Fitnecilere Fırsat Vermeyelim

Aslında sıradaki yazım için farklı bir konu seçmiştim. Ama ülkemizin ve halkımızın içine çekilmeye çalışıldığı kaos ve acı dolu günlere bigane kalamazdım.  Sığ siyasete bulaşmadan duygularımı ve daha önceki bazı yazılarımda da ifade ettiğim inançlarımı derlemeye çalışacağım.

En başta, Allah’ın karşısında bütün mü’minlerin eşit olduğunu, üstünlüğün yalnızca takvadan kaynaklandığını unutmamalıyız. Hac veya Umreye gittiğimizde tıpkı ahiret yolculuğuna çıkan mevtalar misali, hepimizin ihrama bürünerek eşitlendiğimizi, kavim, dil ve renk gözetmeksizin kardeşçe tavaf ettiğimizi tekrar hatırlatmak isterim. Hepimiz İslam milletinin onurlu ve saygıdeğer üyeleriyiz. Kör kavmiyetçilik kuyularına düşüp ırkımızla, rengimiz veya şeklimizle lain şeytan gibi kibir duyamayız. Boyamıza değil BOYACIYA hürmet etmemiz gerekir.

Bugünlerde sürekli çatışma ve şehit haberleri alıyoruz. Düştüğü yeri yakan ateş bizleri de kavurmaya başladı. Karmaşa, yoksulluk ve kardeş kavgalarından akan kanlarda boğulan yakın ve uzak komşularımıza nazaran; ümmetin umudu olmuş, refah ve kalkınmanın öncülüğüne talip, dünyadaki cennet bahçelerine benzer güzel yurdumuz yine katillerin ve fitnecilerin cirit attığı bir meydana döndü.

Işıklı perdeden bizlere zoraki izletilen kuklalara takılıp kalırsak ve kuklacılar ile kuklaları oynatan maşaları fark edemezsek çok yazık olur hepimize ve ülkemize. Öncelikle sorunu doğru teşhis etmek zorundayız. Yanlış teşhis ile galeyana gelenler tamda şeytanların ve askerlerinin mutluluğuna hizmet etmiş olur.

19. ve 20. yüzyıl İslam ümmeti için çok zor ve ağır zararlar ile geçti. Ümmetin birliğini temsil eden Hilafet ve Osmanlı; iç ve dış saldırılarla, cehaletle, kifayetsiz veya hain kimlikli yöneticilerle tarumar oldu. Dünya siyasetini ve sermayesini doğrudan yöneten siyonist zihniyetin sömürü ve fitne tetikçiliğini; Lawrence örneğinde olduğu gibi de kirli işlerin öncülüğünü üstlenen İngilizlere, sonradan yine İngiltere ve siyonizmin modern görünümlü işgalcisi ve jandarması Amerika’nın da katılmasıyla İslam toplumları için yıkım kaçınılmaz oldu. Yağmalanan ümmet topraklarında suni olarak kurulan devletlerde nedense hep batı hayranı, halkına ve dinine düşman, sonradan görme aç gözlü krallar veya yöneticiler iş başına getirildi. Lozan’daki işlevi hainlikten başka bir şey olmayan Haim Nahum gibi sefih insanların yüzünden savaşta geri kazanılan topraklar bile terk edildi ve Musul, Kerkük gibi petrol bölgeleri dahil sömürücülere peşkeş çekildi.

Batının ve ABD’nin sömürüsüne devam edebilmesi için; arz-ı mevud hülyasının peşinde her türlü rezilliği mubah gören siyonistlerin emellerine nail olabilmesi için; Ortadoğu denilen İslam coğrafyasında kaosun ve kavganın, ahlaksızlığın ve aymazlığın sürekli canlı tutulması gerekiyor. Yoksa; içimize sirayet etmiş vampirleri fark edeceğiz, kardeşliğimizin huzurunu ve gücünü idrak edip başımızdaki Sisi gibi alçak firavunları def edeceğiz. Buna kolayca müsaade ederler mi sanıyorsunuz?

