Hayatta Başıboşluğa Yer Yoktur!

TDK Sözlüğüne göre, başıboşluğun sıfat anlamı “bir şeye veya kimseye bağlı olmayan”, zarf/mecaz  anlamı “yönetimsiz, baskısız, denetimsiz bir biçimde” demekmiş.

Başıboşluğun olduğu yerde karmaşa, haksızlık, zarar/ziyan, fırsatçılık, zulüm ve adaletsizlik boy gösterir. Doğal yaşam başıboş değildir. Doğal kurallar, bir zincir ve döngü içinde birbirini destekleyen süreçler sistemidir. Her şeyi özel bir hikmetle yaratan Yüce Allah’ın, kainat eserinde başıboşluğun veya tesadüfün olduğunu iddia etmek büyük bir iftira ve körlük derecesinde cehaletle ancak açıklanabilir!

Başıboşluk, insani bir kusur veya hatalar manzumesidir. Nerede yapılırsa zincirleme sorunlara ve ağır zararlara yol açar.

Bugünlerde yoğun hissettiğimiz başıboşluk örnekleriyle açıklayalım:

Son yıllarda piyasalarda yaşadığımız durum tam bir başıboşluktur! Çünkü sınırları tanımlanmayan, sağlıklı ve düzenli kontrol edilmeyen yani başıboş bırakılan sektörlerin tamamında, vahşi kapitalist sömürü düzeni adeta bir King Kong gibi kontrol edilemez hale gelmiştir. Akaryakıt ve diğer enerji kaynaklarında başlayan yangın, tüm sektörlere yayılmış ve hakkaniyeti sorgulanamayan fahiş zamlar seline dönmüştür! Devletin mal ve ürünlerde piyasa kontrolünü simsarların insafına terk etmesiyle, gayrimenkulden tarım ve gıdaya kadar her alanda çılgınca zamlar, stoklar ve manipülasyonlar yaşanmıştır. Temel ihtiyaçlar sektörünü üretimden dağıtıma kadar ele geçiren ve tedarikçileri de kendilerine bağlayan zincir marketlerin güç zehirlenmesi, devlete meydan okuyacak kadar ilerlemiştir. Halkın çığlığını duyan idarecilerin yaptığı cüz-i ÖTV ve KDV indirimi gibi ayarlamalar ise anında fiyat oyunları ile açgözlü satıcı ve aracıların cebine yaramış, kazançları katlanmıştır. Serbest ve sınırları belirsiz piyasa en temelde başıboş ve halk düşmanı kapitalist sömürü düzenidir. Etkileri daha da kalıcı olmadan tüm sektörlerde şartlar ve limitler tanımlanarak sıkı kontrol altına alınmalıdır. Ürünlerine daha fazla zam yapmaktan utanan firmaların, gramaj eksilterek yaptıkları örtülü hırsızlık gibi kepazelikler de önlenmeli ambalajlı ürünlerde sabit gramajlar zorunlu tutulmalıdır. Piyasaların başıboşluğu sadece kira artışlarına %25 zam sınırı konularak giderilemez. Her sektöre yayılan başıboşluk giderilmelidir.

Yerli ve yabancı güç merkezlerinin işbirliğiyle, aile düzenimizde de başıboşluk hakim olmaya başladı. Artık sağlamlığıyla övündüğümüz bir aile yapısı kalmadı! Ailede kimin ne görevi ve sorumluluğu olduğu belirsizleşti. Anne ve babalık rolleri, hakları ve yetkileri karman çorman oldu. Çocukların terbiyesi, eğitimi, maddi ve manevi yönlendirmeleri ailenin kontrolünden alındı. Ailede mahremiyet ve meşru cinsel güvence kalmadı! Yasalar aile olmaktan çok zina şeklinde nikahsız birliktelikleri teşvik eder hale geldi. Namus ve ahlak kavramları düşman görüldü. Bütün ticari ve idari kurumlarda doğal olarak yer alan hiyerarşik düzen, aile açısından yok edildi ve aile ucube birlikteliğe çevrildi. Tek taraflı kadın beyanı ile erkeklerin bütün haysiyet ve şerefi kadının iki dudağı arasına hapsedildi. Evlilikler bitirilse bile ömür boyu süren ölçüsüz nafaka, tazminat, mal paylaşımı gibi haksız maddi şartlar ile erkekler ekonomik yok oluşa ve evlilikten uzak durmaya mahkum edildi. Aile yapımızda estirilen başıboşluk fırtınalarının acilen dindirilmesi gerekir. Bunun sonu toplumsal yıkım ve milli egemenlik zaafıdır.

