Bir Cinayetin Anatomisi, Algı ve Olgu Gerçeği

Hunhar bir cinayete kurban giden Sıla Şentürk isimli kardeşimizin, acı haberiyle sarsıldık yeniden. Kısacık hayatından kopup giderken, geriye öfke, acı ve keder bıraktı. Yüce Allah, günahlarını affedip mekanını Cennet eylesin. Ailesine de sabır ve selamet versin. Katilinin hak ettiği cezayı hem dünyada, hem de ahirette bulması için hepimiz yürekten duacıyız.

Bu feci olayın ardından, herkes kendi zaviyesinden değişik yorumlarda bulunarak kamuoyunu etkilemeye ve yönlendirmeye çalışıyor. Bir insanın trajediyle sona eren kısa hayatını ve kimliğini, kendi ideolojik kavgalarına ve saldırılarına malzeme yapmaktan utanmayan kişiler ve kuruluşlar olduğunu görüyoruz.

Bu olayı kök-neden analizini yapar gibi objektif değerlendirmek, subjektif yorumlarımızı ve önermelerimizi de makul deliller üzerine bina etmek zorundayız.

Cinayetin kısa geçmişi: 

Saldırıya uğrayarak vefat ettiği sırada 16 yaşında olan Sıla, henüz 14 yaşındayken 2019 yılı Aralık ayında internet sosyal ağlarından Hüseyin Can Gökçek (Zanlı) ile tanışmış,  sevgili olarak hem internet üzerinden, hem de Zanlının 5-6 kez yaptığı ziyaretlerde yüz yüze görüşmeye başlamış. Sıla kardeşimiz Giresun’da, katil zanlısı da Ankara’da ikamet ediyormuş. Sıla’nın ailesi bu ilişkinin varlığından ancak geçen yıl haberdar olmuş ve müdahalede bulunmaya çalışmış. Sıla’nın kararlılığı üzerine ailesinin rızası ile, Zanlı 2021 yılında Sıla’nın ailesiyle tanışmak için Giresun’a gelerek evlerinde 5 gün misafir olarak kalmış. Sıla’nın ailesi Zanlının davranışlarını beğenmeyince tartışma olmuş ve Sıla ile Zanlı birlikte Trabzon’a kaçmış. Zanlı, ailenin şikayeti üzerine yakalanarak “Çocuğun cinsel istismarı” suçlamasıyla cezaevine konulmuş. Sıla önce Çocuk koruma birimine alınmış, ama kendi ve ailesinin isteği ile ayrılarak ailesinin yanına dönmüş. Sıla’nın şikayetinden vazgeçmesi üzerine, Zanlı tahliye olarak Ankara’ya dönmüş. Sıla’da bir süre sonra Zanlının yanına giderek bir ay kadar aynı evde yaşamış. Sıla’nın ailesi engel olamadıkları bu durumu normale çevirebilmek için, evlendirmek üzere yanlarına çağırmış ve aralarında nişan yapmış. Ankara’ya dönen Zanlı ile Sıla’nın arasında kıskançlık vb. nedenlerle tekrar tartışmalar çıkınca, Sıla’nın ailesi yeniden şikayetçi olmuş ve nişanı da bozmuş. Fakat Sıla, Zanlıdan yine şikayetçi olmadığı gibi, bu sefer ailesinin de yanında kalmak istememiş ve tekrar kaçma endişesi üzerine ailesinin talebi ile Savcı talimatıyla Aile Bakanlığı Sevgi Evlerinde barınması sağlanmış. Sevgi Evlerinde kalan Sıla, sonradan tekrar dilekçe vererek Zanlıdan şikayetçi olmak istediğini ve Zanlı ile ilişkisini tamamen bitirdiğini beyan etmiş. Sıla şikayetçi olunca yeniden mahkeme ile yüzleşen Zanlı, geçtiğimiz Ocak ayında Giresun’a gelerek Sıla ile görüşmüş ve şikayetini geri alması için ikna etmeye çalışmış. Bu sırada çıkan tartışma sonucu  evden aldığı bir bıçakla bu hunhar cinayeti işlemiş.

Katilin hak ettiği nedir?

Olayı irdelemeden önce, adalet boyutuyla olması gerekeni inancımız ve insanlığımız açısından belirtelim. “Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında kısas size gerekli kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın. Ancak her kime, kardeşi tarafından bir şey bağışlanırsa artık ona hakkaniyetle uymalı ve diyeti ona güzellikle ödemelidir. Bu, rabbinizden bir hafifletme, bir rahmettir. Bundan sonra kim haddi aşarsa ona elem verici bir azap vardır. Kısasta sizin için hayat vardır, ey akıl sahipleri, umulur ki sakınırsınız.” (Bakara 178/179) Hükmüyle, haksız yere can alanların nasıl cezalandırılması gerektiğini Yüce Yaratıcımız olan Allah-u Teala belirlemiştir.