PKK denilen hainler sürüsü sadece kandırılmış veya satın alınmış bir kısım özünden kopmuş Kürt veya Türk, Ermeni, Komünist, Zerdüşt, İran’lı ya da Suriye’li zavallı değil ki sadece. Silahı kendi istekleriyle almadılar ki yine kendileri bıraksın. İçimizde büyüyen ama bize ait olmayan kanser misali, terör belası ile hain ve zalimler tek atışta kuş sürüsü avlamış gibi etkili olabiliyor. Çatışma olan yerde sermaye durmaz, yatırım olmaz, güvenlik olmayınca iş bilen personel kalmaz, eğitim yapılamaz, ticaret büyümez, turist gelmez, iyi doktor ve öğretmen gelmek istemez, ihlas ve kardeşlik zarar görür, her kesimden kafatasçılar ırkçı söylemlerini seslendirerek toplumu böler, nefret yaygınlaşır, huzur kalmaz, bereket olmaz, devletin ve milletin enerjisi boşa gittiği için kalkınma durur, işe ve üretime yatırım yerine askeri harcamalara giden bütçe nedeniyle millet fakirleşir, kendi derdine düşen Türkiye etrafındaki oyunlara müdahil olamaz, gücünü kaybeden Devletimiz gerektiğinde 2-3 milyon mazluma rahatça kapılarını açarak misafir edemez…. Velhasıl  kendi kuyruğunu yemeğe başlayan yılan gibi sonu daha da kötüye gidecek bir ateş çemberine çekilmek isteniyoruz. Böyle bir millet ve devlet mazlumlara ümit, zalimlere korku kaynağı olamaz, dünya siyasetinde varlık gösteremez. Rabbim en kısa zamanda bu fitneleri ve fitnecileri içimizden ayıklasın. Bizleri doğrulukta ve kardeşlikte birleştirsin diyelim.

IftarAyasofya1Medine’de kurulan bu iftar sofrası ile Ayasofya meydanında kurulan iftar sofrasının verdiği mana aynıdır. Aynı İslam kardeşiliğine, huzuruna ve birliğine işaret eder. Kardeşlik için fedakarlığı, diğerkamlığı, sevgiyi ve sabrı anlatır. Aynı Allah’ın kulları olarak teslimiyeti, var olana şükrü ve olması istenene acziyetle duayı söyletir. Sessizce iftarı beklerken dizginlenen nefislerin üzerinde, yiğit misali heybetle yükselen imanlarının güç ve güzelliklerini gösterir. Sınırsız açık büfelerde doymayan gözlere inat, bir bardak su ve bir kaç hurmaya kanaat ederek coşan zenginliği tattırır.

Bütün bu hakikatler ışığında zalime ve zalimlerin tetikçilerine dur demiyecek miyiz? Elbette adaletin gereği neyse onu sağlamak zorundayız. Hiç bir insan veya varlık Allah’tan ziyade merhametli, şefkatli veya sabırlı olamaz. Allah’ın gazap ettiği ve hakkında kesin hüküm verdiği fiilleri açıkça ve bilerek işleyenler hakkında merhamet etmemiz haddimiz olmadığı gibi, seyirci kalmakta ayrı bir zulümdür. Bu nedenle maksadı ne olursa olsun terör yoluyla masum insanların hayatına kastedenlerin, Milletin Askeri ve Polisi başta olmak üzere tüm vatandaşlarına düşmanca silah çekip katledenlerin idam ile cezalandırılmasını istemek imanımız ve insanlığımız gereğidir. İdam hakkındaki özel yazımı buradan okuyabilirsiniz.

