşımları başka film ve dizilerde de görmeye başladım. AIDS ve Ebola gibi tehlikeli hastalıklarının sürekli yayılması, her sene mutasyon geçirmiş veya geçirtilmiş grip virüslerinin salgınlar yapması, geri kalmış toplumlarda bile kanserin olağan üstü yaygınlık göstermesi hiçte masum gelmemeli bizlere. Uyanık olmalı ve sadece oyun perdesine takılıp gerisinden bihaber kalmamalıyız.

Konuyu bağlayacak olursak, Allah-u Teâla bütün canlıların mevcut ve gelecekteki rızıklarını temin edecek kuvvete ve kudrete haizdir. Bizim imtihanımız ise, bu rızıkların adalet içinde meşru dairede dağılımını öncelikle kendi aramızda, sonra Dünya genelinde sağlamaya çalışmaktır. Sorun gelir ve kaynak eksikliği değil, gelir ve kaynaklarım dağılımı ve paylaşımıdır. Açgözlü domuz tabiatındaki kişi, grup ve devletlerin bitmek bilmeyen hırsları, zevk ve sefa düşkünlükleri insanların hayat standartları arasında derin uçurumları doğurmuştur. Zekat verilebilecek bir Müslümanın kalmadığı, Müslüman olmayanlarında ilahi adaletin tecellisinden etkilenip fevc fevc İslam’a katıldığı günleri görebilmemiz ümidi ve duasıyla, kalın sağlıcakla

Kaynaklar:

  1. http://www.megep.meb.gov.tr/mte_program_modul/moduller_pdf/Koreografi.pdf
  2. https://tr.wikipedia.org/wiki/Bill_Gates
  3. http://www.globalresearch.ca/bill-gates-temporary-sterilization-microchip-in-beta-female-testing-by-end-of-year
  4. http://news.thewindowsclub.com/bill-gates-foundation-working-birth-control-chip-78981/
  5. http://www.gatesfoundation.org/What-We-Do/Global-Development/Family-Planning
  6. http://www.gazetevatan.com/microsoft–un-kurucusu-bill-gates-cani-mi–521953-teknoloji/
  7. https://www.youtube.com/watch?v=6WQtRI7A064
  8. http://www.yeniakit.com.tr/yazarlar/hasan-karakaya/abd-nufusu-200-milyon-olunca-sampanya-patlatmislardi-8960.html
  9. http://www.takvim.com.tr/yazarlar/ergundiler/2015/10/30/oyun-bitti
  10. https://tr.wikipedia.org/wiki/B%C3%BCy%C3%BCk_K%C4%B1tl%C4%B1k
  11. http://belgelerlegercektarih.com/2012/09/15/boraltan-katliami-belgelerle-ismet-inonu-azeri-kardeslerimizi-ruslara-teslim-etti/