Sevdiği bir insanın katledilmesine karşılık olarak, maktul yakınlarının yüreğini kısastan başka bir cezalandırma soğutmaz ve teselli etmez. Özel hallerde maktul yakınlarına ödenebilecek diyete dayanmadan, hiç kimsenin katilleri affetme yetkisi ve hakkı olamaz. Türkiye’de idam cezası kaldırıldı. Siyasi davalara ceza konusu edilmeden, sadece doğrudan ve kesin ispatlanmış haksız yere işlenen cinayetlerde verilmek üzere, idam cezasının acilen geri getirilmesi gerekir.

Hükumetin başı olarak Sayın Cumhurbaşkanımızın, idam cezasının meclise sunulması talimatını Genel Başkanı da olduğu iktidar partisi yetkililerine derhal vermesini bekliyor ve diliyoruz. O talimat vermeden hiç kimsenin teklif etmeyeceğini, başkası teklif edilse bile onaylanmayacağını, o yüzden sadece “önüme gelirse imzalarım” diyerek sorumluluktan kaçamayacağını da iyi biliyoruz. Aksi takdirde başka katillerin gelecekte cinayet işlemesini caydıracak adalet gücümüz kalmayacak, bizler de her vahşi cinayetin ardından ağlaşıp lanetlemekle yetinmek zorunda kalacağız.

Bu cinayetin anatomik bileşenleri nelerdir?

1-Sıla’nın sosyal medya erişimi: Henüz 14 yaşında olmasına rağmen, Sıla gibi bir kız çocuğu kendi adına sosyal medya hesabı açıp kullanabilmektedir. Sosyal medya hesaplarını açmak için şart koşulan yaş sınırı 13’tür. Sıla kardeşimizin cinayetine giden yolun ilk adımı, 13 yaşında başlayan kontrolsüz sosyal medya ve internet erişimidir.

2-Ailenin Sıla’nın hayatındaki etkisi: Sıla’nın ailesi, kızlarının başka bir şehirdeki adamla uzaktan ve yüz yüze görüştüğünü ancak bir yıl sonra öğrenebilmiştir. Ailesinin, Sıla ile olan iletişiminde ve yetiştirme tarzında sorunlar olduğu anlaşılmaktadır.

3- Ailenin Sıla’nın kararına mecburi uyumu: Ailesinin bu ilişkiyi aslında istemediği açıktır. Ancak, Sıla’nın kararlılığı ve ısrarı üzerine çaresiz düşerek, Zanlı ile görüşmeye ve evlerinde misafir etmeye mecbur kalmışlar.

4-Sıla’nın yasal salahiyeti: Zanlı ile Sıla’nın aile ortamında çıkan tartışma sonucu Trabzon’a kaçmaları da Sıla’nın kararlılığını veya zanlı tarafından ikna edilerek kandırılmışlığını göstermektedir. Sıla’nın ailesini şikayetine rağmen, Zanlının serbest bırakılmasındaki temel unsur Sıla’nın şikayetçi olmamasıdır. Yaşı itibarı ile Sıla, yasalar açısından cinsel rüşte sahip görülmüştür.

5-Ailenin yetki alanı: Zanlı Ankara’ya döndükten sonra, Sıla’nın ailesini terk ederek zanlı ile beraber bir ay yaşaması da ailesinin Sıla üzerindeki etki ve yetki kabiliyetinin tükenmişliğini göstermektedir.

6-Zorunlu onay ve nişanlanma: Ankara’da fiilen karı-koca hayatına başlayan Sıla ile Zanlı arasındaki durumu düzeltmek ve meşru sınırlara çekmek isteyen ailenin, evlendirme garantisiyle Sıla’yı geri çağırması sosyal ve ahlaki bir zorunluluk şeklinde hissedilmiştir. Burada ailenin çifti zorla nişanlaması değil, mecbur bırakılarak durumu onaylaması söz konusudur.

7-Nişan bozumu ve cinayet: Nişanın ardından Ankara’ya dönen Zanlı ile Sıla arasında gelişen anlaşmazlıkların seyrinde kendilerinin veya ailenin dahlinin ne kadar olduğu bilinmiyor. Ancak sonuçta nişan bozuluyor ve sonrasında Sıla’nın devlet koruması altında barınırken ilk defa kalıcı şekilde şikayetçi olmasıyla olayın seyri değişiyor. Zanlının, Sıla’ya şikayeti geri çektirmek amacıyla yanına gelerek yaptığı görüşme sırasında çıkan tartışma sonucu bu hunhar cinayet işleniyor.