Adaleti sağlarken ise; tıpkı Hendek savaşında Hz. Ali’nin tam öldüreceği sırada düşman askerinin yüzüne tükürmesi sonucu öldürmekten vazgeçmesi ve buna şaşırıp soran o düşmana:  “-Ben seninle Allah yolunda ve sırf Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için savaşıyordum ve onun için seni öldürecektim. Sen yüzüme tükürünce öfkelendim, sana kızdım. Eğer o an öldürseydim, sana olan kızgınlığımdan dolayı bunu yapmış olacaktım. Yani seni Allah rızası için değil de kendi nefsim için öldürmüş olacaktım. İşte bu düşünceyle seni serbest bıraktım.” demesi gibi hassas davranmaya azimli olmamız gerekir.

Hain saldırılar sonucu inşAllah şehit olan güvenlik güçlerimizin ve masum insanlarımızın naaşlarını medyada saygısızca ve defalarca teşhir etmek ailelerinin acısını daha da derinleştirir ve sadece hainlerin ekmeğine yağ sürercesine propaganda etkisine ve fitneyi körüklemeye yarar. Aynı şekilde; öldürülen teröristlerin cesetlerini sansürsüz resimlerle yayınlayıp galiz küfürler eşliğinde aşağılamakta yine hainlerin saflarını sıklaştırmasını ve kandırılmaya açık kişilerin etkilenip teröre katılmalarını sağlar. Böyle zamanları fırsat bilerek, gizlediği kafatasçı söylemlerini fütursuzca kusan dengesiz ve ölçüsüz tiplerin türemesine veya geçmişte olduğu gibi, öldürdüğü insanların uzuvlarından koleksiyon yapan resmi görevli sadist psikopatların hortlamasına neden olur. Maksadını aşan ırkçı ve toptancı söylemlerden kaçınmalı ve çevremizdekileri uyarmalıyız. Her Türk iyi bir insan veya Müslüman olmadığı gibi, her Kürt’te bölücü veya PKK’lı değildir. PKK Kürt halkını temsil edemez. Millet ve Devlet birlik olup PKK’ya katılan hainleri ayırarak cezalandırmalı ama Kürt halkını da PKK tasallutundan ve zorbalığından koruyacak tedbirleri almalıdır. Alnına silah dayanan, ırzıyla, çoluk çocuğuyla tehdit edilen insanlardan özgür iradelerini gösterebilmelerini beklemek büyük bir saflık olur. Bütün bunların ışığında yine de ırkçılık çukuruna düşenler bilsinler ki; gelmiş geçmiş en büyük ırkçı lanetli şeytandır. Irkçılık konusunda şeytana en yakın kavim ise siyonist Yahudilerdir. Bakınız; bu konudaki yazım. Kimi örnek aldıklarına veya kimlere benzeyip, kimlerin oyununa geldiklerine lütfen dikkat etsinler.

Ümmetimiz  ve özelde Türkiye’deki milletimizin bekası için uyanık olmalıyız. Hemen galeyana gelmeden, etkili tedbirler alarak zulümden arınmış adaletin keskinliğini tesis edebilmeliyiz. Unutmayalım ki, ümmetin belki de en son kalan, olabildiğince özgür ve güçlü kalesi Türkiye’dir. Türkiye’nin zayıflamasını ve kendi derdine düşmesinin acısını sadece bizler değil; Doğu Türkistan’dan Kosova’ya, Gazze’den Çeçenistan’a, Mısır’dan Habeşistan’a, Myanmar’dan Patani’ye bütün kardeşlerimiz iliklerine kadar hissedecek ve uğradıkları mezalim katlanarak büyüyecektir. Allah için birbirimizi sevelim ve nifakçılara fırsat vermeyelim artık…

Bu konuyu çok güzel işlediği için Grup Tillo’nun “Ortağız Bir Namusa” adlı eserini paylaşmak isterim:




Kronik Yılbaşı Hastalığımız: Noel Kutlamaları

Her yıl Aralık ayında Noel hastalığımız ve manevi savrulmuşluğumuzu gösteren çılgınca yılbaşı kutlama hazırlıklarımız yeniden depreşiyor ve gittikçe kronik bir hale geliyor. Gelecek nesilleri şuursuz ve kendilerine köle olarak yetiştirmek isteyen arsız güçler, doğrudan çocuklarımızı hedef alıyorlar. Bu hain plana bazılarımız bilerek, bazılarımız saflığından alet oluyor da farkında bile değil.