Ülkemize sığınan düzensiz göçmenler dalgasının doğru yönetilememesi de ülke geneline yansıyan bir mülteci başıboşluğu görüntüsü vermiştir. Kadim medeniyetimiz ve insani değerlerimiz gereği, mazlumlara kapılarımızı açmak ve onlarla hemhal olarak imkanlarımızı paylaşmak doğal ve kaçınılmaz bir durumdur. Doğal olmayan, bu sürecin adeta başıboş bırakılarak toplumsal ve ekonomik dengelerin sarsılmasına neden olunmasıdır. Sosyal uyum süreçleri tamamlanmadan, dil ve kültür farklılığı yoğun hissedilen insanların bir anda şehirlerde ve çalışma alanlarında yayılması olumlu ve olumsuz çok yönlü etkiler doğurmuştur. Düzensiz sığınmacılarla ilgili işlemlerin kervan yolda düzülür mantığıyla yürüdüğünü görmek, kiralık ev sıkıntısı, işsizlik, haksız ticari ayrımcılık, kamu hizmetlerinde dengesizlik gibi etkilerini hissetmek; halkın huzurunu bozan, sürecin başıboş bırakıldığını düşündüren, can havliyle gelen mağdur insanlara karşı hoşgörüyü sıfırlayan sonuçlar doğurmuştur. Bu durum siyasi bir istismar ve toplumsal fitne aracına dönüşmeye başlamıştır. Sosyal ve ekonomik dengelerin daha net gözetildiği, kent hayatımızın ve demografik yapımızın korunduğu, fiziksel karışmanın değil, uyumlandırma ve kendine yetebilme becerilerinin kazandırıldığı daha hassas bir model uygulanmalıydı. Bu alanda hissedilen başıboşluğun giderildiği gösteren güven arttıran tedbirlere daha fazla ağırlık verilmelidir.

Başıboşluğun en meşhur olduğu alan, evcil hayvanlarla ilgilidir. 2003 yılında imzaladığımız Ev Hayvanlarının Korunmasına Dair Avrupa Sözleşmesi‘nde doğrudan tanımı verilmiştir: “Başıboş hayvan, evi olmayan veya sahibinin veya bakıcısının evinin sınırları dışında bulunan ve herhangi bir sahibinin ya da bakıcının kontrolü veya doğrudan denetimi altında bulunmayan ev hayvanını ifade eder.” Yaşaması için gerekli şartların tamamında insana bağlı olan evcil hayvanların bir şekilde sokaklarda ve açık alanlarda tutulmaya başlanması veya desteklenerek böyle kalmaya zorlanmasına başıboşluk diyoruz. Bütün evcil hayvanlar bir insana veya işletmeye bağlı olarak yaşamak zorundadır. Aksi halde, uğrayacakları veya neden olacakları zararın ve karşılanmayan gıda ve tedavi gibi ihtiyaçların sorulacağı bir muhatap olmayacaktır. Belediye ve yerel idarelerin sahipsiz hayvanlarla ilgili sorumluluğu mevzuatta yer alan ama hukukta ve uygulamada eksik kalan zayıf ve çarpık bir ilişkidir. Başıboş hayvanlardan insanlar için güvenlik ve sağlık tehdit seviyesi kritik yükseklikte olan tehlike unsurları köpeklerdir. Üreme ve tüketme kabiliyetleri yüzünden bazı art niyetli insanlarca istismar edilme cazibeleri de yüksektir. Başıboş köpekler, insanlarla sağlıklı iletişim yeteneğini kaybetmiş, sevgi ve saygı sınırlarını tüketmiş insan düşmanlığı belirginleşmiş sorunlu insanlar için mükemmel bir kılıf ve merhamet çarpıtma aracına dönmüştür. Başıboş köpeklerin kuduz, kist hidatik, delibaş gibi çok sayıda tehlikeli hastalığın kaynağı veya taşıyıcısı olması, meseleyi ancak Hindistan gibi çok geri kalmış sağlıksız toplumlara dönüştüren kritik bir halk sağlığı sorununa çevirmiştir. Başıboş köpeklerin ülkemizden kaldırılması artık bir beka meselesidir. Sağlıklı ve güvenli bir ortamda çocuklarını büyütemeyen/yaşatamayan bir devletin, gelişme ve ilerleme iddiaları ne kadar güçlü olursa olsun tam kabul görmeyecektir!