Medya ve Feminist Odakların Olayla İlgili Algı Çarpıtmaları

Bu korkunç cinayetin ilk haberi ve sonrasında yapılan yorumların tek hedefi vardır: Meşru aile yapımız ve ailedeki doğal ebeveyn otoritemiz! Sıla kızımızı sanki zorla nişanlanmış ve çocuk yaşta evliliğe zorlanmış gibi gösterdiler. Bütün haberlerde çocuk evliliği cinayeti vurgusunu yaparak, Sıla üzerinden ailesini ve evlilik kurumunu yıpranma kampanyalarını başlattılar. Bu cinayetin perde arkasında yatan nedenleri incelemek ve kökten tedbir almak için yapıcı baskı oluşturmak kimsenin aklına gelmedi. Daha önce konusu açıldığında İdam cezasının geri gelmesine şiddetle karşı çıkanlar, Sıla kızımız gibi daha kaç masumun ölmesine neden olduklarını hiç düşünmediler.

Bu vahşet üzerinden aile ve evlilik kurumuna yapılan saldırılara karşı dirayetli olmak, Devlet yönetimi başta olmak üzere, hepimizin ödev ve sorumluluğudur. Feministlerin bu vahşeti kullanarak, zaten dengesi bozulmuş olan aile kurumunu daha da zayıflatacak ve cinsiyetçi bölücülüğü tırmandıracak operasyonlarına hep birlikte karşı çıkmamız gerekir.

Cinayet Bileşenlerinin Ayrıntılı Analizi ve Gözlerden Kaçırılan Gerçekler:

Günümüzde ailelerin, çocukların eğitiminde, karakter ve ahlak yapılarının oluşumunda katkısı oldukça azaldı. Dine ve ahlaka aykırı kararlarını özgürce alabilen ve bunları dayatabilen nesiller çoğaldı. Ailelerin çocuklarıyla olan iletişimi bozuldu. Olumlu davranış modelleri ve örnekleri kaybolmaya başladı. Sıla’nın durumunda da ebeveynin yetersizlik gibi görünen çaresizliğini fark etmemiz lazım.

Sıla kardeşimiz yasalar ve global sosyal medya açısından bir çocuk değil, yetişkin ve kararlarında özgür bir birey olarak kabul edilmektedir. Çocuk cinayeti ve çocuk yaşta evliliğe zorlanma gibi yaklaşımlarla, aile ve erkek düşmanlığını körüklemek isteyenlerin çabası kirli ve şeytani bir oyundur. Twitter, facebook, instagram vb. sosyal platformların üyelik şartlarına bakılırsa üyelik için  asgari yaş sınırının 13 olduğu görülecektir.

Yasalarımız açısından 16 yaşındaki Sıla kızımız cinsel rüştünü kazanmış bir birey olarak görülmektedir. Türk Ceza Kanunu 103.maddesinde çocukların cinsel istismarı bahsi işlenmiştir. Çocuklara yönelik tecavüz ve sarkıntılık suçlarında ceza için üst sınır olarak 15 yaşı esas alınmıştır. Çocuğa tecavüz suçunda aile şikayeti beklenmeksizin kovuşturmanın başlatılmasına, sarkıntılık hallerinde ise ebeveynlerin şikayetine göre davranılmasına hüküm verilmiştir.

15 yaşından büyüklere yönelik cinsel suçlar ise “reşit olmayanla cinsel ilişki” bağlığı altında 104.maddede yazılmıştır. 15 yaşını bitirmiş çocuklar, cinsel eylemleri açısından hür kabul edilmiş; cebir, tehdit ve hile yöntemleriyle çocuğun rızası olmadan yapılan cinsel ilişkiler veya sarkıntılık suçlarına karşı ise cezalar konulmuştur.

Zaten ailesi açıkça şikayetçi olmasına rağmen, Zanlının daha ilk eyleminde tutuklu kalmamasının nedeni de Sıla’nın şikayetçi olmamasıdır. 15 yaşından itibaren, ailelerin çocuklar üzerinde cinsel yaşantıyla ilgili yetkisi ve yaptırımı yoktur. Özgürlük adına, 13 yaşından itibaren çocukların serbestçe flörtleşmesini savunanların, ailelerin müdahalesini gericilik ve bağnazlıkla suçlayanların bu tür vakalardan sonra hiç utanmadan yetkilerini yok ettikleri ebeveynleri suçlaması da tam bir ikiyüzlülük ve alçakça tavırdır!