Şeytani ateşin sıcaklığını yüzümde ve yavrularımın üzerinde hissetmenin dehşeti içindeyim. Küçük kızım bir kamu kurumuna ait ana okuluna gidiyor. Bir hafta kadar önce, çok rahatsız olduğum bir şeyle karşılaştım. Kreşin girişinde çocukların bırakılıp alındığı bölümde özel bir köşe kurulmuş. Maket olarak gerçek boyutlarda bir şömine yapılmış, süslenmiş ve üzerine de bir çift çorap şeklinde yaldızlı kağıt yapıştırılmış. Hemen yan tarafına da büyük bir çam ağacı maketi iyice süslenerek altında hediye kutuları ile birlikte  yerleştirilmiş. Üstelik çocuklara da “Noel Baba, Noel Baba  ver bana da hediye, Senin evin nerede? Seni sevdim Noel Baba ver bana da hediye” şeklinde şarkısını da söyleyip ezberletmişler. Çocuklarımıza bunların öğretilmesi için plan ve program yapanlar gerçekten Müslüman mıdır? Üstelik kamu kaynaklarını kullanarak yapmalarına ne demeli?

İçimi daraltan ve ruhuma işkence yapan bu manzara karşısında kreş yönetimine rahatsızlığımı ne zaman ve nasıl ileteceğimi hesaplarken, kreşten almaya gittiğim kızımdan beklenen bomba soru da geldi: -Baba bunlar ne? Hristiyan geleneklerine uygun olarak hazırlanmış bir çam ağacı, altına Noel Baba’ya atfen konulmuş hediye kutuları ve yine Noel Baba’nın hediye koyması beklenen çoraplar ile şömineye varıncaya kadar her ayrıntısı unutulmamış bu manevi saldırı tezgahının ne olduğunu soran çocuğuna Mü’min bir baba nasıl cevap vermelidir? Yılbaşı süsü onlar evladım, yeni yıla giriyoruz ondan desem, bu objeleri masum ve normal olaylara eklemiş ve kızımın hayatında olumlu ve gerekli bir şekle sokmuş olacaktım. Çocukluk zamanında edinilen davranışların ve alışkanlıkların bütün hayatı etkilediği, doğru ve yanlış kavramlarının esastan şekillendiği genel kabul görmüş gerçeklerden birisidir. Bu manevi cinayete ortak olmamak için, -Kızım bu bizim değil, Hristiyanların bayram süslemesidir. Bunlarda buraya koyarak yanlış yapmışlar biz böyle şeyleri sevmeyiz. Diyerek, doğruyu söylemeyi tercih ettim. Her şeyi anlamasa bile, güzel bir şey olmadığını ve bizim sevmediğimizi anlaması yeterde artar bile. Hemen arkasından kreş yönetimini uygun bir dille uyararak rahatsızlığımı ve yapılan işin yanlışlığını ifade ettim.

Yılbaşı nedeniyle taze gelen yılı karşılamak ve umutla geleceğe hazırlanmak kabilinden kutlamalar yapmak ayrı bir şeydir, maddi ve manevi hayatımızı dinamitleyecek derecede gayr-i Müslimlerin adetlerini birebir taklit etmek apayrı bir şeydir. Yeni yıl kutlamalarının gerekliliği ve topluma yapılan tüketim ve sınırları zorlayan eğlence dayatmaları zaten bir sorun olarak yaşanmaktayken, artık doğrudan kopya edilen Hristiyan yaşantısına sessiz kalamayız. Bize sıradan ve zararsız gelen her şeyin özel bir anlamı ve geçmişten gelen bir ritüelin parçası olduğunu bilerek davranmak zorundayız.