Hayat, huzur, sağlık, güvenlik, esenlik, adalet gibi temel ihtiyaç ve beklentilerin tamamına ket vuran başıboşluğun, kendini gösterdiği her alanda büyümeden önlenmesi, tedbir alınması, giderilmesi hepimizin ortak görev ve sorumluluk alanıdır. Devlet-Millet işbirliğiyle belirsiz kalan her yerde netlik ve kontrol sağlanmalıdır. Bunu yapabiliriz!  Hem ihtiyacımız, hem de gelecek nesillere başıboşluğun giderildiği bir ülke bırakma borcumuz var!




#Sessizİstila: Gerçek mi, Proje mi, Paranoya mı?

Bugün yani 3 Mayıs 2022 Salı tarihinde, internet tabanlı sosyal mecralarda mükemmel organize edilmiş bir kampanyayla uyandık. Tag denilen ana etiketleri #Sessizİstila’nın etrafında konumlanan youtube videoları, bunlardan türetilmiş kısa kliplerle twitter mesajları yayınlanırken hepsi de birbirini destekleyen  #şirinevler, Arap, #florya, #MulteciİSTEMİYORUM, #afgan, #bağcılar, #Suriyeli, #mecidiyeköy, #karşıyaka, #3mayısTürkçülerGünü, Türklüğümü  gibi destek taglarıyla birlikte Türkiye gündemini resmen işgal ettiler. Büyük ve derin hazırlık gerektiren bir oyunun ilk sahnesini perdeye aktardıklarını gördük!

Youtube’da yayınlanan Sessiz İstila isimli videonun, 3 Mayıs Türkçüler Günü ile eşleştirmesi yapılarak, milliyetçi damarların da katılımıyla etki alanının büyümesi hedeflenmiş. Videoyu izleyince oluşan fikir ve tespitlerimi sizlerle de paylaşmak için bu yazıyı derledim.

Tıpkı Feminizm ve hastalık seviyesine yükselen #BaşıboşKöpek seviciliği gibi, göçmenlere karşı kronik düşmanlığın da dış mihraklarda planlanarak, yerli ve gönüllü oyuncular tarafından sahnelenen yeni bir fitne projesi olduğu açıktır.

Türkiye bir yandan kendi sınırları içinde hapis kalırken, diğer yandan dengesiz, düzensiz ve kontrolsüz göç almaya devam ettiği sürece,  bu “Sessiz İstila” filminde gösterilen felaketin  gerçekleşme olasılığının yükseldiği de bir vakıadır! Hükumetin kontrolünden, sistematik ölçekleme ve dengeli yaygınlaştırma becerisinden sıyrıldığı anlaşılan, düzensiz göçmen ve sığınmacı dalgalarının, bu kötü senaryonun sahiciliğini ve gerçekleşme paranoyasını beslediği de kabul etmemiz gereken bir durumdur.

Okyanus ötesinden veya Sibirya steplerinden gelerek, kadim İslam coğrafyamızda siyasi ve idari yapıları düzenleme cüretini gösteren, külfetini de üstlenen sömürgeci ülkelere karşı, bizlerin her zamankinden daha hızlı ve keskin bir tavırla bu topraklarda istikrarın tesisine çalışmamız, gerekirse kibirleşen patolojik gururlarımızı ve çıkar hesaplarımızı da bir tarafa bırakarak, geleceğimiz ve güvenliğimiz odaklı yapıcı görüşmelere kapı açmamız, artık zorunlu bir şart haline gelmiştir!