Ülkemizin de tarafı olarak 2007 yılında imzaladığı Lanzorote Sözleşmesi, 15 yaş ve üzeri gençlerin rızaları ile pornografik unsurlar içinde yer almasına, cinsel serbestlik yaşamasına, 13-15 yaş arası çocukların kendi aralarında rıza ile cinsel beraberlik yaşamasına yasal kılıf oluşturmaktadır. Bu sözleşme, çocukları koruma adıyla çocuk cinselliğini meşrulaştırma aracı olmuştur. Yasalarımız da 15 yaş sınırını kabul ederek uygulamış, 13-15 yaş arası çocukların kendi aralarında veya büyüklerle olan cinsel beraberliklerini ise suç olarak görmeye devam etmiştir. Şeytani odaklar flörtü tavsiye eden kampanyaları ile, cinsel rüşt yaşını Türkiye’de de 13’e indirerek, ailelerin müdahale yetkilerini tamamen kaldırmaya çalışmaktadır. Cinsel özgürlük ve cinselliğe başlama yaşı gittikçe düşürülürken; ailelerin rızası ile yapılan evlilik yaşının özellikle yüksek tutulması ve genç yaşta evlenenlerden sadece erkeklerin cezalandırılarak hapislerde çürütülmesi de ayrı bir garabettir!

Feshedilen İstanbul Sözleşmesi ile ona dayalı olarak çıkarılan ve halen yürürlükte olan 6284 sayılı yasamıza göre, Sıla kardeşimiz bir çocuk değil kadındır! Kadın kimliğinin başlangıcı kızlar için doğumdan itibaren, erkekler için de kendisini kadın gibi hissetmeye başladığı andan itibarendir. 6284 sayılı kanun yüzünden, annesinin ve özellikle babasının Sıla kızımıza zerre kadar baskı yapma, Zanlı ile görüşmekten men etme, ekonomik ve psikolojik açıdan zorlayıcı dayatmada bulunma hakkı zaten hiç yoktu! Kanunlar ailenin değil, Sıla’nın şikayetine göre cezai işlem yaptırıyordu. Sıla’nın zanlı ile birlikte yaşaması, cinsel münasebette bulunması, babaevini terk etmesine karşı ailesinin eli kolu bağlanmış, ağır cezai yaptırımların tehdidi altında tutulmuştur. Sıla’nın babası, kızına bu yüzden bir tokat atmayı bırakın, bağırıp çağırdığında dahi, Sıla polise şikayet ederse kendi evinden 6 ay uzaklaştırma, konu komşuya hepten rezil olma, maddi ve manevi işkenceye maruz kalma ile karşılaşacaktı. Sıla’nın yaşanan olaylardaki pervasızlığında ve ailesinin çaresizliğinde bu gerçeğin de yattığını görmek gerekir!

Sonuç olarak, bu ve benzeri cinayetlerin uzman ve tarafsız ekipler tarafından analiz edilmesi, tekrar yaşanarak başka canların yitip gitmemesi için tedbirler alınması, yaratılışımıza ve medeniyetimize düşman kalan yasaların acilen ıslah edilmesi gereklidir. Boşa geçen sürede devam eden cinayetlerin ve her biri cinayet gibi sonuçları olan aile yıkımlarının vebali yetkisi olduğu halde düzeltilmesi için talimat vermeyen liderlerin ve onlara sessiz kalarak zulmü onaylayan biz seçmenlerin üzerindedir. Yüce Allah sonumuzu ve hesabımızı kolaylaştırsın! Durumumuz hiçte iyiye gitmiyor!




Liderlerin Yalnızlığı veya Zoraki Diktatörlük İftiraları

Allah-u Teala peygamberlerini hatalardan ve günahlardan bizzat korumuştur. Buna  “ismet” denilir. Sadece peygamberlere mahsus bir sıfattır. Hz. Adem (a.s.) ile Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimiz arasında bu zincir tamamlanmıştır. Varsayılan değer olarak, diğer bütün insanlar hata ve günah işlemeyle malul durumdadır. Zaten, dünya hayatının bir imtihan yeri olmasının gereği de budur. İnsanlar hataya düşebilir, günah işleyebilir, iyi ve güzel işler de yapabilir. Daha sonra bunların sonuçlarıyla yine kendileri yüzleşecektir.

Geçmiş, şimdiki ve gelecek liderlerimiz, Peygamber olmadığı gibi, İlah da olamazlar. Onlara peygamberlik ve İlahlık vasfı yakıştıranlar, evvela onlara sonra kendi nefislerine zulüm etmiş ve hak yoldan çıkmıştır.