İslam’dan önceki dinlerin, insanlar eliyle tahrif edildiğini ve aslından uzaklaştırıldığını bizlere Kur’anı Kerim ve Peygamber Efendimiz (S.A.S) haber veriyor. Hz. İsa’nın (A.S) doğduğu gün kabul edilen Noel Bayramının kutlandığı günün tayininde bile ihtilaflar çıkmıştır. İlk olarak 336‘da kutlanmaya başladığını, Ortaçağ başlarında 6 Ocak‘ta, daha sonra 25 Aralık‘ta kutlandığını kaynaklar söylüyor. Hz. İsa’nın doğumu vesilesiyle kutlanılan bu bayram miladi takvim yılı başlangıcıyla ilgisi olmadığı halde pratik olarak birleştirilmiş ve birlikte anılır olmuştur.

Vikipedia’ya göre: Noel ağaçları Pagan geleneklerinden gelen bir ritüeldir. Yapraklarını dökmeyen ve hep yeşil kalan Çam ağaçları eski Mısırlılar, Çinliler ve Yahudilere göre ölümsüzlüğün simgesidir. Kış ortasında evlerde çam ağacı süsleme geleneği ilk defa Almanya’da başlamıştır. Almanya’da 16. Yüzyılda Noel Ağacı adını alan gelenek 19. YY’da İngiltere ve tüm Avrupa’da yayıldı. Amerika’ya 17. YY’da gelip 19. YY’da moda oldu.

Noel Baba olarak atıfta bulunulan kişi Piskopos Nikola’dır. Likya’nın Myra ( bugünkü Demre) yöresinde yaşamış bir 4. yüzyıl Hristiyan azizidir. Nikola’nın varlığını destekleyen tarihi bir doküman mevcut değildir. Antik Likya’nın liman kenti Patara’da doğduğu kabul edilir. Gençliğinde Filistin ve Mısır’ı dolaştı. Öldükten sonra Myra’daki kilisesinin mezarlığına gömüldü. 6. YY’a gelindiğinde mezarının ünü bayağı yayılmıştı. 1087 yılında İtalyan denizciler ya da tüccarlar kemiklerini İtalya’nın Bari kentine götürdüler.

Günümüzdeki Noel Baba imajı, karikatürist Thomas Nast‘ın 3 Ocak 1863 tarihli Harper’s Weekly dergisinde yayınlanan çizimlerine dayanır. Popüler Noel Baba imajı, çizer Haddon Sundblum‘un, 1931 yılından itibaren Coca-Cola şirketi için hazırladığı çizimlerle son halini almıştır. Sundblum’un Noel Baba’sı, şişman, beyaz sakallı, uçları beyaz kürklü kırmızı bir kıyafet giyen, siyah kemerli, siyah çizmeli, yumuşak kırmızı şapkalıydı.

Noel Baba’nın hediye getirmesi geleneği, İskandinav Mitolojisi‘ndeki tanrı Odin‘e dayanır. Odin, uçan atı Sleipnir ile avlanmaya gittiğinde, çocuklar Sleipnir için çizmelerinin içine havuç ve saman koyup şöminenin yanına asarlardı. Odin’in bu iyilik karşılığında çocuklara hediye ve şekerlemeler getirdiğine inanılırdı. Zamanla bu gelenek Avrupalı göçmenler vasıtasıyla Amerika’ya ulaştı. Çizme yerine büyük çoraplar kullanılmaya başlandı ve bu gelenek Noel’e dahil oldu.