Ama bu süreç, sahaya sadece asker yığmakla veya kuru kuruya görüşmelerle yürütülecek gibi değildir. Pınarın başını sağlama almadıktan sonra, akan suyun etrafını istediğiniz kadar tahkim edin, önemli bir anlamı ve faydası olmaz! Akan suya en büyük zarar kaynağında verilir! Türkiye’nin, ilk önce kendi pınar başını temizlemesi ve güvene alması lazımdır. Bunun için suyumuzu zehirleyen, elimizi kolumuzu bağlayan, kimyamızı bozan, içildiğinde şifa yerine hastalığa neden olan bütün sözleşmelerden, batıl ve aslımıza zararlı kanunlardan, fitneci STK’lardan ve bunlara her türlü kaynak aktaran mecralardan kurtulmak, arınmak, kendi vatanımızda kâmil anlamda özgürlüğe kavuşmamız gerekir.

Daha eğitim sistemini bile ABD işgalinden kurtaramayan, bütün Vali ve Kaymakam adaylarını dil eğitimi adı altında zorunlu olarak İngiltere’ye aylarca gönderip beyinlerinin uyumlandırılmasını sağlayan bizler, hangi özgür irademizle İslam coğrafyasında birliğe ve beraberliğe çalışabiliriz? ABD ve İngiltere’nin hizmetkârlığına soyunduğu büyük İsrail projesine karşı, yerli ve yeterli yetiştiremediğimiz siyaset ve bürokrasi erbabıyla mı mücadele edeceğiz?

Türkiye, elleri ve kolları prangalarla bağlanmış, beyni uyuşturulmuş, kasları gereksiz efor yaptıran elektro şoklarla yorulup yıpratılmış bir dev gibidir. Ne zaman kendini toparlar gibi olsa askeri darbeler, FETÖ gibi yapılanmalar, PKK vb. terör örgütleri, Gezi eylemleri gibi yıkıcı planlı projeler ile tekrar diz çöktürülmesi, kendi derdine düşüp gerilemesi istenmiştir. İngiliz sömürge zihniyetinin kuruluşunu doğrudan etkilediği Türkiye için kendi yöneticilerine, “-Türkiye’ye ağaç gibi davranın, güçlenip serpildiğinde budayıp zayıflatın, kurumaya döndüğünde sulayıp canlandırın!” stratejik talimatı verdikleri bilinen politikalarıdır. “Sessiz İstila” adıyla sahnelenen bu son oyun, sadece yeni bir pranga, yeni bir iç çatışma, yeni bir kin ve nefret projesidir. Kürt-Türk, Alevi-Sünni, Dindar-Seküler vb. eski senaryolar, Kemal Sunal filmleri gibi aşırı tekrara girdiğinden, en sadık izleyicisi olan halk tarafında bile kabak tadı verdiği için, etkisiz kalıyor, masrafına ve zahmetine artık değmiyordu. Patlama yapacak, kitleleri etkileyecek yeni heyecanlar gerekiyordu. Türkiye ve İslam düşmanlarının şeytani aklı, bizimkilerden bir kısmının beceriksiz ve basiretsiz süreç yönetimi sayesinde, sıfır kilometre araç gibi gıcır gıcır bir fitnemiz daha var artık! Hazırlanan filmlerindeki profesyonellik ve eşzamanlı kamuoyu çalışmaları da bunu çok net gösteriyor!

Amacı aynı, yöntemi yeni ve farklı olan bu yeni kampanyayı da gördükten sonra,  artık şuna karar vermemiz lazım: Başkalarının yazıp çizdiği senaryolarda daha ne kadar figüran, kahraman, mağdur, sömürülen veya uyutulan cahiller gibi atanmış rolleri oynayacağız? Senaryo değişince filmin sonu ve amacı da değişir mi sanıyoruz? Silkelenip kendimize gelmemiz için daha ne kadar canımızın yanması, kaynaklarımızın heba olması gerekiyor?

İçimizdeki hainler ve ahmaklar yüzünden helak edilmemek ortak duamız olsun ama; bizler de fiili çalışmamızla hain ve beceriksizler üreten bozuk sistemlerimizi ıslah edelim, uyduruktan değil essahtan yerli ve milli insanlarımız ile özümüze ve ceddimize yaraşır çalışmalar yapalım. Allah yardımcımız olsun, halkımıza ve yöneticilerimize birlik, beraberlik, dirayet, feraset ve afiyet versin. Amin!