Liderlerini İlahlık ve Peygamberlik seviyesinde gören sapkınlar, fanatik söylemleri nedeniyle kendilerini kolayca belli eder ve toplumda sınırlı destek bulurlar.

Liderlere en çok zarar veren diğer bir grup ise; yanlış, eksik ve taraflı bilgileri taşıyarak toplumun veya yönettiği kurumun nabzını bazen kaçırmalarına, yalnız kalmalarına neden olan, ehliyet ve liyakatten uzak haldeki bir kısım çevreleridir.

Liderlerin etrafına üşüşen ve her zaman fark edilemeyen bu kesimin birçok özelliği sıralanabilir.

En başta çıkarcı olurlar. Liderinin ulvi değerleri umurunda değildir. Hazır imkan bulmuşken, her fırsatta kendisi ve yakınlarına haklı-haksız demeden çıkar sağlamaya çalışırlar. Bu çıkarcıları, önemli  kişilerin adlarını gıyaben pazarlarken, bir takım ihale hesapları yaparken, işe göre adam değil de, adama göre iş ayarlarken görebilirsiniz.

Korkak ve sinsi olurlar. Ehil ve layık olsa dahi,  kendilerine rakip olabilecek herkesi, daha yolun başında fark ederek uzak tutmaya, ayağını kaydırmaya çalışırlar. Duruma göre iftira atmak, kumpas kurmak dahil her yolu denerler.

Genellikle yetersiz bilgi ve deneyime sahiptirler. Bilgi ve deneyim eksikliklerini yalakalık, laf kalabalıklığı, çirkeflik, bolca hamaset edebiyatı ile kapatmaya çalışırlar. İhtiyaç olduğunda, başkalarının fikir ve eserlerini kendilerine mal ederek aşırma huyları da vardır.

Liderlere, olanı değil de olmasını istenilen veya işlerine gelen resimleri çizerler. Yani bilgileri karartır, değiştirir veya abartarak nabza göre şerbet vermeye çalışırlar. Bu çevrelerden gelen verileri kontrol ettirme  imkanı bulamayan liderlerin, kolayca hataya düşmesi ve yanlış kararlara yönelmesi kaçınılmaz olur.

Liderlerin talep ve kararları resmileşip geri alınamaz hale gelmeden önce, objektif ve saygılı bir cesaret içinde değerlendirerek eleştiride bulunmaktan, alternatif çözüm üretmekten şiddetle kaçınırlar. Muhtemel olumsuz gelişmeleri söylemezler. Bu tavırları yüzünden, liderlerin istişare alışkanlığı zayıflar ve nefislerinde her dediğini yaptırmanın coşkusuyla kibir ve kendini beğenmişlik, yani firavunlaşma baş gösterir.

Bu kişilerin liderlerle biyolojideki asalak-konakçı gibi bir ilişkisi vardır. Sömürmeye başladıkları lider yani konakçı, sağlıklı olduğu ve onlara hizmet verdiği sürece yanında kalırlar. Yönetemedikleri veya menfaatlerine ket vurulmaya başlandığı anlarda ise, konakçıyı yok ederek veya terk ederek, başka bir konakçı temin etmeye çalışırlar. Bunun için sabotaj, mobing dahil her yola başvururlar.

Her devrin adamı olmak en belirgin özellikleridir. Güce ve paraya  taptıkları için, en koyu dindar ve mürit, en hızlı devrimci ve Kemalist, Ülkücü veya Komünist olmak onlar için çocuk oyuncağıdır. Size kendinizi sorgulatacak kadar da iyi oynarlar.

Bahsettiğim çıkarcı muhteris çevreler, bireysel veya küçük gruplar şeklinde olabildiği gibi, FETÖ olayında görülen ihanet şebekeleri halinde de örgütlenebilir.

İktidar potansiyelinin, yani güç ve paranın olduğu bütün devlet makamlarının ve özel sektör yönetimlerinin etrafında, az veya çok bu çıkarcı asalak yapıları görebiliriz.

Yukarıyı işlerine geldiği gibi yönlendirmeye çalışan bu çevreler, altlarına karşı ise oldukça baskıcı ve despot tavırlar geliştirirler. Güçlerinin yetmediği veya makul bir açıklama bulamadıkları zamanlarda insanları sindirmek için ” Reis böyle istiyor, Başkan böyle emretti, Patronun talimatı var, Başhekim söyledi, Müdür emretti, ” gibi ifadeler havada uçuşur. En ufak bir direnç gördüklerinde ise, tehdit amaçlı ” sen Reis’e karşı mı çıkıyorsun, Başkan’ın kulağına gitmesin, Başhekim duyarsa fena olur, Müdür bey işlem başlatır ”  gibi laflarla ezmeye çalışırlar.