Yılbaşı ve Noelde Hindi yemeği ise Amerika’ya ilk gelen İngiliz kolonilerinin etkisiyle girmiştir.  İngilizlere yardım eden ve Anavatanı Amerika olan Hindileri avlamayı öğreten Kızılderililere teşekkür ifadesi olarak her yıl Kasım ayının son haftasında Hindinin ana yemek olduğu ziyafetler verip Şükran Günü adı altında bayram yapmışlardır. Şükran Günü Bayramının daha sonraları yapılan katliamlar nedeniyle Kızılderililer arasında Yas Günü olarak anılması da kaderin bir cilvesidir.

Buraya kadar, günlük hayatımızın en uç noktasına kadar işlemiş olan misyonerlik, batı taklitçiliği veya Hristiyan severliğin kendi aile yaşantımı ve geleceğimi tehdit eden bir tezahüründen yola çıkarak kavramsal bilgileri derlemeye çalıştım. Daha önceki yazılarımda da değindiğim gibi, para ve menfaatin olduğu her yerde doğal olarak bulunan ve para kazanmak için her kılığa girmeyi mubah gören siyonist Yahudi oluşumlarını üstelik Hristiyan bir bayram olan Noel‘de bile görebilirsiniz. Her yıl çılgınca alışveriş yapmayı körüklemek, kola markasıyla özdeşleştirdiği kırmızı rengi Noel Baba üzerinden zihinlere kazımak için Yahudi Coca Cola firmasının nasıl büyük bir yatırım yapıp sonunda kazançlı çıktığını görüyorsunuz. Ülkemizde de Ramazan iftarlarını reklam konusu yapacak kadar sınır tanımayan bir para kazanma hırsından ve iki yüzlülüğünden bahsediyoruz.

Başta alış veriş merkezleri  (AVM) olmak üzere, yılbaşını kutlama bahanesine sarılan arsız ve hayasız Hristiyanlaştırma faaliyetlerine bilerek veya bilmeyerek aracılık eden tüm kişi ve kurumları Allah‘a havale ediyor, Müslümanım diyen kardeşlerimi şuurlu ve gerektiğinde tepkili davranmaya davet ediyorum.

Kur’anı Kerim‘de yer alan Yahudi ve Hristiyanlara benzemek veya uymak hakkındaki 2 ayeti paylaşmak isterim:
1. “Sen dinlerine uymadıkça, ne Yahudiler ve ne de Hristiyanlar asla senden razı olmazlar. De ki: “Allah’ın yolu asıl doğru yoldur.” Sana gelen ilimden sonra, eğer onların arzu ve keyiflerine uyacak olursan, bilmiş ol ki, Allah’tan sana ne bir dost, ne bir yardımcı vardır.” Bakara Suresi 120. Ayet
2. “(Yahudiler) “Yahudi olun ve (Hristiyanlar da) “Hristiyan olun ki doğru yolu bulasınız” dediler. De ki: “Hayır, hakka yönelen İbrahim’in dinine uyarız. O, Allah’a ortak koşanlardan değildi.” Bakara Suresi 135. Ayet

Sevgili Peygamberimizin  (S.A.S) ümmetini  Yahudi ve Hristiyanlar başta olmak üzere, İslam dışı kavimlere benzemekten men eden bir çok hadis-i şerifi günümüze intikal etmiştir. Hatırlatmak için sadece 2 tanesini yazıyorum:
1. “Kim kendini bir kavme benzetirse, o da onlardandır.” ( Ahmed: 2/50-92, 7/142, Ebu Davud Libas: 4031)
2. “Kim müşriklere ait bir toprakta bulunur (bina yapar), onların nevruzlarına (yılbaşılarına) katılır, onların bayramlarını (festival ve galalarını) kutlar ve ölünceye kadar onlarla birlikte bulunursa, Kıyamet Gününde onlarla birlikte haşr olunur.” (Beyhaki Sunenu’l-Kubra: 9/234.)

Rabbimiz bizleri şuurlu ve nesline sahip çıkan, hakkı hakk bilip hakka çağıran, batılı batıl bilip batıldan men eden Müslümanlardan eylesin.