İşte bu çapsız ve kifayetsiz muhterisler yüzünden, Sayın Cumhurbaşkanımıza diktatör iftiraları daha kolay atılır oldu. Her seçimde çoğunluğun teveccühüyle gelmesine karşılık, hatalı veya kasıtlı yönlendirilen politikalar nedeniyle halkımızla Başkanımız arasında bazen  soğuk rüzgarların esmesine, gönüllerin kırgın ve üzgün kalmasına yol açtılar.

Gerçek diktatörlerin mesela Mısır’da, Suriye’de, Arabistan’da neler yaptığı dünyanın gözlerine girse de görmezler. Seçilen her ABD Başkanının, sayıları milyonları bulan ve çoğunluğu da Müslüman olan katliamlarından söz edemezler. En zayıf halimizde bile, milyonlarca mazluma kucak açabilmenin yüceliğini alaya alıp, göçmen kadınlarla çocuklarını zalimce tecrit edip kafeslere kapatan ABD’nin vahşetine sessiz kalırlar.

Bunlar yüzünden, Sayın Bakanlarımız sosyal medyayı bile yanlış kullanıyor. Ne kadar çok haber veya resim çıkarsa o kadar beğenilirmiş gibi yanlış algılar var. Hükumet kurulalı 2 aydan fazla olduğu halde, bitmeyen ziyaret ve iade-i ziyaret haberlerinin, magazinsel etkinlik ve resimlerinin, halkın nezdinde ne kadar itici durduğunu Sayın Bakanlarımıza hatırlatmaktan aciz kimseler var demek ki.

Mesela,  sayıları milyonları bulan ve artık sağır sultanların duyduğu ve hatta duymaktan bıktığı Emeklilikte Yaşa Takılanlar  denilen mazlumların, milyonlarca twitter ve facebook feryadına, diğer partilerin kanun tekliflerine, onca haber ve yazıya rağmen, bir çıt olsun cevap vermeyen, Sayın Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanımızın, sürekli ziyaret, gezi ve benzeri sıradan etkinliklerini paylaşması ve mazlumları duymazdan gelmesi, artık işkence tadı veren hakaret etkisi yapmaktadır. On binlerce vatandaşımız ve aileleri yok sayılmanın sancısını ve kızgınlığını yaşamaktadır. Toplumdan bu kadar kopuk ve kitlelere duyarsız kalınmasına kimler neden oluyor?

Başka bir örnek, son çıkan Torba Yasa ile sözüm ona sağlık çalışanlarına, ama aslında sağlığın sadece doktor mesleğinde olanlarına önemli haklar verildi. Emeklilerin maaşı seyyanen arttı, ek ödeme tavanları aşırı derecede yükseltildi. Zaten sabit ödemeleri de emekliliğe yansıyordu.  Buna karşılık, sağlık ordusunun geri kalanına ne verildi? Koca bir hiç desem yeridir. 5-6 yıl önce vaat edilen, 5 yıla 1 yıl şeklindeki yıpranma payı, 6 yıla 1 yıl verildi. O da sadece gelecekteki çalışmalar için. Yani, Türkiye’de sağlığın dönüşümüne canını ve emeğini katan, bu büyük devrim sırasında anormal şekilde çalışıp yıpranan sağlıkçılar yok sayıldı.  Halen çalışan sağlıkçıların toplam hizmet süreleri hesaba katılmadı.

Adı var etkisi yok sendikamız Sağlık-Sen’in basiretsiz tavırları da bu zulme kolaylık sağladı. Çünkü Sağlık-Sen yöneticileri hamaset politikaları yapmaktan, genel kurullarda üyelerini baskılayıp, yetkililerle şirinlik resimleri vermekten fırsat bulamadığı için, sendikacılığını unuttu ve üyelerinin mağduriyetine açıkça çanak tutmuş oldu.

27.yılını çalışan bir sağlık personeli olarak; Sayın Cumhurbaşkanımızın, sağlıkçıların son 20 – 30 yılda öğretmen, polis ve subay-astsubay gibi nitelikli memur mesleklerinin karşısında maaş olarak nasıl gerilediği, torba kanun çıkmazdan evvel dahi, aşırı düşük tavan nedeniyle hekim dışı sağlıkçıların ve diğer sağlık çalışanlarının ne kadar az ek ödeme aldığı, torba kanundan sonra felaket derecesinde farklar olacağı, sabit ödemelerin sadece doktorların emeklilik hesabına yansıtıldığı, mesela başhekim yardımcısı izne çıktığında ek ödemesinin kesilmediği, ama müdür yardımcısı çıktığında kesildiği için, izin alamadıkları gibi gerçeklerden, açıkça haberdar olmadığına inanıyorum.

Mazlumlara kol kanat germesindeki samimiyetine, hak sahibi olan gayri Müslim vatandaşların gasp edilmiş vakıf mallarının iadesindeki adalet duygusuna, tasarruf teşvik fonu, konut edindirme yardımı fonu gibi kronik ve karşılığı tüketilmiş vatandaş alacaklarının iade edilmesindeki kararlılığına ve buna benzer birçok konuda alicenaplığına defalarca şahit olduğumuz Sayın Cumhurbaşkanımızın, hekim dışı sağlık çalışanlarına karşı yapılan haksızlıkları veya Emeklilikte Yaşa Takılan mazlumları görmezden geleceğine, zerre kadar inanmak istemiyoruz. Kendisine objektif bilgi verilmediği, doğrular çarpıtıldığı için etkilendiğini düşünüyoruz.

Toplumsal barışı ve iş huzurunu tehdit eden ayrımcılıkların ve diğer sorunlu alanların temizlenmesi için, en başta Sayın Cumhurbaşkanımızın olmak üzere, tüm kamu ve özel sektör idarecilerimizin daha kaliteli, ehil ve layık ekipler kurması için duacıyız. Hepimiz gibi birer beşer olan lider ve yöneticilerimizden olağan üstü mucizeler beklemiyoruz. Ancak kaliteli ekipler kurmalarını ve fırsatçıları tespit edildikleri anda temizlemelerini istiyoruz. İyi niyet, adalet ve gayretle çalışma temelinde, Allah’ın yardımıyla her zorluğun üstesinden geleceğimize de inancımız tamdır. Zulme mani olalım, mazluma kol kanat gerelim. Hakkı söyleyen ve söyletenlerden olalım inşallah…

 




Tüketirken, tükenmeyelim!

Yazılarıma uzunca bir ara verince nedenini kendimce sorgulamaya çalıştım. Kayda değer olanlar: Ülkemize musallat edilen terör olayları ve etkilerinin getirdiği gergin ve bezgin ortam. Günlük hayatın getirdiği olağan sorunlar ve yansımaları. Ekonomik şartların neden olduğu dönemsel zorlukların stresi. Bunların dışında başka nedenlerde sayabilirim ama etkileri bu kadar güçlü değil.

Terör ve etkileri üzerinde daha önce yazdığım ve bu konuda hemen herkes görüş ve düşüncelerini bolca paylaştığı için, kardeşlik ve şuur dileklerimle bu yazıda kapatıyorum. İş ve özel hayatımızda hepimizin inişli çıkışlı zamanları oluyor. Bu açıdan nefsime sabır ve gayret telkin ederek ilerlemeye çalışıyorum. Geriye ekonomik şartların yansıması kaldı. Büyükşehirler başta olmak üzere, toplumun tüketim alışkanlıklarının nedenleri ve sonuçları  ile doğrudan ilgili olduğu için bu bahsi biraz açmaya karar verdim. Ayrıca geçici yazı yetmezliğim de sona ermiş olacak inşAllah. 🙂

Modern zamanların getirdiği yenilikler ve nimetlerle birlikte bedellerini de üstleniyoruz. Bundan 15-20 yıl öncesine kadar varlığı söz konusu olmayan, ama bugünlerde olmazsa olmaz ihtiyaçlarımıza eklediğimiz tüketim objelerimiz ve konfor beklentilerimiz var. Saydığımız nesneler ve hizmetler; iletişim, ulaşım ve yerleşim konularında tepe değerlerine kavuşuyor. Bunların hepsi bir yazı için fazla geleceğinden, iletişim konusunu biraz irdelemeye çalışalım.

İletişim denilince akla ilk gelenler; akıllı cep telefonları, tabletler ve bilgisayarlar ekseninde şekillenen cihazlar ve bunlar üzerinde çalışan yazılım sistemlerinin oluşturduğu geniş bir yelpazeye dağılıyor. Bilgiyi işlemek, üretmek ve saklamak için şekillenen bilgisayar teknolojileri ile, iletişim sağlamak için geliştirilen telefon sistemleri neredeyse tamamen karışarak, sayısız çözümler sunabilen, rekabetçi, kışkırtıcı ve yeniliği tek değişmez değer kabul eden devasa bir devinime yol açtı. Yeni ürün ve özellik anonsları da sıradan haberler kategorisine indi. Devletin bu alandaki olumlu katkıları ve Fatih projesi gibi ulusal kampanyalar sonucu, sayılan bilişim ürünlerine sahiplik ve internet kullanımında çok önemli ivmeler sağlandı. Bu konuda TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu) internet sitesinden temin ettiğim veri tablosunu dikkatinize sunuyorum:

TUIK_istatistik-1

Tabloya bir göz attığımızda, işletmelerin süreçlerinde bilgisayar kullanım oranının neredeyse tavan yaptığını, buna karşılık web sitesi sahipliğinde alınacak mesafelerin olduğunu görüyoruz. Evlerde, kadınlar ile erkekler arasındaki bilgisayar ve internet kullanımı farkının kadınlar lehine gittikçe azaldığı anlaşılıyor. Evlerde internet kullanımında ise olağanüstü bir artış ivmesi var. Yani, bilişim toplumu olmanın gereklerini veya altyapısını önemli ölçüde sağlamaya başladık diyebiliriz.

Teknoloji tüketimi ile üretimi arasında belirli bir dengenin kurulması gerekir. Bu durum, tıpkı ihracat ile ithalat arasında olması gereken denge gibidir. Teknoloji üreten ülkelerin bunu hem kullanması hem de diğer ülkelere ihraç etmesi beklenir. Ülke olarak başkalarının pazarı olmaktan kurtulup, üretim-tüketim dengemizi sağlamak zorundayız. Şükürler olsun ki, bu yönde güzel gelişmeler kaydetmeye başladık. Savunma sanayi başta olmak üzere, bir çok konuda etkili ürünlerle dünya piyasalarında yer ediniyoruz yavaş yavaş.

Birey olarak ise, aile bütçemizin yapısına uygun ve gerekli olduğu ölçüde teknolojik ürünlere yatırım yapmaya çalışmamız lazım. Bir aylık maaşından daha fazla bedel ödeyerek, akıllı cep telefonu alıp konuşma ve mesajlar dışında sadece sosyal medya etkinlikleri için kullanan kişiler; aslında kendini görünmez zincirlerle bağlayan gönüllü köleler haline geliyor. Kullanmadığımız özellikler için, sırf desinler diye aldığımız telefonların parasını ödeyebilmek adına, daha fazla çalışmaya, evimizden ocağımızdan kısmaya, sağlığımızı ve huzurumuzu kaybetmeye zorlanıyoruz. Boşa harcanan, aile ve dostlarımızdan sakınarak harcanan zaman israfı da cabası oluyor. Aile bireyleri ve arkadaşlar arasında, markalı ürün giyme gibi takıntı ve özenti yarışlarının en yenisi, teknolojik cihaz çılgınlığı oldu bugünlerde. Üstelik sadece ekonomik erozyonlar değil, eğitim ve kültür transferi açısından da yozlaşma ve daralmalar yaşanıyor artık. Çocuklarımız kitap okumayı öğrenemeden, bilişim ürünlerinin kucağında buluyor kendisini. Okumak zor geliyor, izlemek ve yalan yanlış bilgileri sorgulamadan beğenip paylaşmak sosyalleşmek sayılıyor. Kitap okuyarak ufkunu genişleten, kelime dağarcığını büyüten çocukların yerine; basma kalıp ve bozuk bir Türkçe ile emojilerin yardımıyla konuşup yazışan, duygularının derinliğini ifade etmekten aciz, yüzeysel takılan nesiller geliyor maalesef.

Teknoloji düşmanlığı yapmadan ancak,  lüzumsuz ve bilinçsiz yatırımlara girerek teknoloji kölesi de olmadan yaşamayı öğrenmemiz gerekiyor. Peki sen ne yapıyorsun diye soracak olursanız: En azından orta son veya lise çağlarına gelinceye kadar, çocuklarımı cep telefonundan uzak tutmaya çalışıyorum. Evimizde, zorunlu ders ve araştırma ihtiyaçları dışında, hafta içinde çocukların bilgisayarda oyun ve sosyal medya kullanımını engelliyorum. Bazen yalvararak, bazen ödüller vererek bazen de örnek olmaya çalışarak kitap okunmasını teşvik etmeye çalışıyorum. TV konusunda ise, göreceli olarak  güvenilir ve daha az sakıncalı kanalların seyredilmesine gayret ediyorum. Beraber olabildiğimiz kısıtlı zamanlarda, kaliteli birliktelikler yaşayabildiğimiz oranda güzel ve etkili sonuçlar alabileceğimizi de biliyorum. Ama, ben de herkes gibi zaaflarım, yorgunluklarım ve eksiklerimden dolayı her zaman istediğim performansı yakalayamıyorum. Rabbimiz tüm Müslümanlarla birlikte bizlere de dirayet, gayret ve şuur versin. Tükenmeden tüketmeyi, ihtiyacımıza uygun olana sahip olup, israfa kaçmadan kullanabilmeyi nasip etsin diyelim…